Özlenen Rehber Dergisi

36.Sayı

Kibir ve Ucb

osman şen Özlenen Rehber Dergisi 36. Sayı
عَنْ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنهُ عَنِ النَّبِيَّ صَلّٰى اللّٰهُ عَلَيهِ وَسَلَّمَ قَالَ:
لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ ف۪ي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْر.ٍ فَقَالَ رَجُلٌ: إِنَّ الرَّجُلَ يُحِبُّ أَنْ يَكُونَ ثَوْبَهُ حَسَناً وَنَعْلُهُ حَسَنَةً؟ قَالَ: إِنَّ اللّٰهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ. اَلْكِبْرُ بَطْرُ الْحَقِّ، وَغَمْطُ النَّاسِ.
Abdullah İbni Mes’ûd (r.a)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu: “Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez.” Sahâbînin biri: “İnsan elbise ve ayakkabısının güzel olmasını arzu eder”, deyince Efendimiz (s.a.s) şunları söyledi: “Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir ise hakkı kabul etmemek ve insanları küçümsemektir.”(1)

Kibir; büyüklük, ululuk manasına gelir. Dinî bir tabir olarak, kişinin kulluk edebine uymayacak şekilde kendisini diğer insanlara karşı ululaması, onları hakir görmesidir.
Kibir, Allah Teâlâ’ya karşı işlenmiş ilk günahtır. İblis bu günahı işlemiş ve bu yüzden, genişliği yerle gök kadar olan cennetten(2) kovulup cehennemin ebedi azabına mahkûm edilmiştir.
Kibir, hakka karşı gelmenin, batılda ısrar etmenin, küfür ve dalaleti, iman ve hidayete tercih etmenin başta gelen sebebidir.
Gazâlî’ye göre kibir; Allah’a, peygamberlere ve diğer insanlara karşı yapılır. Her üçü de kötü bir haslet ise de, en kötüsü Allah’a karşı olandır. Kibr, ’batınî” ve ’zahirî’ olmak üzere ikiye ayrılır. Batınî kibir nefsin derinliklerinde ruhî bir ahlâktır. Zahirî ise dışa akseden, azalarda görülen kibirdir.
Allah Teâlâ bizleri, kendimizi tanıtmak ve diğer kullarıyla birlikte, kendi mülkü olan şu dünyada belli bir süre yaşamak üzere yaratmıştır. Dünya O’nun, kul O’nun, dünyadaki her güzel şey O’nundur. Bize, kullarıyla iyi geçinmemizi tavsiye etmekle kalmayıp güzel nimetlerinden bol bol vermişse, kendi bileceği bir sebeple bize daha fazla lütufta bulunmuşsa, bu bizim kibirlenmemizi değil, O’na daha fazla şükretmemizi gerekli kılar. Bizden daha az lütfa ermiş insanları hor ve önemsiz görmek, Cenâb-ı Hakk’a saygısızlık olur.
Hadisimizde, kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimsenin cennete giremeyeceği belirtilmektedir. Kibirli bir insan ya bu hastalığı tamamen yok olana kadar nefsinin terbiyesi için gayret edecek, ya da cezasını çekecek ve sonra imanı sayesinde cennete girecek veya her şeye gücü yeten Yüce Rabbimiz (c.c), haddini bilmez şımarık kulunun günahını affedecek, o kulun gönlündeki kibri çıkarıp atacak ve onu tertemiz ve saf bir gönülle cennetine koyacaktır.
Güzel elbise ve ayakkabı giymenin kibirle ilgili olmadığını da öğrenmekteyiz. İyi giyinmenin kibir duygusundan kaynaklanıp kaynaklanmadığını öğrenmek isteyen sahâbîye, Rasûl-i Ekrem Efendimiz, bunun kibirle ilgisi bulunmadığını haber veriyor. Güzel Rabbimiz’in her güzel şeyi sevdiğini bildiriyor. Allah Teâlâ’nın, kuluna verdiği nimetin izlerini onun üzerinde görmekten memnun kalacağını söylüyor. Giyilen güzel şeyler kibirlenmeye, gururlanmaya yol açarsa, yine hedeften sapılmış olur. İnsan, kibirlenmek, farklı olduğunu hissettirmek, çalımlı çalımlı yürümek için değil, Cenâb-ı Hakk’ın lütuflarına şükretmek için güzel giyinecektir.
Dinimiz, her hayrın, her fazilet ve üstünlüğün Allah’tan geldiğini öğretir. Bu sebeple kişinin mazhar olduğu bazı faziletler sebebiyle hemcinsine karşı büyüklenmesini, bu nimetlere nankörlük kabul eder, onu asıl veren Allah’tan gaflet alâmeti bilir. Bu sebeple kibir, şiddetle reddedilen, kınanan huylardan biridir.
Bir âyette Cenâb-ı Hak (c.c.):
’Yeryüzünde büyüklük taslayarak yürüme. Sen ne yeri yarabilir, ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin. Bütün bunlar, Rabbinin katında çirkin sayılan günahlardır’(3) buyurur.
Büyüklük, izzet, azamet ve üstünlük sadece Allah’a yaraşır. Hiçbir şeye gücü yetmeyen, her şeyini Allah’a borçlu olan biçare insan kibirlendiği vakit, sırf Allah’a yaraşan bir sıfatta, hâşâ Allah’a karşı yarışa girmiş olmaktadır.
