Kıymetli arkadaşlar! İnşallah dergimizin Eylül ve Ekim sayılarında Tasavvufî Ahlâk köşemizde sizlerle tasavvufun temel değerlerinden Velî-Velâyet kavramlarını paylaşacağım. Konunun hacimli olması münasebetiyle Velâyet kavramının ’anlamı, alâmetleri, çeşitleri ve velâyetle nübüvvet arasındaki ilgi ve farklılıklara bu sayımızda değinmeye çalıştık; velâyetin şartları, veliliğin bilinmesi meselesi ve velâyet iddiasında bulunmanın hükmü konusuna ise inşallah Ekim sayımızda değineceğiz. Yüce Mevlâ’mız dünya ve ahirette dostlarından ve dostluğundan ayırmasın? VELÂYET
Cenâbı Hakk, Zât’ını peygamberleri vasıtasıyla kullarına tanıtmıştır ve peygamberler, üzerlerine yüklenilen tebliğ görevlerini yerine getirmede iki nur taşırlar. Bunlar sırasıyla velâyet ve nübüvvet nurlarıdır. Bir peygamberin peygamber olmadan önceki hâli velâyet nuruyla; peygamberlik sonraki hâli ise nübüvvet nuruyla açıklanabilir. Nübüvvet nuru peygamberin vefatı ile sona ererken; velâyet nuru peygamberden sonra gelen veli kullar vasıtasıyla devam etmektedir. Yani velâyet nuruna sahip olan veliler, peygamberlerin varisleri olmaktadırlar.
Burada nübüvvet nurundan kasıt, Cebrail vasıtasıyla getirilen emirlerdir. Yani arada bir vasıta (melek) vardır. Velâyet nurundan kasıt ise doğrudan doğruya (vasıtasız) Cenâbı Hakk’tan gelen ilhamlardır. Öyleyse nübüvvet nuru sadece peygamberlerde bulunurken; velâyet nuru peygamberlerle birlikte diğer insanlarda da bulunabilmektedir.
Sâlik’in velâyet ve velilikle olan münasebeti ise açıktır. Şöyle ki sâlik, öncelikle sulûkunu velâyet mertebesine ulaşmış bir velinin irşadı ile sürdürmek durumundadır. Sonrada sulûkunu tamamlayabilirse bu mertebeye ulaşabilme imkânına sahiptir. Çünkü Allah Teâlâ; ’Herkese çalıştığı kadar vardır.? (Necm suresi, 53/39.) buyurmaktadır. Velâyet mertebesine ulaşan kimsenin de Rasûlullah (s.a.v.)’e tâbiiyeti nispetinde Hakk’a yaklaşacağı muhakkaktır. (Erhan Yetik, İsmaili Ankaravî, Hayatı Eserleri ve Tasavvufi Görüşleri, 227.)
Artık son peygamber geldiğine ve son kitap da nazil olduğuna göre veli ve velâyet kavramları Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den sonrası için değerlendirilmeli ve ona göre anlaşılmaya çalışılmalıdır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin taşıdığı nübüvvet nuru, vefatından sonra kızı Hz. Fatıma (r.anh.) validemiz vasıtasıyla altı ay kadar devam etmiştir. Zira Hz. Rasûlullah (s.a.v.): ’Fatıma, benden (nübüvveten) bir parçadır? buyurmuşlardır. Velâyet nuru ise Hz. Ali ve Ehli beyt vasıtasıyla devam etmektedir.
(Bkz. Abdullah Fârukî el-Müceddidî, İslâm’da Zikir ve Rabıta, 168.) Şimdi bir tasavvuf terimi olarak veli ve velâyet kavramlarını izah etmeye çalışalım.
Allah Teâlâ (c.c.), Kur’ânı Kerim’de şöyle buyuruyor: ’Dikkat edin, Allah’ın veli kulları için ne korku ne de hüzün vardır.? (Yunus suresi, 10/62.)
Allah’ın Rasulü (s.a.v.) ise bir kutsî hadislerinde: ’Hakk Teâlâ buyuruyorlar ki: Kim benim bir velime eziyet ederse, bana harp ilan etmiş olur. Kul, kendi üzerine farz kıldığım hususları edâ e-derek bana yaklaştığı kadar başka hiçbir şeyle yaklaşamaz. Kul, devamlı surette nafile ibadetleri icra ederek de bana yaklaşır, o kadar çok yaklaşır ki, nihayet Ben de onu severim. Fâili olduğum hususların hiç birinde mümin bir kulumun ruhunu almak için tereddüt ettiğim kadar tereddüt etmedim. Çünkü o, ölümü istememekte, Ben ise onu üzmek istememekteyim. Oysa ortada yapılması şart olan bir iş bulunmaktadır? (Buhârî, Rekâik 38; İbn Mâce, Fiten 36.) buyurmuşlardır.
