El-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
Dinimizin emirlerinin hafife alınıp göz ardı edildiği, maddiyat uğruna her şeyden taviz verildiği günümüzde zekât mevsimine girmiş bulunmaktayız.
Şeriatın emirlerine ittibâ, imanın kuvveti nispetindedir. İlâhî emirlerin kişilerdeki tesir ve kuvveti, bu emri veren zata olan kurbiyyet derecesinde gerçekleşir. Şeriatın emirleri ruha kuvvet verirken, nefse yük getirir.
Bu ölçülere nazaran kişi, zekât hususundaki tutumunu gözden geçirmelidir. Zekât vermek bir atıyye veya ikram değil; zengin Mü’min’in boynunun borcudur.
Bu yazımızda zekâtın yükümlülük yönüne kısaca ve basit bir şekilde değinmeye çalışacağız.
Zekât Nedir?
Zekât, lügatte; artma, ziyadeleşme, temizlenme, temizlik ve bereket manalarına gelir.
Dinî bir terim olarak ise; üzerinden 1 yıl geçmiş nisap miktarı maldan bir parçanın, Allah (c.c.)’nun, Kur’ân’da belirlediği yerlere verilmesi demektir.
Zekâtın Önemi
Zekât, hicretin ikinci senesinde, oruçtan önce farz kılınmıştır. İslâm’da namazdan sonra gelen farz, zekâttır. Önemine binaen, Kur’ân-ı Kerim’de otuz iki yerde, namazla birlikte zikredilmiştir. ’Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin...?(el-Bakara, 2/43), ’Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin, arıtıp yücelteceğin bir sadaka al ve onlar için dua et; çünkü senin duan onlara huzur verir. Allah işitendir, bilendir.?(et-Tevbe, 9/103) âyetleri zekâtın farziyetine delalet eden âyetlerden birkaçıdır.
Zekât, İslâm dininin dünya hayatıyla âhiret hayatını birbirinden ayırmayan bir din olduğunun açık delilidir. Zekât verilerek İslâm Devleti’nin hayat damarı kana kavuşacak, dünyevî hayatımız tanzim edilecek, ebedî saadet kazanılacaktır. Öyleyse zekât, Rasûlullah (s.a.v.)’in ifadesiyle ’İslâm’ın köprüsüdür.?(Taberânî, Evsat) Bu köprü âhiret ile dünyayı, ümmet ile devleti, fakir ile zengini, madde ile manayı, Allah’la kulu birleştiren bir köprüdür.
Zekât Vermeyenin Âhiretteki Durumu
Zekât vermeyenlerin kıyamet gününde karşılaşacakları feci akıbetler Kur’ân-ı Kerim’de şöyle zikredilmiştir.
- ’?Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele. O gün bunlar Cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve ’İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi, tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızın tadını!’ denilecek.?(et-Tevbe, 9/34-35)
- ’İçlerinden, ’Eğer Allah bize lütuf ve kereminden verirse mutlaka bol bol sadaka veririz ve mutlaka sâlihlerden oluruz.’ diye Allah’a söz verenler de vardır. Fakat Allah lütuf ve kereminden onlara verince, onda cimrilik ettiler ve yüz çevirerek dönüp gittiler. Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için o da kalplerine, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar (sürecek) bir nifak soktu. Allah’ın, içlerinde gizlediklerini ve fısıltılarını bildiğini ve Allah’ın gaybleri çok iyi bilen olduğunu bilmediler mi??(et-Tevbe, 9/75-78)
Bu hususta Peygamberimiz (s.a.v.)’den bizlere nakledilen hadislere misal olarak ise şunları zikredebiliriz:
- Hz. Ebû Hureyre ve Hz. Câbir (r.anhümâ) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: ’Deve, sığır veya davar sahibi olup da, Allah’ın bunlardaki hakkını eda etmeyen herkese kıyamet günü bu mallar, olduğundan daha çok ve oldukça iri ve şişman olarak geleceklerdir. Adam, onlar için, düz ve geniş bir yere oturtulacak, hayvanlar bacakları ve tabanlarıyla onun üzerinden geçecekler. Geçiş sırasında boynuzlarıyla toslayacaklar ve ayaklarıyla ezecekler. İçlerinde boynuzsuz veya boynuzu kırık biri bulunmayacak. Bu şekilde sonuncusu da onun üzerinden geçince, birincisi aynı geçişe tekrar başlayacak. Mahlûkatın hesabı tamamlanıp hüküm verilinceye kadar bu hâl devam edecek.
