Özlenen Rehber Dergisi

36.Sayı

Sabır - 2

Yakup YÜKSEL Özlenen Rehber Dergisi 36. Sayı
Değerli okurlar, geçen sayımızda ‘sabır’ konusuna bir giriş yaptık ve konumuzu sabrın lügat ve terim anlamı, Kur`an ve Sünnet’te sabır, sabrın çeşitleri ve sabredilmesi gereken hususlardan; ibadet ve itaate sabır ile haram ve yasaklara karşı sabırlı olabilmek başlıkları altında ilk bölümünü işledik. Bu sayımızda da, sabredilmesi gereken hususlardan; Allah’tan gelen musibetlere karşı sabır ve insanların kötülüklerine karşı sabır konularıyla, makalemize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Allah’tan Gelen Musibetlere Karşı Sabır: İman ehlini üzen her şey musibettir.(1) Sabır ise, nefsin musibetlerle iyice yoğrulmasıdır. O, bu ovulup yoğrulma ile yumuşar. Bu sebeple insanın başına gelen musibetler, üç sebepten dolayı gelir. İlk ikisi âyet, diğeri hadisi şerif ile sabittir:
Allah tarafından kullarını imtihan için verilir. “Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan ve ürünlerden eksiltme gibi şeylerle imtihan ederiz.”(2)
Korku, açlık, mal, can ve ürünlerden eksiltme yani iflas etme; bağ, bahçe, ekin, sebze ve meyvelerin ürün vermemesi; kuraklık, dolu ve kasırga olması; ölüm ve benzeri şeylerin birer musibet olduğu âyet-i kerimede açıkça ifade edilmektedir.
Musibetler konusunda kula gerekli olan ahlâk, sabırdır. İnsanlardan gelen ve uzaklaştırması kişinin elinde olmayan eziyet ve belalar olabilir. Halkın kendisinin aleyhinde konuşması, iftira etmeleri, hakkını gasp etmeleri gibi. Nitekim iman ve sabrı aynı kategoride değerlendiren sahabe; “Kişi eziyete sabretmedikçe onun imanı, iman sayılmaz” görüşünü benimsemiştir. Eziyetler karşısında insana düşen görev ise; “Onların eziyetlerine aldırma, Allah’a güvenip dayan”(3) âyet-i kerimesi gereğince sabretmektir. Bunun da peygamberlerin sabrı olduğu(4) ve Allah Teâlâ’nın, onların sabrı hakkında şöyle dediği bildirilmektedir: “Biz, sizin bize yaptığınız işkenceye sabredeceğiz. Mü’minler Allah’a tevekkül ederler.”(5)
İnsanın işlediği hata ve günahlar yüzünden verilir. “Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizle işlediğiniz (günahlar ve hatalar) yüzündendir.”(6) Bu âyet de insanın başına gelen musibetlerin kendi hatalarının sonucu olduğu beyan etmektedir.
Kulun manevi derecesini yükseltmek için verilir. “Kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli ile ulaşamazsa, Allah, onun canına, malına veya çocuğuna bir musibet verir, o da bunlara sabrederse böylece Allah’ın kendisine takdir ettiği mertebeye ulaşır.”(7)
Her insanın, ameli ile ulaştığı bir derecesi vardır.(8) İnsan, bu dereceye bazen ameli ile ulaşamazsa, musibetlere sabretmek suretiyle bu dereceye ulaşır. Hadisi şerif bu gerçeği ifade etmektedir.
