MUHTAÇ OLDUĞUMUZ KARDEŞLİK’مَثَلُ المُؤْمِنِينَ في تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالحُمَّى’ Nu’man İbnu Beşîr (r.a.) anlatıyor: “Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki:
“Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte mü’minlerin misâli, bir bedenin misâlidir. Ondan bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona iştirak ederler.” (1)
SEVGİ, MERHAMET VE ŞEFKAT KAVRAMLARI
Makalemize, zikrettiğimiz hadis-i şerifte geçen “sevgi, merhamet ve şefkat” kelimelerinin kısa tahlili ile başlamak istiyorum.
Sevgi, insanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygudur. Bu duygu insanın Rabbine ve Peygamberine olduğu gibi ailesine, insanlara ve diğer canlılara karşı da tezahür eder. Varlıkların neslinin devamı temelde bir sevgi ilişkisine dayandığı gibi, onların varlıklarını idame ettirebilmeleri de, yine aralarındaki sevgi, şefkat ve merhamet ilişkisiyle sağlanmaktadır. Bazı insanlar gerçekten birer sevgi, şefkat ve merhamet timsali iken; bazıları da kin, nefret ve düşmanlık duygularıyla dolu, zalim ve gaddar olabilmektedir.
Merhamet, bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü ve acımadır. Diğer canlıların sıkıntıları karşısında duyarlı olmaya ve yardım etmeye sevk eden acıma duygusu,(2) kaynaklarımızda genellikle rahmet kelimesiyle ifade edilir; ancak Türkçede merhamet hem Allah’a hem insanlara, rahmet ise sadece Allah’a nispet edilerek kullanılır. Gazalî (k.s.) bir kimseye gerçek anlamda merhametli denilebilmesi, dolayısıyla acıma duygusunun ahlâkî bir değer taşıması için onun acıdığı kişinin ihtiyacını gücü ölçüsünde karşılaması, bunu da hür iradesiyle yapması gerektiğini belirtir.(3) Şefkat ise, acıyarak ve koruyarak sevme, sevecenlik demektir.
Esasen şefkat ve merhamet gibi duygular Allah’ın insanların içine koyduğu birer iyilik aracı olup asıl amaç muhtaç ve çaresizlere yardım edip sıkıntılarını gidermektir. Bir kimseye acıyan kişi, eğer bu acımanın verdiği elemden kendisini kurtarmak ve rahatlamak için ona yardım ederse merhamette kemale ulaşmış sayılmaz. Merhamette kemal, kişinin kendisini değil muhtaç ve çaresiz olanı rahata kavuşmayı amaçlamasıdır.(4)
HADİS-İ ŞERİFİN AÇIKLAMASI: Hz. Peygamber (s.a.s.)’in üstte zikrettiğimiz hadis-i şerifi ve benzerlerinde, ümmetine kazandırmaya çalıştığı güzellik; insanî ve ahlâkî değerlerin en önemlilerinden biri olan sevgi, şefkat ve merhamet duygularıdır. Gerek onun getirmiş olduğu İslâm dininin telkin ettiği ahlâkî ve manevî değerlere, gerekse bizatihi kendi hayatında ve insanlarla ilişkilerinde sergilemiş olduğu prensiplere baktığımızda, insanlara kazandırılmaya çalışılan temel değerler Allah Teâlâ’ya kulluktan sonra mahlûkâta ve insanlara şefkat ve merhametle muamele etmek olduğu anlaşılır. Rasûlullâh Efendimiz (s.a.s.) de, Allah’a karşı “gerçek bir kul” olmanın yanında, mahlûkâta ve insanlara yönelik davranışlarında da tam bir “şefkat ve merhamet abidesi” idi. Öyle ki Allah yolunda yapmış olduğu savaşların bile temelinde, merhamet duygusunun yattığını söylemek mümkündür. Çünkü O, insanlara İslâmî ve insanî değerleri kazandırmanın önündeki engelleri kaldırmak üzere savaşmıştır. Yoksa, asla zulüm, zorbalık ve kan dökme adına savaşmamıştır. Kısacası, Efendimiz (s.a.s.) şefkat ve merhamet ekseninde bir hayat yaşamış ve ümmetine de bunu tavsiye etmiştir. İşte anlamaya çalıştığımız hadîs-i şerif, mü’minlerin, sevgi, merhamet ve yekdiğerini esirgeyip koruma gibi son derece üstün nitelikli işlerde birbirlerine yâr ve yardımcı olmaları gerektiğini öğretiyor. Buna göre, mü’minler birbirlerini sevmeli, birbirlerine merhamet etmeli, acımalı ve birbirlerine şefkat edip yardımcı olmalıdırlar. Bu güzel duyguların karşıtı olan sevgisizlik, merhametsizlik, şefkatsizlik ve ilgisizlik hastalıklarından kurtulmak gerekir.
