“Bütün gayretimiz Peygamber Efendimiz’in sünnetlerini yaşamaktır.”
-Efendim, hoşgeldiniz. Hayatınızı anlattık, biyografinizi izleyicilerimize sunduk. Eksiklerimiz var mı?
-Es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtühû. Peygamber Efendimiz’e de tahiyye ve selâmların en üstünü olsun. Ayrıca siz Kırıkkale Radyo ve Televizyonu’na da teşekkür ederim ki böyle güzel bir İslâmî program düzenlediniz ve bu fakirleri de programınıza dâvet ettiniz.
-Biz teşekkür ederiz; dâvetimize icâbet ettiniz. Efendim bize Fârukîler kimlerdir, dersleriniz ve erkânınız nasıldır, bilgi verir misiniz?
-Teşekkür ederim. Fârukîler olarak ceddimiz İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî’den aldığımız isimle, daha doğrusu Peygamber Efendimiz (s.a.v.)‘in ve Sahâbe’nin yolundan, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat îtikad ve amelleri ü-zerinde bir topluluğuz. Özellikle derslerimiz Rasûlullah (s.a.v.)‘in hadîs-i şerîflerinde emrettiği üzere virdlerimizi yaparız. Bütün gayretimiz Peygamber Efendimiz’in sünnetlerini yaşamaktır.
-Evet Efendim, sizler daha çok cehrî zikir yapıyorsunuz. İslâm’da cehrî zikir var mı? Zîrâ bâzıları cehrî zikir yoktur diyor ve Peygamber Efendimiz kendisi cehrî zikir yapmışlar mıdır?
-Evet, ben bunu daha evvel bir döküman hazırlamıştım, oradan senetleriyle birlikte okursam, dinleyen arkadaşlar da daha güzel tatmin olurlar. Çünkü hepsinin kaynağı vardır; o zaman daha güzel olur inşâallah.
Evet Asr-ı Saadette Müslümanlar toplanıp, halaka çevirip Hazret-i Allah (c.c.)‘yu cehrî olarak zikrederlerdi. İbn-i Abbas diyor ki: “Rasûlullah (s.a.v.)‘in Sahâbîler’le sabah namazını bitirdikleri zaman Cenâb-ı Hakk’ı cehrî olarak zikre-derlerdi. Namazı bitirdikleri zaman mescidin dışına zikir sesleri geliridi. Eğer zikir sesi işitmezsem, o zaman cemâate yetişmek için koşardım.” Bu rivayet Tecrîd-i Sârih’in 2. cilt, 724. sayfasında yer almaktadır.
Ayrıca “Vahhâbîlik ve Mu’tezile’ye Karşı Ehl-i Sünnet Görüşü” adlı eserinde Malatya Müftüsü Nuri Öner de bunları bir araya toplamıştır.
Değir bir rivâyette Ebû Saîd el-Hudrî anlatıyor: “Bir gün Muâviye (r.a.) mescide geldi. Bir zikir halkasına uğrayarak onlara: ‘Niçin buraya toplandınız?’ diye sordu. O topluluk da: ‘Allah’ı zikretmek için toplandık’ dediler. Hz. Muâviye (r.a.): ‘Hakîkaten bunun için mi toplandınız?’ dedi. Onlar da: ‘Evet, sırf bunun için toplandık.’ dediler.
Hz. Muâviye (r.a.) buyurdu ki: ‘Bir gün Rasûl-i Muhterem (s.a.v.), Ashâb’ından halka teşkîl eden bir cemâatin yanına geldi. Onlara: ‘Niçin toplandınız?’ diye sordu. Onlar da: ‘Bizi İslâm dînine hidâyet etmesinden dolayı Allah (c.c.)‘yu zikir ve hamd-ü senâ etmek için oturmuş bulunuyoruz.’ dediler. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.): ‘Hakîkaten bunun için mi oturdunuz? Ben size inanmadığım için değil, Cibrîl (a.s.) geldi ve Cenâb-ı Allah’ın sizinle meleklere iftihâr ettiğini bana haber veriyor.’ buyurdu.” Bu hadîs de Müslim’den naklen Riyâzü’s-Sâlihîn, 3.cilt, s.52’de yer alır.