Gazâlî bu davranışı, bir hizmetçinin padişahın tacını giyerek onun tahtına oturup hükmetmeye kalkmasına benzetir. ’Bir uşak için, bundan daha büyük bir cüret, bundan daha vahim bir cinayet olur mu?’ der ve: ’Şüphesiz bu uşak, padişahın en ağır cezasını hak eder’ diye yorum getirmiştir.
Şu halde bize yakışan hakka boyun eğip halka değer vermek, her zaman başı yerde olmaktır. Hiçbir zaman sahip olmadığımız ve olamayacağımız büyüklük, üstünlük, yücelik, güçlülük gibi sıfatlara sahip gibi görünmeye çalışmak sahtekârlık yapmaktır.
İnsan, kalbini, ‘bütün kullarına egemen olan Yaratıcı’ bilincinden boşalttığı zaman, elindeki serveti, iktidarı, kuvveti sebebiyle veya güzelliğiyle övünmesiyle, böbürlenme hissine kapılır. Eğer elindeki tüm nimetlerin Allah tarafından kendisine verildiğini, Allah’ın gücü karşısında çok zayıf olduğunu hatırlayıp anlayacak olsa, büyüklük taslaması söner, böbürlenmesi iner. Yeryüzünde şaşkın ve şımarmış bir şekilde değil, olgun bir şekilde gezinmeye başlar.
İnsan bedeni itibariyle çok zayıf, çok cılızdır. Allah’ın yaratmış olduğu büyük kütlelere ulaşamaz. O ancak Allah’ın kuvvetiyle güçlüdür. Allah’ın ona verdiği üstünlük sıfatıyla üstündür. Allah’ın kendisine üflediği soluk ile onurludur. İnsan ancak bu ruh vasıtasıyla Allah’la iletişim kurabilir. O’nun gözetimi altında olduğunu hissedebilir ve ancak bu şekilde O’nu unutmayabilir.
Ucb; “Kendini bir şey sanmak, kendini beğenmek, amele güvenmek, yaptığı hayırların kendini mutlaka kurtaracağı inancında olmak” şeklinde tarif edebiliriz. Esasen ucb, lügat olarak beğenmek, hoşlanmak, hoşa gitmek manasına gelir.
Gazâlî, ucbla kibir arasını tefrikte şöyle bir açıklama sunar: ’Ucb, mutlak surette kendini beğenmek, kibir ise, kendisini başkasından üstün görmektir. Her ucub sahibi mütekebbir olmaz. Çünkü çok defa insan kendisini beğenir, fakat başkasını da kendisinden üstün görebilir ve ona karşı kibretmez.’
Kur’an’da ucuba temas eden ayetlerden biri, Müslümanların Huneyn Savaşı sırasında halet-i ruhiyelerini örnek verir. Huneyn Savaşı, Mekke’nin fethinden sonra 12 bin kişilik bir kuvvetle yapılan bir savaştı. İlk defa Müslümanlar böyle bir sayıya ulaşınca bu durum, Bir askerin: ’Benî Şeyban’la karşılaşacak bile olsak ehemmiyeti yok. Bugün kimse bize azlığımız sebebiyle galebe çalamaz’ demesine sebep olmuştur.
İşte bu hal; ’Muhakkak ki Allah pek çok yerde ve Huneyn gününde size yardım etmişti. O gün çokluğunuza güvenmiştiniz. Fakat bu size fayda vermedi. Yeryüzü o kadar genişliğiyle beraber, size dar geldi ve arkanızı dönüp gittiniz’(4) mealindeki ayetle tescil edilmektedir. Ayet-i kerime, sayıca çokluğa güvenip, harbin şartlarına riayet etmeyen, zaferin Allah’tan geldiği gerçeğinden gaflete düşen Müslümanların, bu çokluğa rağmen ilk karşılaşmada bozguna uğrayıp kaçtıklarını belirtmektedir.
Hz. Peygamber (s.a.s): ’Üç şey helak edicidir: İtaat edilen aşırı cimrilik, uyulan hevasat ve kişinin kendini beğenmesi (ucb).’ ’Siz hiç günah işlememiş olsanız, ben onun daha büyüğünden sizin için korkarım: O da ucubtur, ucubtur.’
Hz. Ebu Bekir (r.a.) : Müslüman olan bir kimseyi küçük ve hakir görmeyin. Çünkü mü’minin küçüğü de Allah Teâlâ yanında büyüktür.
Hz. Ömer (r.a.): İlim öğrenin; fakat onunla kibirlenmeyin. Çünkü kibir cehalettir. Kibirlenirseniz, ilim öğrendikçe daha çok cahilleşirsiniz. Böyle olunca da ilim öğrenmekle cehaletten kurtulamazsınız. Hâlbuki ilmin gayesi cehaletten ve cahilce olan işlerden kurtulmaktır.
Hz. Selman-ı Farisi (r.a.): Kibir de şirk gibidir. Bu ikisinden hangisi bir kimsede bulunursa, onun ameli kabul edilmez.
Hz. Muhammed El-Bakır (rh.a.): Kişinin kibri arttıkça aklı azalır. Tam kibirli hale gelince de bütünüyle ahmaklaşır.
Hz. Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.): “Birbirinizin kusurunu araştırıp hakir görmeyin ki iblis, kendisini üstün gördüğünden lânetlendi. Birbirinizde yok olun ki, rahmete müstahak olup ebedî hayatta var olasınız.” “Tevazu bulunmayan bir kalpten hayırlı işleri beklemek mümkün değildir.” buyurmuşlardır.

Kaynakça:
1. Müslim, Îmân 147; ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Libâs 26; Tirmizî, Birr 61.
2. Âl-i İmran, 3/133.
3. el-İsrâ, 17/37, 38.
4. et-Tevbe, 9/25.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.