Rebiyülevvel ayının 12. gecesinde, bundan 1435 yıl önce Kâinatın Efendisi, İki Cihan Güneşi, Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v.) dünyaya teşrif etmişti. Dünya varolalı beri en kutlu doğuma şahit olmuş, yeniden umutla dolmuştu. Kâinat O’nun teşrifiyle şerefyap olmuş, varlık O’nunla yeniden kıymet bulmuştu. O’nu görüp îman edenler insanların en faziletlisi olmuş, gezdiği mekânlar fazilet beldelerine tebeddül etmişti. Sevgili Peygamberimiz’in kırk yaşında yakacağı hidayet çırağı kıyamete kadar sürecek ve nice güzelliklerin, Hakk davasında fedakârlıkların membaı olacaktı.
Küfrün namahrem eli mukaddesatımıza uzanamasın diyerek îman uğruna canların siper edildiği, Hakk davasında fedakarlıkların en güzel örneklerinden birisini canlandıran tarihimizden bir sayfa da Çanakkale Savaşı’dır.
Çanakkale? Ulvî bir dava ve mücadelenin destanlaştığı şehir. Îmanın küfre galebesine şahit olan şehir. Mukaddesat uğruna canlarını feda etmekten çekinmeyen ecdadımızın kanlarıyla sulanan şehir.
Son yıllarda Çanakkale’ye olan yoğun ilgi kimi çevreleri rahatsız etmiştir. Savaşa dair yazılanlar ve anlatılanlar tarihî gerçekler olmasına rağmen, bu çevreler tarafından uydurma ve hurafe olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu çabalar beyhudedir elbette. Çanakkale Savaşları şanlı tarihimizdeki yerini çoktan almıştır, kendi vatanına ve ecdadına düşman olanların bunu silmeye gücü yetmeyecektir. Bu gün, o günkü savaş şartlarını incelediğimizde Rabbimiz’in yardımı olmadan, o manevî gücü bulmadan savaşın kazanılmasına imkân yoktu. Cenâb-ı Hakk’ın yardımı muhakkak ve açıktır. Rabbimiz kendi kelamında buyurmuyor mu?
’Ey inananlar! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), o da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.? (Muhammed sûresi, 47/7), ’?Allah da dilediğini yardımıyla destekliyordu. Basireti olanlar için bunda elbette ibret vardır.? (Âl-i İmrân sûresi, 3/13), ’Evet, sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.? (Âl-i İmrân sûresi, 3/125)
Cenâb-ı Hakk’ın bu yardımını sadece biz değil düşmanlarımız bile açık açık görmüş ve itiraf etmişlerdir.
Çanakkale Savaşları sırasında İngiliz İmparatorluğu’nun savaş bakanı ve 2. Dünya savaşında İngiltere başbakanı olan Churchill bakın ne diyor?
’Anlamıyor musunuz? Biz Çanakkale’de Türklerle değil Allah ile savaştık, tabii ki yenildik.?
İtilaf Devletleri kumandanı İngiliz generali Sir lan Hamilton günlüğüne şu notu düşmüştür: ’Bu sefer İsmailoğlu tepesini hiçbir kuvvet elimizden kurtaramazdı, ama sabahın erken saatlerinde durumda hiç umulmadık bir değişme başladı. Gittikçe yoğunlaşan bir sis etrafı göz gözü görmez hale getirmişti. Top sesleri birer birer dindi ve cephe sustu. Allah Türklerden yana idi.? (General Sir lan Hamilton, 21 Ağustos 1915)
Evet! Rabbimiz bizden yana idi. Bunu Rabbimiz’e hamd ve şükrederek, öğünerek ve gururla söylüyoruz.
Buram buram şanlı tarihimizin yaşadığı o beldeden birkaç tablo ve hatırat şöyledir...
KAYBOLAN İNGİLİZ TABURU
Çanakkale Savaşlarının en önemli ve en ilginç olaylarından biri de, kaybolan İngiliz taburudur. Bu olayın sırlı havası, hala insanları kendisiyle meşgul etmektedir.