Ayrıca Beytullah’ta kıyamda 7 şavtı yaparken, Cenâb-ı Hakk’ı cehrî bir şekilde yapılan telbiyeler ve günde 5 vakit okunan ezanlar dahi cehrî zikir cümlesindendir. Arafat’tan Müzde-life’ye inerken yapılması gereken zikir çeşidi Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle belirtiliyor: “Hac iba-detinizi bitirdiğinizde, babalarınızı çağırdığınız gibi, hattâ ondan daha kuvvetli bir bağırışla (cehrî olarak) Allah’ı anın.” (Bakara/200)
-Yâni bu demek oluyor ki Peygamber Efendimiz zamanında cehrî zikir vardı.
- Evet Urve (r.a.)‘den rivayet edilen bir nakilde de şöyle anlatılmaktadır: “Bir sabah namazını Hz. Ali ile birlikte kıldıktan sonra, Hz. Ali (r.a.), üzerinde bir ağırlık varmış gibi durdu. Mescidin duvarına yaslandı. Güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar bekledi. Allah rızâsı için iki rekât namaz kıldı ve şöyle dedi: “Vallâhi Allah Rasûlü (s.a.v.)‘in Ashâb’ında öyle hâller gördüm ki, bugün onların hiçbirini göremiyorum. Onlar gözleri uykusuz, çehreleri solgun, saçları-sakalları dağınık sabahlardı. Bunlar, geceleri kıyam, rükû, sücûd ve Kur’ân-ı Kerîm okuyarak geçirirlerdi. Sabahlarda ise rüzgârların ağaçları sallaması gibi sallanarak Allah (c.c.)‘yu zikrederlerdi. Hattâ gözlerinden akan yaşlardan elbiseleri ıslanırdı.” Bunu İbn-i Kesîr el-Bidâye ve’n-Nihâye’de 8. cilt, 6. sahîfede, ayrıca Ebû Nuaym da Hilye’de nakletmişlerdir. Burada söz edilen “Rüzgârların ağaçları sallaması gibi sallanarak Allah’ı zikretmek”; kıyamda iken de Allah’ı zikrederken yapılan zikretmeye delil olmaktadır.
Demek ki, bu hadîslere göre biliyoruz ki Rasûlullah ve Sahâbe oturarak, ayaktayken de Cenâb-ı Hakk’ı zikrederdi. Allah Teâlâ’nın: “Onlar ki, Allah’ı ayakta, otururken ve yanları üzere yatarken zikrederler.” (Âl-i İmrân 3/191) âyetinde buyurduğu gibi Müslümanlara her üç durumda zikretmeyi emretmiştir. Biz Müslümanlar da gerek oturarak, gerek ayakta, gerekse yan üzere yatarak Allah’ı zikrederiz.
-Evet, dolayısıyla cehrî zikir vardır, diyorsunuz.
-Vardır, Hattâ Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Kim her sabah namazından sonra cehrî olarak ‘Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyün lâ yemût biyedike’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in Kadîr’ derse günahları deniz köpüğü kadar çok da olsa Cenâb-ı Allah onu affeder.” Diğer öğle, ikindi, akşam ve yatsı zamanlarında da Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) cehrî olarak cemâatle birlikte on sefer Lâ ilâhe illallâh zikr-i şeriflerini yapmışlardır.
-Peki Efendim, cehrî zikir esnâsında feyizlenen kimseler, “Meded yâ Geylânî” ve benzeri sözler söylüyorlar. Oysa bizim bildiğimiz her şeyin Allah’tan istenileceğidir. Bu konuda ne buyurursunuz?