Kulun, uzaklaştırması mümkün olmayan musibetler bu nevidendir. Bu ise kulun denenmesi ve imanında sadık olup olmadığının ortaya çıkartılması için Allah’tan gelen imtihanları içine alır. Bu tür belalar genellikle ya kulu olgunlaştırmak ya da günahlara keffâret olması içindir. Bir yakının ölmesi, malının telef olması, hastalık, sakatlık vb. sınavlardır. Bunlara sabır, sabrın en yüksek mertebesidir. Mus’ab İbnu Sa’d, babası (r.a.)’tan naklediyor: “Der ki: Ey Allah’ın Resûlü! dedim, insanlardan kimler en çok belaya uğrar? Peygamberler, sonra büyüklükte onlara ve bunlara yakın olanlar. Kişi diyaneti nispetinde belaya maruz kalır. Kim dininde şiddetli ve sağlam olursa onun belası da şiddetli olur. Şayet dininde zayıflık varsa, Allah onu da diyaneti nispetinde imtihan eder. Bela kulun peşini bırakmaz. Tâ o kul, hatasız olarak yeryüzünde yürüyünceye kadar”(9) buyrulmaktadır.

İnsanların Kötülüklerine Karşı Sabır: Kur’ân-ı Kerim’e göre insanın kötülük yapana misli ile mukabele etme hakkı vardır; ancak Allah Teâlâ, yapılan kötülüğün bağışlanmasını ve sabredilmesini tavsiye etmektedir: “Eğer ceza verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle ceza verin; ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.”(10)
Âyette geçen sabırdan murad, kötülük yapandan intikam almak için kısas hakkını kullanmak yerine af yolunu tutmak ve bağışlamaktır. Nitekim başka bir âyette: “Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışırsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez”(11) buyrulmaktadır. Peygamber (s.a.s) de: “(İnsanın) hoşlanmadığı şeylere sabretmesinde çok hayır vardır. Allah’ın yardımı, sabırla beraber gelir”(12) buyurmuşlardır.
Kötülüğe kötülükle karşılık vermek insanın hakkıdır; ancak Allah Teala, kötülüğün affedilmesini(13) ve iyilikle savılmasını istemekte ve buna da ancak sabredenlerin muvaffak olabileceklerini bildirmektedir: “İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur.”(14)
İnsanların kötülüklerine karşı sabır, peygamberlerin vasıflarından biridir. Kardeşleri tarafından kuyuya atılan Yusuf (a.s) ve babası Yakup (a.s), bunun en güzel örnekleridir. Yakup (a.s), çocukları sebebiyle karşılaştığı bu üzücü olaylar karşısında sadece Allah’a güvenmiş ve “... Yapacağım (iş), en güzel sabırdır”(15) diyerek sabra yönelmiştir. Zaten yüce Allah, ilâhî musibetler karşısında feryad etmeyip nefsini isyandan alıkoyanlar ile bulunduğu hâlde en güzel bir şekilde sebat edenleri, cennetin kendileri için hazırlandığı muttakiler, muhsinler(16) ve sadıklar(17) olarak nitelemiştir.

Nimetlerin şükrüne karşı sabır
İnsana faydası dokunan maddi ve manevi, iyi ve güzel her şey nimettir. Gerçek nimet ise ahiret saadetidir. İnsanın musibetler karşısında sabretme görevi olduğu gibi, nimetler karşısında şükretmesi de yine onun önemli bir görevidir. Nimetler de musibetler gibi insanlar için bir imtihan vesilesidir. İnsanın bu imtihanda başarılı olabilmesi için nimetin varlığında da yokluğunda da sabretmesi gerekir. Yüce Allah, insana verdiği nimeti ondan geri aldığı zaman çok ümitsiz ve çok nankör olmasını kınadığı gibi, insana dokunan bir musibeti kaldırıp ona bir nimet verdiği zaman şükredeceği yerde “kötülük benden gitti” diyerek sevinip övünmesini de şımarıp azmasını da kınamıştır.(18) Bu itibarla insanın musibet karşısında üzgün, ümitsiz ve nankör olmayıp sabretmesi gerektiği gibi, nimetler karşısında sevinip övünerek şımarıp azmaması ve nimetlerin şükrüne sabretmesi gerekir. Allah Teâlâ, buna ancak sabredip Salih amel işleyen kimselerin muvaffak olabileceğini bildirmiş ve böyle olan kimselere mağfiret ve büyük mükâfat vaat etmiştir.(19)
Nimetlere sabır; nimeti verenin Allah olduğu bilmek, nimetleri meşru yollarda değerlendirmek, sahip olduğu servetinden fakirin hakkını vermek, sahip oldukları ile övünüp kibirlenmeyi ve azgınlık etmeyi terk etmektir. Böyle bir davranış içerisine girmekse zaten insanın helakine sebep olacaktır.(20)
Mal, mülk, çocuk, makam, sıhhat ve güven içinde olmak, ahlak, ilim, sanat vb. dünya ve ahirette sahibine faydası dokunan her türlü nimete sabretmek, musibetlere sabretmekten daha zordur. Çünkü nimet içinde bulunan insan, çoğu zaman fıtratı gereği kendisini diğer insanlardan farklı görür ve nimetin kıymetini bilmez. Serveti ile isyan içerisinde bulunabilir. Neticede de imanını, ahlâkını ve servetini kaybetmekle karşı karşıya kalabilir. Ahlâkını kaybetmekle de kötü fiillerle meşgul olabilir.