Çanakkale Savaşı, içinden çıkılmaz bir hale geldikçe İngilizler taze kuvvet getirmeye devam ediyorlardı. Sömürgelerinden topladıkları askerlerin yetersizliğini görünce, son dönemde, seçkin İngiliz askerlerini de Çanakkale’ye sürmüşlerdi. İşte bunlardan en önemlilerinden biri de 29 Temmuz’da İngiltere’den yola çıkarılan Kraliyet Norfolk alayı idi.
General Sir lan Hamilton, Suvla çıkarması sırasında bu alaydan bir taburu 12 Ağustos günü öğleden sonra ileri bir hareket için görevlendirdi. O gece şafakla yapılacak büyük taarruz için yol açacaklar, pusuda olduğu sanılan Mehmetçikleri ortadan kaldıracaklardı. Hedefleri 60. tepe idi. Bizimkilerin ’Bomba tepe? dedikleri bu yer ne pahasına olursa olsun alınacaktı. Bu, başkomutanın emri idi.
163. tümen, ancak 900 metre ilerlemişti ki, müthiş bir karşı ateşle durduruldu. Ne geriye ne de ileriye gidebiliyorlardı. Sağ taraftaki Norfolk alayının 4. taburu ciddi bir direniş görmediğinden ilerlemeye devam etti. Onların hedefi 60. tepe idi. ’Bu hareket başarılı olursa bir haftada İstanbul’u alıp Türkiye’yi haritadan sileriz!? diyorlardı.
Albay Sir Beauchamp 16 subay ve 250 askerden meydana gelen taburunu sağa doğru kaydırarak diğer birliklerle irtibatını kopardı ve ileri emrini verdi. Hedef belli idi, 60. tepe. Ancak o tepenin üzerinde somun gibi, gri renkli bir bulut duruyordu. Etrafında benzeri birkaç bulut daha çeşitli mesafelerde bulunuyor, esen rüzgârdan etkilenmeden şekillerini ve yerlerini koruyorlardı.
İngiltere kraliyet muhafız alayının 4. taburu tepeye vardığında büyüyen bulutun içine girdi korkunç bir sessizlik oldu. Türk tarafı da ateşi kesmişti. Bütün İngilizler sis içinde kalınca bulut kümesi alacağını almış yükünü tutmuş gibi yükseldi. Herhangi bir bulut gibi yukarıda duran diğerlerine ulaşıncaya kadar havalandı. Diğer bulutlarla beraber Trakya tarafına doğru gittiler ve bir süre sonra gözden kayboldular. Geride hiçbir şey kalmamıştı. Ne bir asker, ne bir silah, ne de bir teçhizat? Hiçbir şey?
Bu olayı bir film şeridi gibi izleyen üç Yeni Zellandalı asker diğer arkadaşları adına da yeminli ifadelerini yazılı ve imzalı olarak açıkladılar.
Hamilton, savaş bakanına gönderdiği telgrafla bu konuda şu bilgiyi verir:
’Savaş sırasında 163. tümen her bakımdan üstün olduğu anda çok garip bir şey meydana geldi. Türklerin zayıflamakta olan kuvvetlerine karşı albay Sir Beauchamp, cesur, kendinden emin bir subay olarak büyük bir gayretle ve hızla ilerledi. Savaşın en güzel kısmı böyle başladı. Bu sırada askerin çoğu yaralı ve susuzluktan perişan haldeydi. Bunlar kampa ancak gece vakti dönebildiler. Fakat albay, 16 subayı ve 250 askeriyle önüne düşmanı katmış hızla ilerliyordu. Daha sonra bunların hiçbirinden haber alınamadı. Ormanlık bölgeye hücum ettikten sonra gözden kayboldular, sesleri bir daha duyulmadı. İçlerinden hiçbiri geri dönmedi??
Savaşın hemen ardından 1918’de İngiltere bu kayıp birliği Türkiye’den ister, ancak her şeyin ince ince kaydını tutan devletin bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. İngiliz taburu ne esir alınmış, ne de öldürülmüştür?
Ramazan Bayramı’nın ilk gününe rastlayan o güne, sabah topluca kıldıkları bayram namazıyla başlayan Mehmetçiklere bir bayram hediyesi miydi bu esrarengiz olay? Türk tarafının çoktan unuttuğu bu olay İngiltere’de unutulmuyor.