Yine kenze (hazineye) sahip olup da (Allah’ın) ondaki hakkını ödemeyen herkese, kıyamet günü hazinesi, dazlak başlı bir yılan olarak gelecek, ağzını açıp peşine düşecektir. Yılan yaklaştıkça adam ondan kaçacak. Sonunda yılan ona: ’Gizlediğin hazineni al! Ben ondan müstağniyim!’ diye bağıracak. Adam, neticede yılandan kaçma çaresinin olmadığını anlayınca, elini yılanın ağzına sokacak. Yılan da onu, aygırın (alafı) kemirmesi gibi kemiriverecek.’(Buhârî, Zekât 3)
Müslim’in bir rivayetinde ise ’...Herifin üzerinden (hayvanların) sonuncuları geçince öncekiler tekrar geçmeye başlar. Bu hâl, Allah kullarının arasında miktarı sizin senelerinizle elli bin sene olan bir günde hükmedinceye kadar böyle devam eder. Sonra ya Cennet’e veya Cehennem’e giden yol kendisine gösterilir.’
- Amr bin Şuayb babasından o da babasından rivayet ettiğine göre: Rasûlullah (s.a.v.)’e bir kadın, beraberinde bir kızı olduğu hâlde geldi. Kızın elinde, altından (yapılmış) kalın iki bilezik vardı. (Rasûlullah (s.a.v.) kadına:)
’Bunların zekâtını verdin mi?’ diye sordu. Kadın:
’Hayır!’ diye cevap verdi. Rasûlullah:
’Kıyamet günü Allah’ın, onları sana ateşten iki bilezik yapması seni memnun eder mi?’ dedi. Bunun üzerine kadın, bilezikleri derhal çıkarıp Rasûlullah’ın önüne bıraktı ve:
’Bunlar Allah ve Rasûlü’ne aittir!’ dedi.(Ebû Dâvûd, Zekât 3, 1563)
Zekât Vermemenin Dünyadaki Hükmü
İhmalden ötürü zekât vermeyen kişiye verilecek dünyevî cezayı Rasûlullah (s.a.v.) şöyle belirlemiştir: ’Ecrini Allah’tan isteyerek malının zekâtını ödeyene ecri verilir. Zekâtını vermeyenin zekâtını ve develerinin yarısını Rabbimiz Allah Teâlâ’nın bir alacağı olarak alırız. Zekâttan hiçbir şey Muhammed’in âline helâl değildir.?(Neylü’l-Evtâr, IV, 121)
Âlimler bu hadisten, zekât vermeyen kişinin malından ilk önce zekât alınacağı, zekâttan arta kalan malının ise yarısına el konacağı hükümlerini çıkarmışlardır. Bunun haricinde Kadı, ta’zir (Kadı’nın belirleyeceği hapis, falaka vs.) cezası da verebilmektedir.
Eğer kişi zekâtın farz oluşuna inanmadığından ötürü zekât vermezse kâfir olur ve İslâm Devleti’nde devlet tarafından öldürülür.