Bunun içindir ki; nimetlere sabretmemenin Kur’ân’daki adına “batar” denilmiştir. Yukarıda da geçtiği üzere “batar”, bir insanın kendisine verilen nimetler ile azması ve şımarması demektir. Cenâb-ı Hakk, nimetleri ile şımaran ve azgınlık içinde bulunan nice kavimleri ve beldeleri helâk ettiğini Kur’an’da haber vermektedir.(21) Bu itibarla Allah Teâlâ, müminlerden nimetlerle şımaran insanlar gibi olmamalarını istemektedir.(22)
Sabredilmesi gereken şeyler konusu mümin olmayanların eza, cefa ve eziyetlerine, eşlere ve çocuklara, hastalıklara, öfkeye, savaş ve kötülüklerle mücadeleye, başarılı olabilmeye vs. sabır şeklinde sıralamak mümkündür.(23) Bu konularla ilgili birkaç âyet-i kerime ve hadis-i şerif ise şöyledir:
“Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takva gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir.”(24)
“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.”(25)
“Kimin üç kızı olur da onlara sabreder, yedirir, içirir ve giydirirse bu, onun için kıyamet günü cehennem ateşine karşı perde olur.”(26)
“Kulumun iki gözünü aldığım zaman şikâyet etmeyip sabrederse, iki gözüne bedel olarak ona cenneti veririm.”(27)
“Güçlü kimse, rakibini yenen değil, öfkelendiği zaman kendisine sahip olabilendir.”(28)
“O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) iki yüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle (onlardan) iki bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.”(29)
“İman edip güzel işler yapanları, (evet) muhakkak ki onları, içinde ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennet köşklerine yerleştireceğiz. (Böyle iyi) işler yapanların mükâfatı ne güzeldir! Onlar, sabreden kimselerdir ve yalnız Rablerine güvenip dayanmaktadırlar.”(30)

Sabrın Keyfiyeti:
Tutum ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme anlamına gelen ihlâs, amellerin makbul olabilmesi için her kulda aranılan önemli bir kalbi ameliyedir. Sabır konusunda da insanın, her şeyi Allah’tan bilmesi, zamanın gereklerine ve içinde bulunulan hale göre Allah’tan sabır dilemesi, Allah için ve Allah ile beraber sabretmesi lazımdır. Bazı mutasavvıflar tarafından Allah için sabretmek meşakkat olarak görülürken, Allah ile beraber sabır bekâ, Allah uğruna sabır bela, Allah ile sabır vefa ve Allah’tan sabır ise cefa olarak değerlendirilmiştir. Sabır gerektiren her konuda sabredildiği sürece de Allah, her zaman hatırlanmalı ve unutulmamalıdır. Bu aşamada da sabır; sabır billâh (Allah ile sabır), sabır lillâh (Allah için sabır), sabır ma`allah (Allah ile beraber sabır), sabır fillah (Allah’ta sabır) ve sabır ‘anillah (Allah’tan sabır) olmak üzere derecelendirilmektedir:
Sabır billâh: Allah’tan sabır dilemek, sabrın kişinin kendi nefsi ile değil; Allah’ın yardımıyla olduğunu bilmektir. Yani Allah kula sabır ihsan etmezse kul, sabra dayanamaz. Nitekim hoşa gitmeyen bir olay karşısında “Bunu veren Allah, sabrını da verir” denilmiştir. Bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Sabret, sabrın ancak Allah iledir.”(31)