İngiliz tarihçilerin ve o taburda görevli asker ailelerinin 86 yıldır yaptıkları araştırmalar sonuçsuz kalıyor. Gerek Türk ve gerekse İngiliz araştırma ekiplerinin bütün çabaları boşa gidiyor ve kayıp tabur sırrını hala koruyor.1
ÇANAKKALE’NİN ÖRTÜLÜ GÜZELLİĞİ! GÜZELLER GÜZELİ!
’Yıl 1928? Osmanlı’nın son dönem âlim, ârif ve zarif hocalarından biri, Alasonyalı Cemal ÖĞÜT hocaefendi, hacca gider. O günlerde hacca gitmenin birçok zorluğu vardır; ancak bütün bu engelleri hiç yılmadan ve şikayetsiz olarak aşar ve Beytullah’a ulaşır. Çünkü davet, bizzat Efendimiz (s.a.v.)’den gelmiştir.
Büyük bir hasretle, aşkla, iştiyakla yapılan bu hac ibadeti anlatılamaz feyizlerle ve hatıralarla doludur. Evet, bu hatıralar anlatılamaz ve açıklanamaz; çünkü o yıllar hac ibadetinin yasaklandığı zor ve acılı yıllardır. Ama o hatıralardan biri vardır ki, asla unutulmamalıdır. Çünkü bu hatıra Çanakkale’nin örtülü güzelliğidir. Çünkü bu hatıra Güzeller Güzeli’nin Çanakkale’deki Mehmetçiğe, dolayısıyla da onun cephede temsil ettiği milletimize ilgisi ve sevgisidir?
Evet yıl 1928’dir? Çanakkale zaferinin üzerinden tam on üç yıl geçmiştir.
Hocaefendi, Medine-i Münevvere’de birçok değerli zevatla tanışma ve konuşma fırsatı bulur. İşte bu mübarek zatlardan biri de Efendimiz (s.a.v.)’in türbedarıdır? Allah Rasûlü’nün komşuluğunu her türlü dünyevî varlığa tercih eden bu aksakallı, ak yürekli Hakk dostu, aynı zamanda sadık bir Osmanlı’dır.
Osmanlı dostluğu artık hasrete dönüşmüş ve gözyaşlarına karışmıştır. ’Devlet-i Âliyye? der başka bir şey demez?
’Ah, o eski devir? dediği zaman dilimi resmen sona ereli henüz 10 yıl bile olmamıştır; ancak o devir Osmanlı’nın Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’de hâkim değil, hizmetçi olmayı şeref bildiği günlerdir. Bu gerçeğe rağmen Osmanlı’yı Allah ve Rasûlü için seven bu zatın tavrı, hocaefendinin hoşuna gider. Biraz da şaşırır, çünkü onun bu ilgi ve sevgisi başkalarında yoktur ve sormaktan kendini alamaz. ’Niçin bu derece Osmanlı muhabbeti? Allah ve Rasûlü’nün muhabbeti, Osmanlı’yı sevmeyi neden gerektirir?? Bu, pir-i fani olmuş, nurlanmış adam hiç duraksamadan şu cevabı verir: ’Osmanlı’yı, İslâm namına sevmek için bir hatıra bile bana yeter de artar!? Hocaefendinin ısrarı üzerine bu gerçekten tek ve eşsiz hatırayı şöyle açıklar:
1915 yılı haccına Hindistan ulemasından bir zat da gelmişti. Bu zat hem âlim, hem de derunî dünyası zengin bir Allah dostu idi. Hacdan evvel Rasûlullah’ı ziyaret için Medine-i Münevvere’ye gelmişti. Kendisiyle tanıştık. Uzun sohbetler ettik; fakat bir türlü gözünün yaşı, gönlünün kederi geçmiyordu. Bu hüznün günlerce geçmediğini görünce sebebini sordum.
’Burası cennet bahçesi Rasûlullah’ın mescidi, mekânı, makamı? Neden bu ziyaret sizi sevindirmiyor? Yoksa gözünüzden akan, sevinç gözyaşları mı??
