Özlenen Rehber Dergisi

54.Sayı

Ramazan Ayında İftar ve Sünnetleri

osman şen Özlenen Rehber Dergisi 54. Sayı
Oruç, niyet ederek tan yerinin ağarmaya başlamasından itibaren güneş batıncaya kadar yememek, içmemek ve cinsi ilişkiden uzak durmak suretiyle yerine getirilen bir ibadettir.

İftar, oruçlu kimsenin vakti gelince orucunu açması manasına gelmektedir. İslâm’ın beş esasından biri olan orucun, iftar saatinin ayrı bir önemi ve sevinci vardır. Oruç ibadetini ye-rine getirirken yemek, içmek, cinsi ilişkiden uzak olmak ve her türlü çirkinliklerden kaçınmak nasıl bir ibadetse akşam gün batımında iftar etmek de bir ibadettir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde, “Oruçlunun iki sevinci vardır. Biri iftar vaktindeki sevinci, diğeri de Rabbi ile bulaşacağı zamanda duyacağı sevinçtir” (Buhari, Savm 9) buyurmuştur. İftar vakti işte böyle sevinçli bir andır. Bu vakitte herkes, emrin gelmesini ya da emrin sona ermesini bekler. Kendisine yemeiçme, denmiştir, yememiştir ve içmemiştir. Mümin, emre uyarak Yüce Allah’a olan sevgisini ve saygısını göstermiştir. Şimdi başka bir tat bulacaktır. O da sofra başında dua ederek orucu açıp iftar yapmaktır. İşte bu ayki yazımızda Peygamber Efendimizin iftar vaktinde yapacağımız sünnetlerinden bahsetmeye çalışacağız.

• Peygamber Efendimiz (s.a.v.) iftarını akşam namazından önce bir kaç taze hurma ile yapardı. Taze hurma bulamazsa, kuru bir hurmacıkla iftar ederdi. Kuru hurma da bulamazsa, birkaç yudum su içerek iftar eder-di. Sahabe Efendilerimize de: “Herhangi biriniz iftar etmek istediği zaman orucunu hurma ile açsın. Hurma bulamazsa, su ile iftar etsin. Su temizdir.” (Ebû Dâvûd, Savm 21; Tirmizî, Zekât 26, Savm 10. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm 25.) buyurarak böyle yapmalarını istemiştir.

• Yine Efendimiz iftar etmede ve akşam namazı kılmada acele ederdi. Ebû Atıyye dedi ki, ben ve Mesruk Âişe (r.anha)‘nın yanına gittik. Mesruk ona: Muhammed (s.a.v.)‘in asha-bından iki kişi var. İkisi de hayırdan geri kalmıyorlar. Ancak bunlardan biri akşam namazını kılmakta ve oruç açmakta acele ediyor, diğeri ise hem akşam namazını hem de iftarı geciktiriyor, dedi. Bunun üzerine Âişe (r.anha): Akşam namazını kılmakta ve oruç açmakta acele eden kimdir? diye sordu. Mesruk da: (İbni Mes’ud’u kastederek) Abdullah’tır, cevabını verdi. Bunun üzerine Âişe (r.anha): Rasûlullah (s.a.v.) de öyle yapardı, dedi. (Müslim, Sıyâm 49-50; Tirmizî, Savm 13; Nesâî, Sıyâm 23) Bununla ilgili diğer hadisi şerifte de Efendimiz: “Oruç açmakta acele ettikleri sürece Müslümanlar hayır üzere yaşarlar.“ (Buhârî, Savm 45; Müslim, Sıyâm 48; İbni Mâce, Sıyâm 24) “Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Kullarımın bana en sevgili olanı, oruç açmakta acele davranandır.” (Tirmizî, Savm 13) buyurmuştur. Buradaki sünnet olan davranış hurma veya suyla orucumuzu vakit girer girmez açmak ve hemen daha yemeğimizi yemeden akşam namazımızı eda etmektir. Yukarıdaki hadiste de beyan edildiği gibi Âişe annemiz Rasûlullah da böyle yapardı demiştir. Yoksa karnımızı tıka basa doyurduktan, peşine çay içtikten, iyice tembellik bastıktan sonra ve vaktin de iyice geçmesinden sonra namaz kılmak sünnete uygun davranış değildir. Farz veya nafile oruç tutan bir kimseyi iftar ettirmek ve ikramlarda bulunmak da sünnetlerdendir. İftar veren kimsenin, oruçlu kişi kadar sevap kazanacağı müjdelenmektedir. Ayrıca bunun, oruçlunun sevabına ortak olmak anlamına gelmediği, oruçlunun se-vabından hiçbir şeyin noksanlaşmayacağı da ifade edilmektedir. İhmal ettiğimiz dostlarımızı ve yakınlarımızı iftar sofralarında hatırlayıp onlarla buluşmak, muhtaçlara bu ay vesilesiyle ikramda bulunmak, bu mübarek ayı değerlendirme adına önemli olduğu gibi, Allah’ın oruca diğer ibadetlerden farklı olarak muamele edip, karşılık vermesinin sırrını da daha iyi anlamamızı sağlar. “Kim bir oruçluyu doyuracak olursa, Allah onu benim havuzumdan sulayacak o da cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.” (İbn Huzeyme, Sahih, III/191192) buyrulmuştur. Öte yandan iftar ettirmek deyince mutlaka oruçluyu iyice doyurmak da anlaşılmamalıdır. Nitekim bir başka rivayetten öğrendiğimize göre sahabeler, herkesin bir oruçluyu doyuracak kadar imkân bulamayacağını Hz. Peygamber’e arz etmişler, bunun üzerine Efendimiz, “Allah Teâlâ, bu sevabı, oruçluyu bir hurma veya bir yudum su yahut bir içim süt ile iftar ettirene de verir” buyurmuştur. (İbn Huzeyme, Sahih, III/ 192193) O halde sırf bir oruçluyu iftar ettirmek niyetiyle ve elde ne varsa onunla iftar ettirmek, oruçlu kadar sevap kazanmak için yeterli olmaktadır. Bu işte lükse, israfa ve hele göste-rişe ve reklama kaçmanın hiçbir anlamı yoktur. İftar sofralarında israftan kaçınmak gerekir.