Sabır lillah: Allah için sabırdır. Bu da kulun, başka bir gaye için değil, yalnız Allah’ı sevdiği ve O’nun rızasını kazanmak için sabretmesidir. Bu kişiye “sâbir” denilmiştir. Ebu’l-Kasım b. Hâkim, sabır hakkında bir âyeti tefsir ederken “Sabret sözü, ibadeti emretmekte (sabır lillah)”; “Sabrın ancak Allah iledir” ibaresi ise ubudiyeti emretmektedir (Sabır billah). Bir kimse “senin için” mertebesinden “senin ile” mertebesine yükselirse, o kimse ibadet derecesinden ubudiyet mertebesine yükselmiş olur” demiştir.(32)
Burada sabır billâh, sabır lillah’tan üstündür görülmektedir. Çünkü birincisi ilâhî irade ile; ikincisi beşeri irade ile hâsıl olmaktadır. Onun için Rasûlullah (s.a.s): “Ya Rabbi! Seninle yaşar, seninle ölürüm”(33) buyurmuşlardır.
Sabır ma`allah: Allah ile beraber sabırdır. Böyle bir kişiye “sabbâr” denilmiştir. Yaratıcısının, kulundan din açısından istediği şeyleri yapması demektir. Kul, Allah’ın emirlerini yapmak, yasaklarından kaçınmak için nefsini sabra zorlar. Yani sabrın farz ve fazilet olma yönlerinden kul sabırlı bulunmak, riyazet ve mücâhedeye devam etmek durumundadır. İnsanların çoğu bu nevi şeylere sabrettiği halde, kalben düşünmeyi defederek gerçek bir murakabe ve kalbi kontrole sarılmak suretiyle Allah ile beraber olmaya sabretmekte daralmakta ve hatta bunu yapamamaktadırlar. Sabredilmesi gereken şeylerden Allah ile beraber sabır, sabrın en zor gerçekleştirilen kısımlarından birisidir. Çünkü Allah ile beraber sabreden, kendisini Allah’ın buyrukları ile O’nun sevdiği şeyleri yapmaya vakfeder. Bu da sıddıkların sabrıdır ve yakin sahiplerinin makamlarının en yücelerinden biridir.(34)
Sabır fillah: Allah’ta sabır demektir. İnsan, yaratanına karşı kulluk görevini yerine getirirken bir takım kötü huy ve vasıflara sahip olabilir. Bu vasıflar kulun ibadet ve tâatini olumsuz yönde etkiler. İbadete devam etmek ve kötü huyları iyi vasıflar haline getirmek için ise tâatte bulunmak gereklidir. Burada sabır fillah ile sabır ma’allah arasındaki ayırımı ise şöyle yapmak mümkündür: Allah’ın emrettikleri ile yasakladıklarına karşı gösterilen sabra “sabır fillah” denilirken; bu emir ve yasakları yerine getirmede gösterilen sabra ise “sabır ma’allah denilmiştir.
Sabır ‘anillah: Allah’tan uzak kalmaya sabırdır ve cefa olarak görülmüştür.(35) Kulun, sahip olduğu güzel ahlâklar ile yapmış olduğu ibadetler neticesinde ve farzların yanında nafilelerle(36) birlikte kazanmış olduğu, Allah’a yakınlıktan uzaklaşmaya sabretmesidir. Çünkü kul, ibadet ve tâatteki say ü gayretiyle Allah katında bir mertebeye erişmiştir. Kazanılmış bir mertebenin kaybedilmesi söz konusu olduğundan dolayı da bu nimetin elden gitmesine sabır gerçekten zordur.

