Eskiler?
Eski, kelime manası olarak; kullanılmış, yeniliğini kaybetmiş, kullanılamaz hâle gelmiş, başlıktaki ifadesiyle de geçmiş zaman manalarını ifade eder.
İnsanoğlunun geçmişe olan özlemi, geçmişin çekiciliği ve gizemi hep var olagelmiştir. Geleceğe ait planlar ve tasarımlar çoğu kez hayalcilik gibi algılanırken, bir varmış bir yokmuş diye başlayan masallar hep dinlene gelmiştir. Annelerimizin, ninelerimizin masalları ile büyümüşüzdür hep, masalları gerçek tadında dinleyerek.
Üç arkadaş bir araya gelsek; ya okul anıları tazelenir, ya da geçmişe ait güzellikler. Belki geçen ömrümüzün beyhudeliğine yanarız, belki geçen gençliğimize. Çoğu kez de şunu işitmişizdir büyüklerimizden: ’Nerde eski günler, eski bayramlar, eski Ramazanlar??
Eski deyince, gidelim eskilere, ta o eskimeyen ve hiç eskimeyecek zamanlara, tazeliğini ve diriliğini hâlâ ilk gün gibi koruyan Asr-ı Saadet zamanına. Zamanı geri çevirip de bizim saadet asrına dönme imkânımız yok. Ama o gün yaşananları bu güne taşıyarak o zamanı bu zamanda yaşama, o sevgiyi bu zamanda tatma imkânımız çok. Peki, nasıldı Efendimiz’in Ramazan Bayramı?
Ramazan ve Teravih?
Peygamber Efendimiz, Ramazan’ın hazırlığına Recep ve Şaban aylarını ihya ederek başlardı. Recep ve Şaban aylarında daha çok oruç tutar, farz namazların yanında nafile kılar; zikir ve tesbihini, hamdini ve şükrünü daha da artırır, yoksullara daha çok sadaka verirdi.
Efendimiz (s.a.v.), Ramazan ayında yatsı namazının ardından teravih namazı kılmıştır. Hz. Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre; bir Ramazan gecesi Rasûl-i Ekrem, mescid-i saadette teravih namazı kıldı. Ashâb-ı Kirâm da kendisine iktidâ edip kıldılar. Ertesi gece de böyle cemaatle kıldılar. Halk çoğaldı, üçüncü veya dördüncü gece yine toplanmışlardı, fakat Rasûlullah (s.a.v.) o gece teravihe çıkmadı. Sabahleyin çıkıp namazdan sonra; ’Ey insanlar! Sizin cemaatle teravih namazı kılmaya olan şiddetli arzu ve iştiyakınızı görüyorum. Benim için de namaza çıkmaya hiçbir mani yoktu. Yalnız, böyle aşırı bir iştiyak ile devam edilerek üzerinize farz kılınmasından, sizin de edasına muktedir olamamanızdan endişe ettim.? buyurdu.(Buhârî, Salâtu’t-Terâvîh 1)
Rasûl-i Ekrem, teravih namazını birkaç gece müstesna olmak üzere münferiden kılmağa devam buyurdukları gibi, ashâbını da; ’Her kim teravih namazını, hak olduğuna inanarak ve riya karıştırmayarak Allah rızası için kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır.? diye teşvik buyururlardı. Bu hadisi, Buhârî ’Nafile olan teravih namazını kılmak imandandır.? unvanıyla açtığı bir babında zikretmiştir. İmam Ebû Hanife de; ’Teravih, sünnet-i müekkededir.? buyurmuştur.
Efendimiz (s.a.v.), Ramazan ayının son on günü mescitte itikâfa girerdi. Zikir, tesbih ve tefekkürle meşgul olurdu. ’Kardeşim? buyurduğu Cebrail (a.s.) ile Kur’ân-ı Kerim’i karşılıklı okur ve dinlerlerdi. Bu gün camilerimizde yapılan mukabele Efendimiz’in sünnetidir.