Gün boyu aç kalan insanların, acıkan doymam sanır sözünü haklı çıkarırcasına hazırladığı sofralar, orucun mantığıyla tezat teşkil etmektedir. Diğer taraftan iftar sofralarının paylaşma ve dayanışmaya katkısı artarak devam etti-rilmelidir.

Eskiden iftarlar evlerde, konaklarda, saraylarda yapıldığı gibi, cami, türbe ve tekkelerde de yapılırdı. Günümüzde de iftarlar, akrabalar ve komşular arasında evlerde yapıldığı gibi; il ve ilçelerimizde belediyelerimizin ve birer hayır kurumu olan çeşitli vakıflarımızın organizesiyle kurulan iftar çadırlarında yapılmaktadır. Bu iftar çadırları herkese açık olduğu için, toplumun her kesimi bu sofralardan istifade etmektedir. Peygamber Efendimiz “Üç şey vardır ki, kul o üç şeyden hesaba çekilmez. Bunlar; Sahur yemeği, iftar yemeği ve misafire ikram edilen yemek.” buyurmuş ve buna benzer birçok hadisleriyle mü’mine misafir kabul etmeyi, hürmet ve ikramda bulunmayı emretmiş, israfa varan yemek bolluğundan kaçınmayı ısrarla istemiştir. Hatta bu hususta misafire de ikazda bulunmuş, misafir gittiği evde külfetli sofralar beklememesini, olandan fazlasını hazırlamaya uğraşırlarsa, rahatsız olmasını ima etmiştir. Şayet elinde bulunan ne ise onu ikram edilirse sünneti yerine getirmiş olur. Buna hem ev sahibi hem de misafir riayet etmelidir. İslâm büyüklerinden Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: “İnsanların birbirinden uzaklaşmaları külfettendir. Bir defa dostuna misafir olan, bir sürü külfete ve masrafa sebep olduğunu hissedin-ce bir daha misafir gidemez, zira masraf çok olmuştur.” Zaten bu külfete giren de bir daha misafir kabul edemez. Böylece sünnete riayetsizlik, dostları birbirinden uzaklaştırdığı gibi iftar ettirmek gibi güzel bir amelimizi de seyrekleştirir, hatta tamamen ortadan kaldırır. İmamı Gazali hazretleri bu konuyu izah ederken şöyle söyler: “Adamın biri bir dostuna misafirliğe gittiğinde bir sürü masrafa girilip, külfetin yapıldığını görünce ‘dostum ya bu külfeti kaldır aradan ya da bu dostluğu!’ Külfetle dostluk bir arada yaşayamaz.” Yine bir gün Cabir b. Abdullah’a bir misafir geldi. O da evinde bulunanı ortaya koydu. Koyduğu şey de ekmek ve sirkeden ibaretti. Ve sonra şu manidar sözü söyledi: “Şayet Rasûlullah külfetten menetmeseydi, size yeni bir şeyler hazırlardım, ama külfetten menedildik.” İşte sünnete uygun olan bu kolay misafir ağırlayıştandır ki, sahabeler arasında misafirlik çok ileri seviyede gelişmiştir. Bizler de normal zamanda neler yapıp yiyorsak misafirimize iftarlarda aynı şeyleri ikram edersek bu ibadeti devam etmemize vesile olur hem de misafirlerimizi mahcup duruma düşürmeyiz. Burada şunu da özellikle söylemek gerekir ki külfet ve masraf şahsın durumuna göre değişir. Bir ailede az bir masraf külfet sayılırken başkasında çok daha fazlası külfet sayılmaz. Önemli olan herkesin durumuna göre hareket etmesidir. Ramazanda iftarlarda bile insanların, eş dost akrabaların bir araya gelememeleri hep bu sebepledir. Bir de o beni çağırdı şunları ikram etti ben ona ne ikram edeceğim düşüncesidir. İftarlarımızda eşdost, akraba, tanıdıktanımadık kimseleri davet ederken kimsesizleri, yoksulları ve ihtiyaç sahiplerini de unutmamalıyız. Sofralarda kadınerkek karışık bir şekilde oturmamaya da dikkat etmeliyiz. Zira iftar ve ikram sünneti seniyyedir; ancak biri birine nikâhı düşen, insanların ‘nasıl olsa tanıdığız, bir şey olmaz’ anlayışıyla karışık aynı sofrada bulunmaları bir haramın ihlaline sebep olma ve birçok fitneye kapı açma demektir. Lüks yıldızlı otellerde kimler kimlere iftar verirler bilemeyiz ama bildiğimiz tek şey sünnete uygun olup olmadığıdır. Çünkü itibar insanlarda değil Rabbimizin yanında olması bizim için önemli olmalıdır. İbrahim İbni Abdurrahman İbni Avf’dan rivayet edildiğine göre, oruçlu olduğu bir gün Abdurrahman İbni Avf (r.a.)