“Bir asker için mutluluk denen bir şey varsa, Türk’lerle omuz omuza savaşmaktır diyebilirim. Fakir insanlardı; buğday kırığında yapılmış çorba en önemli yemekleriydi; sağlıksız su içerlerdi. Çamur barınaklarda yatarlardı; fakat en modern silah ve araçlarla donanmış düşmanlarına karşı aslanlar gibi savaşırlardı... Bu insanların kalplerinde sadece ve sadece ulvi bir vatan sevgisi vardır. Ölüme onlar kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi daha görmedim.”
Beşinci Osmanlı Ordusu Kumandanı Mareşal Liman Von Sanders.
Bir yaz günü, ağustos sıcağında yola çıkarak, Abdullah Efendi Hazretlerinin kabri şeriflerini ziyaret edip, iki gün de Bursa’da misafir olduktan sonra ikindi vaktinde Çanakkale’ye vardık. İkindi namazını eda, camii cemaatiyle kısa bir sohbet, ziyaret yerleri hakkında küçük bilgilerden sonra liman tarafına hareket ediyoruz. Tatil olduğu için öğrencisi olmayan yurtta konaklama işini halledip boğaz kenarında kısa bir gezintiye çıkıyoruz.
Boğazı tam cepheden gören cadde üzerinde devasa bir top bulunmakta. Namlusu boğaza çevrilmiş, savaşı kazanmış kahraman asker edasıyla, dosta güven düşmana korku veren görüntüsüyle öyle dimdik ayakta durmakta. Sanki demekte ki: Ben buradayım. Ülkeme kastetmeye çalışanlar doksan sene önce derslerini aldılar. Sakın bir daha bu işe cüret etmeyin, gözüm üzerinizde. Ben ve vatanın sahipleri ülkemizi korumaya ve bu uğurda canlarımızı seve seve vermeye hazırız.
Sıcak yüz günü gününü sonunda güneş, deniz ve dalgaların ardına gurup etmekte. Önümüzde masmavi deniz, denizin arkasında dağlar ve yemyeşil orman, hâkim bir tepe yamacında Mehmetçik silûeti ile “Dur yolcu!” şiiri yazılıdır.
“Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir
Eğil de kulak ver bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.”
Necmeddin Halil ONAN’a ait olan bu dizeler bu toprakların önemi hakkında gelen geçen herkese çok şeyler anlatmaktadır.
Sabah erkenden kalkıyoruz. Gelibolu Yarımadasına küçük feribotlar ve büyük gemilerle geçilmekte. Feribotlar on, on beş dakika içerisinde Kilitbahir köyüne, gemi ise otuz dakika yolculuktan sonra Eceabat ilçesine ulaşmaktadır. Biz feribotla Kilitbahir köyüne geçiyoruz. Ziyaretlerimize bu noktadan başlayacağız. Kilitbahir camiinde abdest tazeliyoruz. Her karış toprağı şehit kanı ile sulanmış, her karesinde bir şehit bedeninin bulunduğu bu topraklara abdestsiz basmayalım istiyoruz. Şair ne güzel söylemiş:
“Destanını yapmış kasideye kanmış
Bir el ki, ahiretten uzanmış
Edepler gelip birer birer öpsün diye faniler
Öpelim, temizse dudaklarımız
Fakat basmasın toprağına
Temiz değilse ayaklarımız.”
Osmanlı, boğaza iki kale inşa etmiş. Kilitbahir ve Seddülbahir kaleleri. Kilitbahir kalesi, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından 1462’de yaptırılmış olup, bir strateji ve ileri görüşlülük harikasıdır. Adından da anlaşılacağı üzere, denize kilit olması için buraya yaptırılan bu kale, denizden herhangi bir düşman taarruzuna engel olmak maksadıyla inşa edilmiştir. Bu gün surları hala sağlam olan kale savaşta ordumuz tarafından kullanılmıştır.