Sabır Hakkında Söylenmiş Güzel Sözler:
Ömer b. Hattab (r.a): “Sabır ile şükür iki binek olsa hangisine binersem bineyim aldırmam.”(37)
Ali b. Ebu Talib (r.a): “Vücuda göre baş ne ise, imana göre sabır da odur”(38) “Sabır, sürçme bilmeyen bir binektir”(39) demiştir.
Ömer b. Abdülaziz: “Allah Teâlâ bir kuluna önce nimet verip eşinden onu alarak yerine sabır verirse; bu sabır, kendisinden alınan nimetten daha hayırlıdır.”(40)
Râğıp el-İsfahanî, sabrı şöyle tarif etmiştir: “Sabır, aklın ve dini gerektirdiği şeylere karşı nefsi tutmaktır.”(41)
İmam-ı Gazalî’nin tanımı ise şöyledir: “Sabır, Rahmanî ve şeytanî duyguların karşılaşması anında Rahmanî duyguların galip gelmesi; şehvete zorlayan kuvvet karşısında, dinin gereklerini yerine getirmekle gösterilen sebat ve nefsin arzularını ve tembelliği terk ederek dini gereklerini yerine getirmektir.”(42)
Ebû Ali Dekkâk: “Sabrın tarifi ve sınırı, takdire itiraz etmemektir. Şikâyet yollu olmaksızın başa gelen musibetleri açıklamak sabra zıt düşmez. Allah Teâlâ, Eyyûb kıssasında: “Biz onu sabırlı bulduk, o ne güzel kuldur. Şüphe yok ki o Allah’a dönücüdür”(43) buyurmuş, hâlbuki Eyyub (a.s)’ın “Başıma musibet geldi”(44) dediğini haber vermiştir. Yine bu ümmetin zayıfları (ruhsatla amel ederek sıkışık kalmasınlar ve) nefes alsınlar diye Allah Teala, Eyyub (a.s.)’ın “Başıma musibet geldi” dediğini bildirmiş (ve böyle şeyler söylemeyi haram kılmamış) tır.(45)
Ebu Ali Dekkâk: “Sabrın hakikati, belaya hangi şekilde girildiyse o biçimde beladan çıkmaktır.” (Belaya alışıldığı zaman hangi nispette sabır gösteriliyorsa, musibet ilk geldiği zaman da o ölçüde sabır göstermek icap eder.)(46)
Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine ‘sabır nedir?’ diye sorulunca, “Yüzünü ekşitmeden acıyı yudum yudum içine sindirmendir”(47) demiştir. Ve sabır hakkında şöyle buyurmuştur: “Gerçekten Allah Teâlâ müminlere iman, imana akıl, akla da sabır ile ikram etmiştir. O halde iman müminin, akıl imanın, sabır da aklın süsüdür.”(48)
Ahmet b. Ebu’l-Havari diyor ki: “Ebu Süleyman’a sabırdan sordum, dedi ki: Vallahi (yeme, içme gibi) sevdiğimiz şeylere sabredemiyoruz. Sevmediğimiz (bela, musibet gibi) şeylere Allah’ın yardımı olmasa nasıl sabredebiliriz.”(49)
Zünnûn-u Mısrî: “Sabır, (Allah’ın emirlerine) muhalif olan davranışlardan uzaklaşmak, musibetin elemlerini yudum yudum içerken sükûneti muhafaza etmek ve maişet alanını fakirlik istila ettiği zaman zengin görünmektir”(50) der.
Zünnûn-u Mısrî: “Sabır, Allah Teâlâ’dan yardım istemektir”(51) der.
İbn Atâ: “Sabır, musibetler içinde iken en güzel şekilde edebe riayet etmektir”(52) demiştir.
Ebu Osman: “Sabbâr, (çok sabreden) kendisini, nefsine güç gelen şeylere hücuma alıştıran kimsedir”(53) demiştir.
İbrahim b. Havvâs: “Sabır, kitap ve sünnetin ahkâmı karşısında gösterilen sebattır”(54) demiştir.