-Evet ben yine delilleri size okuyayım:
Cehrî zikirlerde açıktan zikrederken bir kişinin veya birkaç kişinin istimdadda bulunmakla şirke düştüğü söyleniyor. Bu yanlıştır. Çünkü bu sözü söyleyen şahıs, ilâhî feyzin rûhunda aksiyonlaşmasını istemekte, o feyz-i ilâhîyi sadrında bulamayınca da vesîle yolu ile, bir evliyâullah’ın vesîlesi ile ilâhî feyze kavuşmayı sağlamaya çalışmaktadır. O kişinin çırpınışı, bu hâli bulamadığındandır. Demek ki, bu mânevî ihtiyâcından dolayı, Allah rızâsı için sevdiği bu velîyi arzû ettiği hâle kavuşmak için vesîle etmektedir. Bu ise câizdir ve sünnet-i Rasûlullah’tır. Buna Sahâbîler’den bir misâl verebiliriz:
Bir gün Abdullah b. Ömer’in –Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın ayağı uyuşmuş, kıpırdayamaz olmuştu. Kendisine şöyle dediler: “İnsanlar arasında en çok sevdiğini yâd et, ayağındaki rahatsızlık gider.” Bunun üzerine Abdullah b. Ömer (r.anhümâ); “Meded yâ Muhammed! Meded yâ Muhammed!” diye âvazı çıktığı kadar bağırdı. Ayağındaki hastalık derhâl gitti, iyileşti. Bu rivâyet Kadı İyaz’ın Şifâ’sında geçmektedir.
Zâten vesîle aramak dînimizde vardır. Cenâb-ı Hakk; “Vebteğû ileyhi’l-vesîlete” buyuruyor. Böylece bir sâlikin üstün bir ruhâniyetten feyiz almak için istimdâd etmesi câizdir.
-Evet, Efendim isterseniz şimdi başka bir soruya geçelim. Cehrî zikirlerde ilâhî ile zikir çekiliyor. Bâzıları buna bid’at diyorlar. Yâni ilâhîlerle zikir bid’at midir?
-İlâhî, na’t, teğannî gibi kelimeler yakın mânâlı kelimelerdir. İslâm’da bütün bunlara yerine göre izin verilmiştir. Asr-ı saâdet’te Habeşistan’dan gelen câriyelerin mescitte def çalıp teğannî ve raks ettikleri, Hz. Rasûlullah (s.a.v.)‘in de Hz. Âişe (r.anhâ)‘ya bunları dakîkalarca seyrettirmesi, hattâ Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (r.anhümâ)‘nın gelip bunlara müdâhale ettikleri, Hz. Peygamber’in: “Yâ Ömer! Onları rahat bırak.”; onlara da: “Ey Benî Efride! Oyununuza devâm edin.” demesi meşhurdur. Bu rivâyet Buhârî, Müslim, Neseî ve Ebû Dâvud’da geçmektedir.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)‘in Medîne’yi teşrifleri esnâsında insanların damlarda def çalarak teğannî edip “Talea’l-bedru aleynâ” ilâhîsini söyleyip sevinç göstermeleri de konumuz için bir delildir.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)‘in Ashâb-ı Kirâmdan Ebû Mûsâ el-Eş’arî’nin medhini yaparak şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: “Gerçekten Âl-i Dâvûd’un mizmarlarından ney ile berâber teğannî olunan nağmelerinden bir mizmar da ona verilmiştir.” Bu da Buhârî, Müslim, Neseî, Tirmizî, İbn-i Mâce, Dârimî gibi belli başlı hadîs kaynaklarında geçmektedir.
Yine Buhârî’nin Ahlâk Hadîsleri’nde Esved b. Üseyd (r.a.) de şöyle rivâyet ediyor: “Dedim ki: ‘Yâ Rasûlallah! Azîz ve Yüce olan Rabbimizi birtakım övgülerle medhettim.’ Rasûlullah (s.a.v.) de: “Senin Rabbin övgüyü (hamdi) sevmez mi?” buyurdu.
İmâm Şâfiî demiştir ki: “Teğannînin iyisi iyi olup kötüsü de kötüdür.” İmâm Gazâlî de: “Teğannî insanın Cenâb-ı Hakk’a karşı meylini artırıyorsa iyidir, nefsini kabartıyorsa o da küfürdür. Teğannî âşıkın aşkını, fâsıkın fıskını artırır.”
