Yaratan ve yaratılan arasında arzu edilen ünsiyetin meydana gelmesi, kulluk ile doğrudan alâkalıdır. Kulluğumuzdaki tezahürler de bu ünsiyetin kuvvetini ve derecesini ortaya çıkarır.
Kulluğu şekillendiren, evvelde tam bir teslimiyettir. Kul olmamız hasebiyle üzerimize tevdi edilen emir ve nehiylerden murat ise, teslimiyetimizin salimen fiillerimizde de zahir olması, gönüllerdeki huşunun amellere dökülmesidir. Bizi biz kılan bütün varlığımızın, Yaratanımız’a teslimiyette, kulluğumuzda mündemiç bir hâl arz etmesi, Rabbimiz’in kullarını imtihandan muradına isabet etmesi demektir. İbadetlerimizin tam şuuruna erebilme, teslim olmuş bir kalple Rabbimiz’e yönelebilme ve iç âlemimizdeki aydınlıkların amellerimizde şuû bulması için; evveliyette varlık gayesine uygun olarak hayatımızın şekillenmesi yani madde ve manada kirlerden arınmak zorunluluk arz etmektedir. Makbul bir amel, o amelin erkân ve edeb ölçülerine isabeti kadar hatta daha mühimce, içinde ihlâs nurları parlayan, yüzü rızayı ilâhiye müteveccih bir kalb sahibinden zahir olmasına bakar. Bu makbuliyet; tevazu, acziyet, korku ve umutta kat edilen derecelere göre farklılık arz etmektedir. Sadırlarda rıza nimetine açılan müevvel kapıların aralanması, daha ötede ise emirlere harfiyen iktida gayreti ile yakınlık arzusunda olan kulda, razı olunmuş ve ilâhi kudretin tecellilerine aşina, dünya ve âhirette korkudan emin Hak yakınlığına eren dostlar zümresine dâhil olma nimeti vardır. İbadetlerin şuuruna varabilme kulu, yapılan ibadetle kazanılacağı umut edilen sevapların ötesinde nice
büyük nimetlere taşır. Bu şuurda şu iki haslet olmalıdır:
1) İbadetlerin, Allah’ın emri olduğu şuurunu muhafaza etme ve emrin kıymetini emredenin kadrine göre takdir etme cihetiyle kıymet verme: Rabbimizin kullarına emirlerde bulunması insana asıl olarak açık bir iltifatın varlığını göstermektedir. Eksikliklerden münezzeh olan Yüce Mevlâ’mız kullarına emirler vermekle onları Zât-ı Celîl’ine muhatap kılmıştır ki Rabbimizin emirleri sadece ve sadece teslimiyet ve rızaya çağırmaktadır.
2) İbadet ederken, ibadetin vasıflarına riayet şuurunu muhafaza etme: Bütün ibadetlerin menheci emir olarak Allah’ü Zülcelâl Hazretlerine varırken, bu emirlerin kullar tarafından salimen icra edilebilmesi ise Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz’in örnek yaşayışında sahih ve kâmil ölçülerini bulmuştur. İbadetlerin vasıflarına riayet şuurunu muhafaza etmemek, hem emredene hem de bu emre nasıl iktida edileceğini kullara gösteren İki Cihan Nebî’sine (s.a.v.) bağlılık, teslimiyet ve sadakatin zayıflığını göstermektedir.
İçerisinde bulunduğumuz mübarek ramazan ayının ihyası noktasında da önemine değindiğimiz şu hususlara dikkat edilmelidir:
Bu ay Kur’an ve oruç ayıdır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: ’Kur’an ve oruç, kıyamet gününde kula şefaat eder. Oruç: ’Rabbim, onu yemekten ve şehevî arzulardan alıkoydum. Onun için bana şefaat hakkı tanı!’ der. Kur’ân da: ’Onu gece uykusuz bıraktım. Uykusunu terk ederek beni okudu. Bu sebeple ona şefaat etmeme izin ver!’ der. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: ’Bu ikisi şefaat ederler.? (Müsned) Bu nebevî müjdeden fazlaca nasiplenebilmek için Kur’ân-ı Kerim ile fazlaca hemhâl olmalı ve azalarımızı da kötülüklerden koruyarak orucumuza dikkat etmeliyiz.