İnkâr sebebiyle zekâtını ödemeyen toplulukla savaşılır. Nitekim ilk halife Hz. Ebû Bekir döneminde böyle yapılmıştır. Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) vefat edince, ondan sonra Ebû Bekir (r.a.) halife seçildi. Bunun üzerine bedevîlerden bir kısmı ’irtidat’ etti. (Hz. Ebû Bekir halife olarak onlarla savaşmaya karar verince) Hz. Ömer:
’Rasûlullah (s.a.v.); ’İnsanlar lâ ilâhe illallâh deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Bunu söylediler mi, benden mallarını ve nefislerini korurlar. (İslâm’ın) hakkı hariç, artık hesapları da Allah’a kalmıştır!’ demiş iken, sen nasıl insanlarla savaşırsın?’ dedi. Hz. Ebû Bekir:
’Allah’a yemin olsun, namazla zekâtın arasını ayıranlarla savaşacağım. Zira zekât, malın hakkıdır. Vallahi, Rasûlullah (s.a.v.)’e vermekte oldukları bir oğlağı vermekten vazgeçseler, onu almak için onlarla savaşacağım.’ dedi. Hz. Ömer sonradan demiştir ki: ’Allah’a yemin ederim! Anladım ki, Hz. Ebû Bekir’in bu görüşü, Allah’ın savaş meselesinde ona ilhamından başka bir şey değildi. İyice anladım ki, bu karar hakmış.’(Buhârî, İ’tisâm 2)
İbn-i Kesîr’in Abdurrezzâk’tan iktibas ederek kaydettiği bir rivâyete göre, altın ve gümüşü Allah yolunda harcamadan biriktirenleri tehdit eden âyet geldiği zaman, Rasûlullah (s.a.v.); ’Altın ve gümüş (biriktirenler) kahrolsunlar!’ buyurur ve bunu üç kere tekrar eder. Bu hal, Ashâb’a çok ağır gelir ve aralarında: ’Hangi maldan edinmeliyiz?’ diye birbirlerine sorarlar. Hz. Ömer atılarak: ’Ben sizin için bunu öğreneceğim.’ der ve durumu Rasûlullah’a arz eder. Ashâb’ın, hangi maldan edinebileceklerini sormakta olduklarını söyler. Rasûlullah (s.a.v.)’in cevabı şudur: ’Zikreden bir dil, şükreden bir kalp, dinine yardımcı olacak bir eş.’
Zekâtın Dünyevî ve Uhrevî Faydaları
- Zekât, mal üzerinde başkasının gözünün kalmamasını sağlar. Zekât, gücü yeten insanların iş kurmaları için sermaye, âciz olanların ise normal bir hayat sürdürmeleri için bir kaynak olur. Böylelikle toplumda işsizlik, hırssızlık gibi olumsuzluklar azalmış olur.
- Zekât, Allah’ın verdiği mal için bir şükürdür. Zekât, gelir dağılımındaki uçurumların kapanmasına bir vesiledir.
- Zekât, malı musibetlerden korur. Rasûlullah (s.a.v.): ’Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı sadakayla tedavi edin, belaya duayla karşı koyun.? buyurmuştur.(Ebû Dâvûd, Merâsîl)
- Zekât, Hakk’a ve halka karşı bir borçtur. Rasûlullah (s.a.v.), ’Eğer zekâtını verirsen üzerindeki borcu ödemiş olursun. Kim haram malı toplasa, sonra onu tamamen tasadduk etse yine de o maldan kendisine bir sevap ulaşmaz. Üstelik vebali üzerindedir.? buyurmuştur.(Hâkim; İbn-i Hibbân)
- Zekât, kişinin nefsi için bir temizliktir. Rasûlullah (s.a.v.), ’Malının zekâtını ödedin mi kendinden onun şerrini defettin demektir.? buyurmuştur.(Hâkim)
- Zekât vermek, kişinin imanına delalettir. Rasûlullah (s.a.v.), ’Müslümanlığınızın tam ve kâmil olması zekâtınızı vermenizle olur.? buyurmuştur.(Bezzâr)
- Zekât, diğer ibadetlerin kabulü için gereklidir. Abdullah İbn-i Mes’ûd (r.a.) şöyle demiştir: ’Biz namazı hakkıyla kılmak ve zekâtı vermekle emrolunduk. Kim zekâtı vermezse namazı kabul edilmez.?(İbn-i Hİbbân; İbn-i Huzeyme)
- Zekât, insanı cimrilikten kurtarır.
Görüldüğü üzere Allah katında, zekât vermeyenin imanı noksan ve yapmış olduğu diğer ibadetlerin de hiçbir kıymeti olmayacaktır.
Kişi nasıl ki Allah’ın kendisine ihsan ve kereminden bol bol vermesini istiyorsa, zekât verirken de öyle bol vermelidir. ’Nasıl daha az veririm?? diyerek küçük hesapların peşinde koşmamalıdır.
Rabbim şeriatın emirlerini öğrenmeyi ve onlarla ihlâslı bir şekilde amel etmeyi cümlemize nasip etsin! Âmin!
Faydalanılan Eserler:
1. İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, Vehbe Zuhaylî, 3, 350.
2. Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, İbrahim Canan, VII.
Namazdan Sonra Dinin En Önemli Rüknü; Zekat
Özlenen Rehber Dergisi 43. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.