O mübarek zat, gözyaşları daha da çoğalarak şu cevabı verdi:
’Keşke gözyaşlarım, gönlümün sevinçlerini yansıtmış olsaydı!.. Maalesef öyle değil? Ben bunca yıl sonra, nasip oldu, o Güzeller Güzeli’ni ziyarete geldim. Yanında, yakınında özlem giderecektim; fakat müşahede ettim ki Rasûlullah (s.a.v.) makamında değil? Acaba gerçekten müşahedem doğru mu? Öyleyse Rasûlullah niçin burada değil? Yoksa benim kalp gözüm mü körelmiş? Rasûlullah’ın varlığını neden hissedemiyorum? Hangi hatam, hangi günahım O’nunla olmaya, O’nunla dolmaya engeldi? İşte Medine-i Münevvere’ye geldim geleli bu düşüncelerle perişanım.?
Yaşlı türbedar bu ifadelerden sonra ne diyeceğini bilemez; ama onun da kafası karışır. Çünkü bu mübarek zatın duygu ve düşüncelerinde samimiyet gayet açıktır. Çok uzak mesafelerden manevî ve ruhanî bağlantı kurduğu Güzeller Güzeli’nin yanı başında iken görememek, duyamamak, hissedememek nedendir?
O gece yaşlı türbedar bu düşüncelerle yatağına girer. Sabah namazına doğru rüyasında Güzeller Güzeli’ni görür. Tabii çok sevinir, heyecanlanır ve Hindistanlı âlimin anlattıklarını hatırlar; ancak o konuda bir şey sormayı edebe aykırı bulur, soramaz. Fakat Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) onu merakta bırakmaz ve buyurur ki:
’Evet, hissedilen doğrudur. Ben şimdi Medine’mde değilim, Çanakkale’deyim. Çok zor durumda olan asker evlatlarımı yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Şimdi onlara yardım ediyorum.?
’Andolsun size içinizden bir Rasûl geldi ki; çok izzetlidir, sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, üstünüze titrer, müminlere çok şefkatli ve merhametlidir.? (et-Tevbe, 9/128)
Güzeller Güzeli’nin böylesine ümmeti ile ilgili olması, hocaefendiyi çok duygulandırır, derin derin düşündürür ve ağlatır.
Böylesine üzerimize titreyen, çaresizliğimizi görünce yardımımıza koşan bir şefkat ve merhamet zirvesidir bizim Peygamberimiz (s.a.v.). Allah hepimizi şefaatine mazhar buyursun!
Biz, bu güzelliğin, bu nasibin, bu lütfün farkında mıyız? Artık farkında olmayı aşmalı, layık olmaya çalışmalıyız. Hem dünya, hem de âhiret mutluluğumuz O’na yakışmalıdır. O’nun gibi yaşayabilmek, yüreğinden bir kıvılcımı yüreğimizde hissedebilmek, bizi hem iyi ümmet hem de iyi insan yapacaktır. O’nun kutlu doğumunu yâd edeceğimiz şu günlerde, kanaatimce Efendimiz (s.a.v.)’in doğumuna gerçekten sevinmek, bağlılık ve sevgimizi artırma gayretinde bulunmak ve halimizin muhasebesini yapmakla yerini bulacaktır. Evet, ’taatsiz sevgi boştur? sözü ne kadar anlamlıdır, hele de sevgimiz, kendisine itaatimizin farz kılındığı Habîbullah’a ise?
* Bu çalışmamızda; Vehbi Vakkasoğlu’nun ’Bir Destandır Çanakkale?, İbrahim Refik’in ’Çanakkale’nin Ruh Portresi?, Talha Uğurluel’in Çanakkale Gezi Rehberi?nden istifade ettik.
yaşlı bir amca , olum bu vatan için can vermiş herbir şehidin herbir damla kanı bu cennet vatan için cengaver birer askerdir ölmediler ölmeyecekler bu cennet vatanı ruhlarıylada olsa vermeyecekler demişti ve bu olayı bana ilk yayınlayan gazetenin fotokopisini vermiş ve anlatmıştı bu sitede bu olayları yayınladığınız için çok teşekkür ederim bu bilgileri okuyan herkes şehitlerimizin yüce inancıyla ürperecek ve türklüğün ve türk bayrağının onuruna sahip çıkacaklardır inşallah...
hakikaten çok iyi birşey okurken tüylerim diken diken oldu teşekkürler allah razı olsun