Ali b. Abdullah Basrî şöyle anlatır: “Adamın biri İmam Şiblî’nin önünde durmuş ve sormuş: Sabırlılar için sabrın en zor olan nevi hangisidir? Şiblî: Aziz ve Celil olan Allah’ta sabır, demiş. Adam: Hayır demiş. Şiblî: Allah için sabır, demiş. Adam: Yine olmadı, demiş. Şiblî: Allah ile birlikte sabır, demiş. Adam: Bu sefer de olmadı demiş. Şiblî sormuş: Peki hangi şey olduğunu sen söyle? Adam: Allah’tan sabır demiş. Bunun üzerine Şiblî öyle bir sayha ile bağırdı ki, az kalsın canını telef edecekti.”(55)
İbn Şübrüme (r.a), kendisine bir musibet gelince: “Bu bir buluttur, biraz sonra açılır” derdi ve (belayı küçümserdi.)(56)
Serî es-Sekatî hazretlerine, sabrın ne olduğu sorulmuş, o da sabır konusunu anlatırken bir akrep ayağında dolaşmaya başlamış ve iğnesini sokmak için defalarca vuruş yapmış, Serî hazretleri ise kıpırdamadan sakin sakin konuşmasına devam etmişti. ‘Neden akrebi fırlatıp atmıyorsun?’ diyenlere şu cevabı vermişti: “Sabır konusunda konuşurken sabretmemek hususunda Allah Teâlâ’dan hayâ ederim.”(57)
Sehl b. Abdullah Tüsterî: “Sabır, Allah Teâlâ’dan bir çıkış kapısı açmasını beklemektir” demiştir. Sehl’e göre en faziletli ve en âlâ hizmet sabırdır.(58)
Sehl b. Abdullah Tüsterî, “Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin”(59) âyetini, “Allah’tan yardım isteyiniz, Allah’ın emrine sabrediniz” şeklinde izah etmiştir.(60)
Sehl b. Abdullah Tüsterî: “Sabır bir temizleyicidir. Eşya onunla temizlenir” (Bela ve musibete sabreden insan günah kirinden temizlenir) demiştir.(61)
Sehl b. Abdullah Tüsterî: “Afiyete karşı sabır, belaya karşı sabırdan daha şiddetlidir.”(62)
Amr b. Dimışkî, “Başıma bu dert geldi”(63) âyetini şöyle izah etmiştir: “Başıma musibet geldi, beni sabırlı kıl. Zira sen merhamet edenlerin en çok merhamet edenisin. (Eyyub (a.s) musibeti ganimet bilmiş ve ben bu nimete layık değilim; fakat sen lütfettin demiştir.)(64)
Ebu Abdullah Nebbâcî: “Allah Teâlâ’nın öyle kulları vardır ki; O’nun bütün takdirlerini rıza ile karşılarlar ve onlara sabretmeye çalışmak bir nevi rızasızlık gibi olacağından, sabretmekten hayâ eder ve her tecelliye razı olurlar.”(65)
Muhammed Hamdi Yazır: “Sabır, acıya katlanmak, onu geçirmek için sebat ve mukavemet etmektir ki bu, her ferahın ve başarının anahtarıdır. Sabır, baştaki darlığın ve sıkıntının geçmesi için Allah’ın yardımın celp edecek esbabın birincisidir. Sabırsız nefisler, her zaman darlık içindedirler...”(66)
Derler ki: Allah Teâlâ Davud (a.s)’a şöyle vahyetti: “Ahlâkımla ahlâklan, şüphesiz ki Ben Sabûr’um (çok sabırlıyım). Sabrın esası Benim ahlâkımdandır.”(67)
Denilmiştir ki: “Sabır zehrini yudum yudum iç ve hazmet. Eğer sabır seni öldürürse şehit olarak vefat edersin. Eğer ihya ederse aziz olarak yaşarsın.”(68)
Derler ki: “Arayış halinde sabır zafer işareti, sıkıntı zamanında sabır kurtuluş işaretidir.”(69)
Sonuç olarak sabır; musibetlerin, ibadetlerin ve haramların zorluklarına karşı tahammül gösterme konusunda nefse ve şeytana uymak yerine yalnızca Allah ve Resûl’üne tabi olmak suretiyle önce iman edip sonra da sâlih ameller işleme azim ve gayreti içerisinde olmaktır.