Sahâbe Efendilerimiz de, Peygamber Efendimiz’in irtihalinden sonra teravih sünnetini büyük bir iştiyakla devam ettirmişlerdir. Urve’nin, Abdurrahman b. Abdü’l-Kârî’den rivayetine göre, Abdurrahman demiştir ki; ’Bir Ramazan gecesi Ömer b. Hattâb (r.a.) ile mescide çıkmıştık. Kimi kendi başına namaz kılıyor, kimi namaz kılan birine tabi oluyordu. Hz. Ömer; ’Öyle zannediyorum ki, bunları bir imam arkasında toplasam daha hoş olacak.? dedi. Sonra azmetti ve ertesi günü, Ubeyy b. Ka’b (r.a.)’ı teravih imamı tayin edip cemaati onun arkasında topladı. Teravih namazı cemaatle kılınmaya başladı. Bir başka gece cemaat, imamları Ubeyy b. Ka’b ile beraber namaz kılıyorlardı. Hz. Ömer, halkın vecd ile namaz kıldıklarını görünce, ’Şu teravihin böyle cemaatle kılınması her yönüyle ne güzel âdet oldu.? diye sevincini izhar eyledi.
Bayram?
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Bayram namazını bazen mescitte, bazen açık alandaki namazgâhta kılmıştır. Cemaatine özellikle sıla-i rahmi tavsiye buyurmuş, ’Tekbir getirmek suretiyle bayramlarınızı süsleyiniz.? demiştir. Çocukları, özellikle öksüz ve yetimleri ziyaret etmiş ve onları sevindirmiştir.
Osmanlı Devleti’nde ise üç aylar diğer zamanlardan çok daha farklı yaşanan zaman dilimleridir. Bu dönemde gerçekleştirilen en önemli gelenek hiç şüphesiz ’Sürre? alaylarıdır.
Sürre alayı, Haç mevsiminde kutsal topraklara ulaşması için, üç ayların başı olan Recep ayının 12. günü Hacca gidecek Müslümanlar ile birlikte yola çıkar, Şam’da Ramazan ayını geçirdikten sonra İstanbul’dan Harameyn’e (Mekke ve Medine) armağan olarak gönderilen hediyeleri dağıtırlardı. Bu hediyeler para ve örtülerdi. Paralar; fakirlere, hacılara, Kâbe hizmetlerine ve mescit inşalarına harcanırdı.
Kâbe örtüsü yenisiyle değiştirilir, Sultan’ın adını taşıyan Kâbe kuşağı Kâbe’ye sarılırdı. İlk Surre alayı Çelebi Mehmed tarafından 14000 altınla gönderilmiştir.
Ramazanların değişmez görüntüsü ’Mahya?nın hazırlanıp iki minare arasına asılması da bir başka güzellikti. Halk tekbirlerle bu olaya eşlik ederdi.
İftar yaklaşırken okunan ’Muhammedîyeler? Peygamber (s.a.v.)’in sevgisinin yüreklerde doruğa çıkmasına hizmet ederdi. İftardan sonra büyük camilere gidilir, İstanbul’un en meşhur hocalarının imamlığında teravih namazları kılınırdı.
Eskiden bayramlar bir başka güzeldi. Çocuklara yeni elbiseler alınır, en güzel bayram yemekleri ve tatlılar yapılırdı. Sıla-i rahim ve kabir ziyaretleri unutulmazdı.
Günümüz Ramazanları ve bayramları da gün gelecek eskiler arasına katılacak. Geride güzellikler adına, özlenecek Ramazanlar ve bayramlar bırakmak dileğiyle?
Faydalanılan Eserler:
1. Üç Aylar ve Kandiller, Rehber Yay.
2. V. BAHADIROĞLU, Biz Osmanlıyız.
Eski Ramazanlar,eski Bayramlar
Özlenen Rehber Dergisi 43. Sayı
elllerinize sağlık
Elinize sağlık,Allah razı olsun...