Efendimiz (s.a.v.)’in üstün nitelikli teşbihleriyle belirttikleri gibi, uykusuzluğun sebebi, vücudun bir uzvunda hissedilen acılardır. Hummâ yani ateşli hastalıklar ise uykusuzluk sebebiyle daha da artar. Sevgisizlik, merhamet yoksulluğu ve şefkatsizlik, acı veren ve insanı ateşler içinde yakıp kavuran bir hastalık gibidir. Hummâ tabiri dilimizde, sıtma kelimesiyle ifade edilir; aynı zamanda bütün ateşli hastalıkların da genel adıdır. Sıtma, diğer ateşli hastalıklar arasında en ağır olanı ve bütün vücudu sarsan bir hastalıktır. Bu sebeple Peygamberimizin teşbihi çok dikkat çekicidir. Birimizin parmak ucundaki küçücük bir sivilce nasıl bütün vücudumuzun ıstırap içinde kalmasına ve acı duymasına sebep oluyorsa, yeryüzünün herhangi bir yerindeki mü’minin acı ve ıstırabı bizi ilgilendirir ve rahatsız eder. Mü’minler fert ve cemiyet olarak acılardan, ıstıraplardan ve hastalıklardan kurtulmak için, İslâm’ın sunduğu Peygamber Efendimizin güzel ahlâk olarak yaşadığı hayatı örnek alarak yaşamalıdırlar. Sevgi, merhamet, şefkat ve yardımlaşma iyi mü’min olmanın ve Allah’ın kul olarak yarattığı insana saygının birer simgesi ve önemli göstergeleridir. Bütün insanlara karşı anlayışlı ve tüm yaratılmışlara karşı merhametli olmak, İslâm’ın insanı ulaştırmak istediği kemâlin esasıdır. Bu ise, önce mü’minlerin kendi aralarında başlar, sonra insanlığı ve bütün yaratılmışları içine alır. İslâm toplumu bir vücut gibidir; bir uzvun hastalığının bütün vücudu rahatsız etmesi gibi, bir müslümanın başına gelen belâ ve musibetleri, bütün müslümanlar kendilerine dert edinmelidir. Bir toplumda acıma, sevgi ve yardımlaşma artarsa, bu o toplumun savaşta ve barışta, tasada ve sevinçte birlik ve beraberliklerini sağlar. Bugün dünyanın herhangi bir yerinde bir müslüman sıkıntı çekiyorsa bunu duyan, gören diğer bütün müslümanlar bu sıkıntıyı çekmeli ve o kardeşlerinin üzerindeki sıkıntının giderilmesi hususunda çaba sarf etmelidir. İşte Filistinli kardeşlerimiz ve onlar gibi zulme ve acıya, açlığa ve sefilliğe maruz kalmış diğer kardeşlerimizin çektiği sıkıntıların giderilmesi ve onların bu sıkıntılardan kurtulmaları için yapılan her adım ve hareket de bizi bu hadis-i şerifle âmil olmaya biraz daha yaklaştıracaktır.