Kaleyi ve müzeyi ziyaret ettikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Yolun hemen solunda denize bakan kıyıya paralel olarak uzanan namazgâh tabyaları vardır. Az ilerisinde Sultan İkinci Abdülhamid tarafından yaptırılan Hamidiye tabyaları görülecektir. Savaş sırasında askerlerin barınma, cephanelik ve tabya aralarında toplarını mevzileme yeri olarak kullanılmıştır. Hemen bu noktada Hamidiye tabyaları Birinci Tabur Komutanı Selim Sırrı Kayaalp’in şu hatıralarını dinliyoruz:
“Bouvet Fransız zırhlısına mermi isabet ettiren top çavuşu Cideli Mahmut çavuşun ayaklarının ikisi de kopmuştu. Sargı mahallinde, mağrur düşmanların en büyük zırhlılarından biri olan Bouvet’in batmakta olduğunu haber alınca:
‘Beni, top başına götürün.’ diye haykırmış ve top başına sedye ile çıkarılarak zırhlının Çanakkale’nin serin sularında batışını seyretmiş, sonra vazifesini hakkıyla yapmanın verdiği gönül huzuru içinde bu dünyaya gözlerini kapamıştır. Mevlâ rahmet eyleye.”(1)
Kale ve tabya ziyaretlerinden sonra yolumuza devam ediyoruz. Çok geçmeden yolumuza Çanakkale Savaşı’nın sembol isimlerinden birisi olan Koca Seyid Onbaşı çıkıyor. Seyid Onbaşıyı ziyaret etmeden, onu anlamadan Çanakkale ne anlatılır ne de anlaşılır.
Seyid, 1889 yılında, Havran ilçesinin Çamlık köyünde dünyaya gelmişti. Yoksul, toraksız bir köylünün çocuğuydu. 1909 yılında 20 yaşında askere alındı. Balkan savaşına katıldı. Birinci Cihan Harbi başlayınca terhis edilmedi. Topçu eri olarak Çanakkale’ye gönderildi.
İri yarı çok güçlü olan Koca Seyid, burada Rumeli yakasındaki Kilitbahir’in 28’lik Rumeli bataryasında topçu eri olarak vazifeliydi.(2)
“Tarihler 18 Mart’ı gösterdiğinde Çanakkale Boğazı’nın cehennemî bir hal alacağı o müthiş günün sabahı önce Fransız birlikleri, sonra da İngiliz birlikleri boğaza girerek birer tabyayı kendilerine hedef seçerler. Mecidiye tabyasının tam karşısında Quin Elizabet ve Ocean zırhlıları tüm güçleriyle bu tabyanın başına ateşler yağdırmaktadır.
Bu yoğun düşman ateşinin altında mukavemet etmeye çalışan Mecidiye tabyasının kırk yiğidi oradan oraya koşturmakta, ellerindeki topları en iyi ve hızlı şekilde kullanarak düşman donanmasına engel olmaya çalışmaktadırlar. O sırada bir top mermisi Mecidiye tabyasının ortasına düşer. Seyid Onbaşı kendisine geldiğinde arkadaşı Niğdeli Ali’den başkasını göremez. On dört şehit, yirmi dört yaralıları vardır. Fransızların dev gemisi, Ocean çevreye ateş kusmaya devam etmektedir. Seyid toplara bakar, ayakta sadece bir top sağlam kalabilmiştir. Diğerleri toprak altındadır. Sağlam topa yaklaşır ama acı gerçeği fark eder. Topun vinci kırılmıştır. Koca Seyid yerdeki mermilere bakar bir de denizde yaklaşmakta olan düşman gemilerine. Mermilere yaklaşır. Onun bu niyetini anlayan Niğdeli Ali: “Koca Seyid, kaldıramazsın!” der, ama o, bunları duymaz bile.(3)
Bir tanesi 276 kg gelen merminin yanına geldi, ellerini kartal pençesi gibi açtı ve derin bir nefes alıp besmele çekti. Ancak gres yağına bulanmış olan dev mermi ellerinden kaydı. Ellerini toprağa bulayıp bir daha kavradı ve “yâ Allah” diyerek sırtına aldı. Sendeleyerek yürüyordu. Merdivenleri çıkarken kemiklerinin çıtırtısı duyuluyordu. Son bir helmeyle mermiyi namluya sürdü.