Demek ki bu şiir ve teğannîler insanın aşkını artırıyor, Allah’ın tarafına insanı çekiyorsa çok güzeldir. Ama bunu nefsine âlet ediyorsa bu da çok kötüdür.
Aslında bu ilâhîlerde rûhun hoşuna giden bâzı hâller vardır. Dolayısıyla da bununla Allah’ı daha iyi ve aşkla zikretmesi için bir vesîledir.
-Günümüzde bâzı çalgı âletleriyle ilâhîler çalınıyor. Şimdi iyi niyetli olunursa gerçekten Allah’tan, İslâm’dan uzaklaştırmazsa bunlar dinlenilebilir. Ama gerçekten mânevî bir haz duyuluyorsa bir sakınca yoktur, diyorsunuz.
-Buna benzer durumlar sünnettir; işte yukarıda açıkladığımız gibi Sahâbe zamanında da olmuştur. Talea’l-Bedru ilâhîsi defle çalınmıştır. Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Âişe’ye Benî Efride’nin teğannîsini dinletmiş, “Yeter mi?” diye sorduğunda Hz. Âişe her defâsında biraz daha diyerek seyretmek istediğini belirtmiştir. İslâm’da bu durum câizdir. İhyâ’da İmâm Gazâlî bu husûsu çok güzel açıklamıştır.
-Efendim İslâm’da semâ ve raks var mıdır?
-Cenâb-ı Hakk’ı ayakta iken sallanarak zikretmek mübah ve sünnettir. Cenâb-ı Hakk’ın ismi anıldığı zaman kalpler titrer ve ürperir. Âyet-i kerîme de vardır: “İnananlar ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer. Âyetleri okunduğu zaman, bu onların îmanlarını artırır.” (Enfal/2)
Allah’ı zikretmek rûhun neşe kaynağı olduğundan, ruhun bulunduğu vücûdun her tarafına sirâyet eden ilâhî nurlar, o vücûdu sallanmaya, değirmen taşı gibi dönmeye mecbûr eder. İşte bu sallanmaya ve dönmeye “semâ” ve “raks” denir.
Akıl başta iken, rûhun güzel bir söz işitmesi sonucu galeyâna gelmesiyle o, vücuttan sıyrılıp kurtulmaya çalışır. Bir kuşun kafesten kurtulup uçmak istemesi gibi. İmâm Gazâlî bu konuda İhyâ’sında şu rivâyeti naklediyor:
Bir gün Hz. Rasûlullah’ın huzûrunda Câfer b. Ebî Tâlib, Hz. Ali ve Zeyd b. Hârise bulunuyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.) Câfer (r.a.)‘e: “Sen benim yaradılışıma ve ahlâkıma benziyorsun.” buyurunca Câfer raksa (dönmeye) başladı. Arkasından Hz. Ali’ye: “Sen bendensin, ben de sendenim.” buyurması üzerine Hz. Ali de heyecâna kapılıp raksetti. Zeyd’e de: “Sen bizim kardeşimiz, âzâd edilmiş kölemizsin.” buyurunca Zeyd de heyecâna kapılıp raksetti. Bu rivâyet Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inden Buhârî’den nakledilmektedir.
Bu tür bir raks sevinme ve şevkten doğar. Raksın hükmü ise onu tahrîk eden şeyin hükmüne bağlıdır. Eğer raks eden kişinin sevinmesi meşrû ise, onun raksı, o sevgiyi artırdığı için meşrû olur. Eğer mübah ise raksı da mübâh olur. Bilinen bir gerçektir ki, şer’î hükümler, Rasûl-i Ekrem’in sözü, işi ve gördüğü şeye sükûtundan ibârettir.