Hz. Ömer (r.a.) Kudüs’ü fethedince halkına vermiş olduğu eman-namenin hutbesinde sözlerine şöyle başlıyor: ’Hamdolsun O Allah’a ki bizi İslâm dini ile aziz etti. İman ile şereflendirdi. Rasûl-i Ekrem Muhammed (s.a.s.) hürmetine rahmetine nail kıldı, dalâletten kurtardı. Dağınık iken onun sayesinde bir araya getirdi. Kalplerimizi birbirine ısındırdı. Düşmanlarımıza karşı muzaffer kıldı. Memleketler ihsan etti. Bizi biri birini seven kardeşler haline getirdi. Ey Allah’ın kulları! Bu nimetlerden dolayı Allah’a hamd-ü sena ediniz.’ (7) buyurarak istikameti ve hedefi göstermektedir.
İbn-i Abbas (r.anhüma), Mescid-i Nebi’de i’tikafta bulunuyorken ona bir adam gelip selâm verdi ve oturdu. İbn-i Abbas (r.anhüma): ’Ey falan! Seni üzüntülü olarak görüyorum”, dediğinde adam: “Evet doğrudur ey Peygamberin amcası oğlu. Falanın bende hakkı var; fakat bu kabir sahibinin hakkı için onu yerine getiremiyorum”, der. İbn-i Abbas efendimiz: “İstediğin takdirde bu mes’elende (onunla) konuşabilirim” der. Adam: “Uygun bulduğun takdirde konuş” deyince; İbn-i Abbas (r.anhüma) ayakkabılarını giyip mescitten çıkar.” Adam: “Sen i’tikafta olduğunu unuttun mu?” diye sual edince, İbn-i Abbas efendimiz gözyaşları içinde cevap verir: “Hayır, fakat durum şöyledir: Kısa bir zamandır, aramızdan giden şu kabrin sahibinden (yani Sevgili Peygamberimizden) şöyle duymuşumdur: ’Kim, bir kardeşinin ihtiyacını gidermeye çalışır onda muvaffak olursa onun için on yıllık itikâftan daha hayırlıdır. Kim de Allah için bir gün itikâfa girerse Allah onunla cehennem arasında her biri doğu ile batı arasındaki mesafeden daha geniş üç hendek kor.’ (8) Diğer bir rivayette de ’Her bir hendek doğu ile batı arasındaki mesafeden daha geniştir’ denilmiştir.
Hadis-i şerifte görüldüğü üzere İbn-i Abbas (r.anhüma), vakti; zikir, oruç ve namazla geçirmek sayılan ve Allah (c.c.) indinde yüce bir kıymeti olan i’tikafı, bir rekâtı diğer mescitlere göre bin rek’at sayılan bir mescitte namaz kılmayı, bir Müslüman’ın ihtiyacı için terk etmeyi tercih etmiştir.
Evet, İslâm kardeşliği, sevgi, merhamet ve şefkat içerisinde yardımlaşmayı ve dayanışmayı Müslümanlar arasında farz kılmıştır. Bu öyle bir ameldir ki, Hakk’ı ikame ve batılı yok etme, mütecavizi azarlama ve mazlumun hakkını kurtarma bununla mümkündür. Müslümanların salahı ve felahı da buna bağlıdır. Kendi içimizdeki çekişmeleri giderip diğer Müslüman kardeşlerimizle de aramızdaki engelleri kaldırarak birlik ve beraberlik içerisinde bütün kötülük ve zulme karşı durmak zorundayız.
Rabbim bütün mü’minleri tekrar asr-ı saadetteki sahabe efendilerimizin Peygamberimize tutundukları gibi tutunmayı nasip eylesin. Bu vesile ile de dünya ve ahiret sıkıntılarımızı gidersin.
Dipnotlar:
1- Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66, (2586).
2- Mustafa Çağrıcı, “Merhamet” maddesi, DİA, XXIX, 184
3- El-Maksadü’l-Esna, s. 38.
4- İmam Gazzalî5- Muvatta, Mâlik b. Enes, H. Hulk 8, II/904.6- Sünen İbn-i Mâce, Mukaddime 1/83.7- Tarih-i Din-i İslâm, M. Esad Coşan, İst. 1995, s. 322.8- Beyhakî
Gülizâr-ı Ehâdis...muhtaç Olduğumuz Kardeşlik...
Özlenen Rehber Dergisi 71. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.