Her ikisi de görevleri başka olduğundan, nişan almakta ve yön tayininde acemiydiler, ancak uzman bekleyecek ne zaman ne de imkân vardı. Seyid, topun namlusunu düşman gemilerine doğru çevirdi. Mesafeyi bildiği kadarıyla ayarladı ve besmeleyle topu ateşledi.
İlk mermi uzun düşmüştü, dolayısıyla boşa gitti. Seyid ikinci mermiyi de arkadaşının yardımıyla namluya sürüp ateşledi. Bu da kısa düştü. Üçüncü mermiyi iyi ayarlamıştı. En öndeki geminin arka tarafında ve su kesiminde patladı bu gemi Ocean idi. Geminin dümen tertibatı bozulduğu için derhal bulunduğu yerde harmanlamaya başladı. Etrafındaki gemiler kendilerini korumak için kaçıştılar. Ocean zırhlısı büyük bir hızla boğazın sularına gömüldü. Düşmanın Çanakkale yenilgisi, Seyid Onbaşı’nın bu atışı ile başlamıştı. Bu tarihten iki gün sonra, Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa maiyetiyle beraber, düşmanı kaçıran Mecidiye tabyasının kahraman neferlerini kutlamaya gelmişti. Koca Seyid’in bu kahramanlığı arkadaşları tarafından Cevat Paşa’ya anlatıldı. Paşa ona, bu ağır mermiyi nasıl kaldırdığını sordu. Koca Seyid ona, nasıl kaldırdığının izahını yapamadı. “Şu mermiyi bir kez daha kaldır... Senin fotoğrafını çekelim... Şu millete hatıra kalsın...” dediler. Koca Seyid, ne kadar uğraştıysa da mermiyi değil kaldırmak, yerinden bile oynatamadı. Utandı, mahcup oldu. Seyid’in “O olayı tekrar yaşasam, yine aynı şekilde o mermiyi kaldırırım” dediği bazı rivayetlerde de “O an sanki bana birileri yardım etti.” dediği rivayet edilir.
Koca Seyid’in o dev mermiyi sırtlamış haldeki fotoğrafı asıl değil bir makettir. Bir ağaç kütüğü yontularak mermi şekline getirilmiş ve siyaha boyanarak mermiye benzetilmiştir.
Bu olay bize bir âyet-i kerime mealini hatırlatır. “Sen atmadın Allah attı.” Evet, yapan yaptıran Allah’tır; atan, attıran, isabet ettiren de O’dur.
Tek bir insan ve tek bir mermi ile tarihin akışını değiştirmekte kim Koca Seyid kadar etkili olmuştur.
Çanakkale Savaşı’nın bitimi, ardından geçen iki sene sonra 1918 yılında Mecidiye Kahramanı ve arkadaşları terhis oldular.
9 yıl Osmanlı ordusunda askerlik yapmış, çeşitli cephelerde savaşmıştı. Terhis olduktan sonra vazifesini yapmanın rahat ve huzuru içinde köyüne döndü. Bir süre geçimini odun kesip satarak sağladı. Daha sonra ise Havran’da bir zeytin fabrikasında hamallığa başladı. Hamallık yaptığı sırada, zaten bakımsız olan vücudunu üşüttü ve verem hastalığına yakalandı. Adı tarihin şanlı sayfalarına geçen bu kahraman, veremden kurtulamayarak sessiz sedasız hayata veda etti (Kasım 1939). Mevlâ rahmet eyleye.(4)
-----------
1. İbrahim Refik, Çanakkale’nin Ruh Portresi.
2. İbrahim Refik, a.g.e.
3. Talha Uğurluel, Çanakkale Gezi Rehberi.
4. Vehbi Vakkasoğlu, Bir Destandır Çanakkale.
Eşsiz Bir Kahramanlık Öyküsü Çanakkale
Özlenen Rehber Dergisi 36. Sayı
çok güzel şiirler war TEBRİKLERRR.........
Çanakkale sehitlerinin ruhları sad olsun.Amin
biz bu dünyayı çanakkale sehitlerine borcluyuz. onlar olmasaydı bız sımdı dusmanın esırınde olucaktık.çanakkale sehitlerinin ruhları sad olsun.Amin