Rasûl-i Ekrem bâtıla aslâ sükût etmezdi. Bu sebeple Habeşliler’in mescitteki rakslarına izin vermesi, raks ve semâın da câiz olduğuna delildir. Aynı zamanda bu rivâyette Rasûlullah’ı öven sözler de söylenmiştir. Bu yüzden bu rivâyetten, sallanmanın yanında bir de Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)‘i öven sözler söylemenin câiz olduğu anlaşılır. Böylece bu şekilde yapılan zikirlerde raks ve sallanmanın mübah ve câiz olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü sallanma, vücûdu zikre teşvîk ederek neşelendirmektedir. Kalbi Allah’a yaklaştırarak sahih bir niyete de sâhip olduktan sonra, bu sallanmada bir beis yoktur. Çünkü; “Ameller niyetlere göredir.” buyurulmuştur. Biraz evvel aktardığımız Hz. Ali’nin Ashâb-ı Kirâm’ın zikrederken içinde bulundukları hâli anlatan sözleri de semâ konusunda delildir.
Böylece raks ve semâ’nın da İslâm’a göre mübâh ve sahih olduğu da anlaşıyor.
-Peki Efendim, ayakta cehrî zikir var mıdır? Çünkü ayakta öyle oluyor ki sarıklar bile yere düşüyor...
-Bununla ilgili delilleri biraz evvel aktardık. “Onlar ki Allah’ı ayakta, otururken ve yanları üzere zikrederler.” âyeti bunun delîlidir.
Bu âyetin tefsîrinde meşhur allâme Âlûsî Rûhu’l-Beyân adlı tefsîrinin 4. cild, 140. sahîfesinde şöyle demektedir: “İbn-i Ömer, Urve ve Zübeyr’den nakledildiğine göre, bunlar bir bayram günü musallâya çıktıkları vakit Allah’ı zikrederken; ‘Allah Teâlâ; “Onlar ki ayakta, otururken ve yaslanırken Allah’ı zikrederler” buyurmadı mı? O hâlde biz de ayakta iken zikredelim’ dediler ve gerçekten öyle yaptılar.
Ayağa kalkıp cehrî olarak zikretmeleri âyete teberrüken uymak içindi.
Ayrıca bir hadîs-i şerîf de vardır: Rasûlullah (s.a.v.): “Müferridûn ilerledi.” buyurunca Sahâbe soruyor, bunlar kimlerdir, diye. Rasûlullah (s.a.v.) de: “Allah’ı çok zikreden erkekler ve kadınlardır.” buyuruyor. Hadîsin şerhinde:
“Müferridundan olmak, kadın ve erkeklerin Allah’ı ayakta, otururken ve yan üzere yatarken olmak üzere bu üç durumda zikretmelerine bağlıdır.” denilmektedir. Yâni sâdece bir şekilde Allah’ı zikretmekle müferridûndan olunamıyor, her üç şekilde de zikretmelidir ki bunların derecesi çok yüksektir.
Gönül Tabibiyle Söyleşi..
Özlenen Rehber Dergisi 53. Sayı
SELAMINALEYKÜM adım Yigit yazınız cok güzel Allah razı olsun islam tarihi hakkında daha detaylı yazılarınızı(ABBASİLER,EMEVİLER,FATİMİLER..) GÖRMEK VE OKUMAK ÜMİDİYLE ESSELAMINALEYKÜM YİGİT TORUN
esselatu vesselamu aleyke ya resulallah s a v vallahi faruki efendim seni çok seviyoruz
Allah c.c Hepinizden razı olsun...
ALLAH C.C YE SONSUZ HAMDÜ SENLAR OLSUN SALAT VE SELAMLARIN EN GÜELİ HZ. PEYGAMBERİME S.A.V E OLSUN Kİ BU KADAR ŞANSLI İNSANLARIZ ALLAH HEPİNİZDEN RAZI OLSUN
SENİ NE ÇOK ÖZLEDİK H.Z RASULE EVLAD OLAN EFENDİM SELAM SENİN ÜZERİNE OLSUN. yazıyı hazırladığınız için ALLAH cc razı olsun....
RABBIM BU SOHBETİ HAZIRLAYANLARDAN BU GÜZEL SOHBETİYLE BİZİ AYDINLATAN ABDULLAH FARUKİ EL MÜCEDDİDİ EFENDİDEN RAZI OLSUN.
ÇOK GÜZEL BİR SÖYLEŞİ İNSANI BİLGİLENDİRİYOR ALLAH RAZI OLSUN
gerçekten bilincimizi arttıran bir yazı Allah (c.c)razı olsun.