‘ın önüne (mükellef bir iftar) sofrası getirdiler. O (sofraya şöyle bir baktı ve sonra) şunları söyledi: Mus’ab İbni Umeyr Uhud Savaşı’nda şehit edildi. O benden daha iyi idi. Ama kefen olarak bir kaftandan başka bir şeyi yoktu. Onunla da başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açıkta kalıyordu. Sonra dünyalık olarak her şey önümüze kondu –ya da dünyalık olarak her şey bize verildi– (Şimdi bunca nimetler önüme getiriliyor). İyiliklerimizin karşılığı dünyada peşin verilmiş olmasın! Bundan endişelenmekteyiz, deyip ağlamaya başladı. Hatta iftar yemeğini de yemedi, terk etti. (Buhârî, Cenâiz 27; Meğazî 26) İftarlarda muttaki kimselerin olmasına da dikkat edilmelidir. Çünkü Efendimiz: “Yemeğinizi Muttaki kimseler yesin”, “Sen dindarın yemeğini ye, dindar da senin yemeğini yesin” buyurmuştur. Bunun yanında herkese soframız açık olmalıdır. Zira İbrahim (a.s.) misafirsiz sofraya oturmaz yemek yemezmiş. Bir gün yine sofrası misafirsiz kalınca yola çıkmış ve misafir aramaya koyulmuş bir Mecusi topluluğuna rastlamış ve tereddüt etmeden onları sofrasına buyur etmiştir. Bu ikrama memnun olan Mecusi topluluğu İbrahim (a.s.)‘a iyilikte bulunmak istemişler ve ne istediğini sormuşlar, İbrahim (a.s.) da onlara ‘Ben sizi sadece Allah rızası için misafir ettim. Beklediğim karşılık yoktur ama ille de iyilik yapmak istiyorsanız Rabbime bir kere secde ediniz.’ buyurmuştur. Bu isteğe Mecusiler sıcak bakmasalar da bir kere yalandan secde etmekten bir şey olmayacağı düşüncesiyle secdeye gitmişler ve o an İbrahim (a.s.) elini açıp ve ‘Ey Rabbim benim gücüm buna yetti, kalıplarını secdeye yatırdım, senin gücün her şeye yeter. Sen de kalplerine ilham eyle, kalplerine secde ettir’ diye dua etmiş başlarını secdeden kaldıran Mecusiler hep birlikte La İlahe İllallah İbrahim Rasûlullah demişlerdir. Bu kıssadan da anlayacağımız gibi herkese iftarda ikram edilebileceği gibi yakın ve uzak komşularla beraber akrabalar, eşdostlara da bu ikram yapılmalıdır. Çünkü ramazan ayındaki iftar sofraları, toplumun her ferdi tarafından ortak olarak yaşanan sevinç ve neşe kaynağı, bolluk ve bereket günleri olarak kabul edilen, inanç ve ibadet sofralarıdır. İftar sofraları sadece yenilen içilen sofralar değil, Allah rızası için hazırlanan bir sofra etrafında toplanılan ve orucumuzu açtığımız hamd, şükür ve dua sofralarıdır. İftar sofraları, ramazanın şerefi, oruçluların ruhanî zevki ve kalplerinin huzur ve sükûn bulduğu sofralardır. İftar sofraları, din kardeşliği bilinci içinde yardımlaşma duygularının geliştiği ve uygulandığı sevgi ve saygı sofralarıdır. Aynı zamanda zekât ve sadaka şuurunun gerçekleşmesine vesile olan sosyal dayanışma sofralarıdır. İftar sofraları, malgönül zenginliğinin sergilendiği, özellikle fakirlerin gönlünün alındığı ve fakirzengin diyalogunun yaşandığı kardeşlik sofralarıdır. Böylece ramazan ayındaki iftar sofraları, topluma çeki düzen veren, toplumdaki din kardeşliği şuurunu geliştiren, Müslümanlar arasındaki sevgi, saygı ve yardımlaşma ruhunu kuvvetlendiren, birlik ve beraberliğimizin korunmasına vesile olan sofralara dönüşmektedir.