Kadir Gecesi’nin ihyası, ramazanın ihyasında önemli bir yer tutar. Kadir Gecesi’ne rast gelememe korkusu da içimizde hep vardır; ancak yine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) kalbinde bu korkuyu yaşayan ümmetine bir müjde ile Kadir Gecesi’nden nasiplenme nimetini garanti etmektedir: ’Ramazan ayı çıkıncaya kadar akşam ve yatsı namazlarını cemaat ile kılarsa Kadir gecesinden fazla bir hisse alır.’ (İ.Canan, K. Sitte Ter. ve Şerhi, Akçağ Yay.: 4/399-400.)
Hem ramazanın hem de Kadir Gecesi’nin ihyasında son on günün itikâfla geçirilmesi de önemli bir yet tutar. Nefsin ıslahı ve daha birçok hikmeti de içinde barındıran itikâf ibadetini Peygamber Efendimiz (s.a.v.) aksatmaksızın her ramazanın sonunda ifa etmiştir. Efendimiz (s.a.v.)’in, Kadir Gecesi’nin ramazan ayının özellikle son on gününde aranması yönündeki emirleri ve son on günde itikâfa niyet etmeleri Kadir Gecesi’ni ihya hususundaki sünnetlerindendir. (Buhârî, Fadl-u Leyleti’l-Kadr 3)
Ramazan hayır hasenat ayıdır. İbni Abbas (r.anhuma) Cihan Serveri Efendimizin bu aydaki hayır ve hasenatını şöyle anlatıyor: ’Rasûlullah (s.a.v.) insanların en cömerdi idi. O’nun en cömert olduğu anlar da ramazanda Cebrail’in kendisiyle buluştuğu zamanlardı. Cebrail (a.s.), ramazanın her gecesinde Hz. Peygamber ile buluşur, (karşılıklı) Kur’an okurlardı. Bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v.) Cebrail ile buluştuğunda, esmek için engel tanımayan bereketli rüzgârdan daha cömert davranırdı.? (Buhârî, Savm 7)
Teravih ve gece namazlarıyla, okunana Kur’an hatimleriyle, kalkılan sahurları ve tutulan oruçlarıyla, yapılan hayırlarla, edilen dua ve tesbihatla, eda edilen itikâflar ve ihya edilen Kadir Gecesi’yle bu bereketli ayda bizlere büyük nimetler lutfedilmişken, ramazanı ihya edenler kervanına katılmayıp geri kalanlardan olmak ise çok üzücüdür. Rabbimiz (c.c.) Hazretleri bütün Müslümanları ramazandan hakkıyla istifade edenlerden kılsın. Zira Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor ki:
Peygamber (s.a.v.) minbere çıkıp ’Âmin, âmin, âmin!? dedi. Kendisine; ’Yâ Rasûlallah! Minbere çıkıp üç defa ’Âmin, âmin, âmin!’ dedin. Bunun sebebi nedir?? denilince şöyle buyurdu: ’Bana Cebrail (a.s.) geldi ve ’Kim Ramazan ayına yetişir de bağışlanmayarak Cehennem’e girerse Allah onu rahmetinden uzaklaştırsın!’ dedi. Ve ’Âmin de!’ dedi. Ben de âmin dedim.? (İbn-i Hüzeyme)
Bir de bayram günlerine dikkat etmek gerekir. Bayram oruçtan kurtulma değil, bir ramazanı hatta üç ayları Allah’a kulluğa has kılabilme gayretinin sonunda yine Mevlâ’mızın lutfettiği sevinç günleridir. Ebû Ümâme (r.a.)’in anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: ’Kim her iki bayramın da gecesini, Allah’tan sevap umarak ibadetle geçirirse kalplerin öldüğü günde kalbi ölmez.’ (İbn-i Mâce, 563, 1782)
Ramazanın İhyası
Özlenen Rehber Dergisi 43. Sayı
Allah razı olsun üstadım