Kaynakça:
1. El-Kurtubi, el-Câmi’li Ahkâmi’l-Kur’an, Beyrut, 1967, II, 175.
2. Bakara: 2/153.
3. Ahzab: 33/48; Âl-i İmran: 3/186; İbrahim: 14/12.
4. Bkz. El-Kurtubi, a.g.e., I, 372.
5. İbrahim: 14/12.
6. Şûrâ: 42/30.
7. Ahmet b. Hanbel, Müsned, 5/272.
8. En’am: 6/132.
9. Tirmizî, Zühd: 57.
10. Nahl: 16/126
11. Şûrâ: 42/40.
12. Ahmet b. Hanbel, Müsned, 1/307.
13. Nur: 24/22.
14. Fussilet: 41/34-35.
15. Yusuf: 12/8-83.
16. Âl-i İmran: 3/133-134.
17. Bakara: 2/177.
18. Hud: 11/9-10.
19. Hud: 11/11.
20. İsra: 17/16.
21. Kasas: 28/58.
22. Kehf: 18/47.
23. Bkz. İsmail Karagöz, Kur’an ve Hadisler Işığında Sabır ve İnsan, Diyanet İlmî Dergi, 2002, 38/1, sf. 5.
24. Âl-i İmran: 3/186.
25. Tahrim: 66/6.
26. İbn Mâce, Edeb: 3; Kadın hakları için ayrıca bkz.: Kamil Miras, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ank., 1972, X, 398.
27. Buhrari, Merdâ: 7; Tirmizi, Zühd: 46.
28. Buhari, Edeb: 106; Müslim, Birr: 107.
29. Enfal: 8/66.
30. Ankebut: 29/58-59.
31. Nahl: 16/127.
32. Kuşeyri, Risale, 324.
33. Buhari, Tevhid: 13; Müslim, Zikr: 59; Ebu Davut, Edeb: 101; İbn Mace, Dua: 14.
34. Bkz. Sühreverdî, a.g.e., s.620.
35. Kuşeyri, Risale, 327.
36. Bkz. Buhari, Rikak: 38.
37. Kuşeyri, Risale, 328.
38. Kuşeyri, Risale, 324.
39. Kuşeyri, Risale, 325.
40. Sühreverdî, Avârif, 636.
41. El-Müfredât fi Garîbi’l-Kur’an, Mısır, 1961, 273.
42. İmam-ı Gazali, İhya’ü Ulûmi’d-Dîn, trc. Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yayınları, İst., 1974, IV, 120-125.
43. Sâd: 38/44.
44. Enbiya: 21/83.
45. Kuşeyri, Risale, 329.
46. Kuşeyri, Risale, 330.
47. Kuşeyri, Risale, 324.
48. Sühreverdî, Avârif, 635.
49. Kuşeyri, Risale, 324.
50. Kuşeyri, Risale, 324.
51. Kuşeyri, Risale, 325.
52. Kuşeyri, Risale, 324.
53. Kuşeyri, Risale, 325.
54. Kuşeyri, Risale, 325.
55. Kuşeyri, Risale, 325.
56. Kuşeyri, Risale, 329.
57. Kuşeyri, Risale, 329.
58. Kelâbâzî, Taarruf, 143; Sühreverdî, Avârif, 632.
59. Bakara: 2/45.
60. Kelâbâzî, Taarruf, 144.
61. Kelâbâzî, Taarruf, 144.
62. Sühreverdî, Avârif, 620.
63. Enbiya: 21/83.
64. Kelâbâzî, Taarruf, 144.
65. Sühreverdî, Avârif, 621.
66. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, Eser Kitapevi, İst., 1971, I, 340.
67. Kuşeyri, Risale, 327.
68. Kuşeyri, Risale, 327.
69. Kuşeyri, Risale, 327.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.