• Oruç açılırken dua edilmesi de sünnettir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), oruçlunun iftar anında yapacağı duanın geri çevrilmeyeceği müjdesini vermiştir. (İbn Mace, Sıyam, 48). İftar duası, oruç tutan kişinin ibadet bilincini güçlendiren ve bu ibadeti yerine getirmenin şükrünü içeren bir anlam taşıdığı gibi; iftar sofrasında bulunanlar bakımından dinî eğitimin de bir parçasını oluşturur. İftar anında herkesin dilediği şekilde dua etmesi ve şükrünü dile getirmesi mümkün olmakla birlikte; Peygamberimiz Efendimizden de iftarla ilgili şu dua örneği nakledilmiştir: “Allahümme leke sumtü ve alâ rızkıke eftartü/Ey Allah’ım senin rızan için oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açıyorum” (Ebu Davud, Savm 22). Veya “Allah’ım! Sen’in rızan için oruç tuttuk, Sen’in verdiğin rızıkla orucumuzu açtık, bizden kabul buyur; çünkü Sen her şeyi işiten ve bilensin” (Dare Kutni, II,185) Rasûlullah (s.a.v.) orucunu açınca şöyle derdi: “Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşaallahu Teâlâ sevap kesinleşti.” (Ebu Dâvud, Savm 22) Enes (r.a.)‘den nakledildiğine göre Nebî (s.a.v.), bir gün Sa’d İbni Ubâde’nin yanına geldi. Sa’d derhal bir parça ekmek ve zeytin çıkarıp Rasûlullah’a ikram etti. Nebî (s.a.v.) bunları yedikten sonra ona şöyle dua etti: “Evinizde hep oruçlular iftar etsin, yemeğinizi iyiler yesin, melekler de duacınız olsun.” (Ebû Dâvûd, Et’ime 54. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm 45) Bir kimsenin ikram niyetiyle sunmuş olduğu her hangi bir yemeği yedikten sonra, Cenâbı Hakk’a dua ettiği gibi ikram sahibine de teşekkür edileceği buradaki uygulamadan öğrenmekteyiz. Sa’d İbni Ubâde hazretleri cömertliğiyle meşhur bir sahabedir. Kendisini ziyarete gelen Hz. Peygamber’e, o anda evinde bulunan ekmekle zeytin ikram etmiştir. Nitekim Rasûli Ekrem Efendimiz, o kıymetli sahabesinin ikramını memnuniyetle kabul buyurmuş ve memnuniyetini yaptığı bu dua ile dile getirmiştir.

• İftar etmeden bir günün orucunu diğer günün orucuna da eklemek Peygamber Efendimiz tarafından yasaklanmıştır. Ashâb-ı kirâm: “Yâ Rasûlallah! Fakat sen ekliyorsun?” dediklerinde, “Şüphesiz ben sizin gibi değilim. Ben yedirilip içirilmekteyim” buyurmuştur. (Buhârî, Savm 48, 49; Müslim, Sıyâm 59; Ebû Dâvûd, Savm 24; Tirmizî, Savm 62) Rabbim her ibadetimizi rahmet olarak gönderdiği Rasûlü’nün yaptığı gibi yapmayı nasip etsin. Ramazanı şerifi bütün mü’minlere hayırlı kılsın. Âmin.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • nur

    ONU GERÇEK MANADA YAŞAMAK NE MÜBAREK..YÜCE YARATICI BU GÜZEL GÜNLERİN YÜZÜSUYU HÜRMETİNE BİZE DE ONLAR GİBİ YAŞAMAYI LUTFETSİN İNŞAALLAH.. AMİN

1 kişi yorum yazdı.