I. Anlamı:
Velî, sözlükte düşmanın zıddıdır. Allah’a dost veya Allah için dost olan kişi demektir. Kurbiyet (yakınlık) manasında da kullanılır. Tasavvuf kavramı olarak velî, Allah ile meşgul olan, O’nu arzu edip O’na ulaşmaya çalışan, hadisi şerifteki ifadesiyle ’yüzlerini görmenin insana Allah’ı hatırlattığı? (İbn Mâce, Zühd 4.) kimselerdir. Ayrıca;
’feîl? vezninde ve ismi meful manasında ’Allah’ın gözetip koruduğu kimsedir.? Nitekim Kur’ânı Kerin’de ’O, bütün sâlih kullara velilik ediyor? (Âraf suresi, 7/196.) buyrulmaktadır. Allah, velisini bir lahza bile nefsi ile baş başa bırakmaz, tersine velisinin işlerini görmeyi ve gözetmeyi bizzat üzerine alır.
Yine ’feîl? kalıbında mübâlağalı ismi fâil mana-sında ’Allah’a tâat ve ibadet işini uhdesine alan kişi? demektir. Velinin ibadeti, araya bir isyan hâli girmeksizin fasılasız devam eder. ’Allah müminlerin velisidir? (Bakara suresi, 2/257) âyeti bu anlamdadır. (Bkz. Kuşeyrî, Risâle, trc. Süleyman Uludağ, 426.)
Velâyet ise velinin sıfatıdır. Kelime olarak velîlik (velâyet), ermişlik, birlikte olma, dostluk, sevdiğinin işlerini üzerine alma anlamlarına gelir. Bir tasavvuf terimi olarak velâyet, nefsinden fâni olan kulun Hakk ile birlikte bulunması sebebiyle Allah ile kul arasındaki karşılıklı sevgi ve dostluk, Allah’ın kulun ibadet ve tâat gibi işlerini üzerine alması, Allah’ın kulunun, (Âli İmran suresi, 3/68; Bakara suresi, 2/227.) kulun da Allah’ın velisi (Enfal suresi, 8/34.) olmasıdır. Yani Hakk’ın kulunu, kulun da Mevlâsını dost edinmesi hâlidir.
Daha geniş bir ifade ile velâyet, sâlikin kendi varlığından geçerek Hakk ile kâim olması mertebesidir. Bu mertebeye olaşan kimselere de velî denilmektedir. Bu mertebede bulunan kulda, irade ve tasarruf sahibi Hakk Teâlâ’dır. Artık onun ne kendisine ait bir varlığı ve ne de bir fiili söz konusudur. Allah (c.c.), onun bütün işlerini üstlenmiştir. Nitekim Kur’ânı Kerim’de ’Allah iman edenlerin yardımcısıdır. Onları delalet karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna çıkarır? (Bakara suresi, 2/257.) buyurulmuş ve Allah’ın müminlerin velisi olduğuna işaret edilmiştir. Allah Te-âlâ, müminlerin velisi olduğu gibi; Allah ve Rasulü’nün ahlâkıyla ahlâklanmış, kendini Hakk’ta fâni kılmış kimseler de Allah’ın velisi olmaktadırlar. (Erhan Yetik, İsmaili Ankaravî, Hayatı Eserleri ve Tasavvufi Görüşleri, 226.)
Sehl b. Abdullah Tüsterî, veliyi tanımlarken; ’Veli devamlı surette kendisinden Allah’ın iradesine muvafık fiiller sadır olan zattır? demiştir. İbrahim b. Ethem’e göre veli, dünya ve ahirete rağbet etmeyendir. Zira bunlara rağbet, Hakk’tan uzaklaşmaktır. Zira Allah sevgisinin gerçekleşmesi, kalbin masivadan temizlenmesiyle mümkündür. (Molla Câmî, Nefahâtü’l-Üns, 11.)
Ebu Ali Cürcânî ise; ’Veli, kendi halinden fani olup, Hakk’ın müşahedesinde bakî olan, işleri Allah tarafından görüldüğü ve idare edildiği için daimi surette üzerine tevelli (dostluk ve sevgi) nurları gelen, konuştuğunda kendinden haber vermeyen (ilhamla konuşan) ve Allah’tan baş-kası ile beraber olmaya katlanamayan kimsedir? şeklinde daha geniş bir tanım yapmıştır.
II. Alâmetleri:
Kimlerin veli sayılacakları hakkında bazı rivayetler mevcuttur. Peygamber (s.a.v.)’a velilerden so-rulduğunda; ’Görüldüklerinde Allah Teâlâ’yı ha-tırlatan kimselerdir? (İbn Mâce, Zühd, 4; Aclunî, Keşfü’l-Hafâ, 395.) buyurmuştur.
Hz. Ömer (r.a.)’tan Hz. Peygamberin şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: ’Allah’ın kullarından bir takım insanlar vardır ki, nebi ve şehit olmadıkları halde kıyamet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara enbiya ve şüheda gıpta edecektir.? Ashab; ’Bunlar kimlerdir ve amelleri nedir, bize haber ver ki, bu suretle biz de onların dostu oluruz Ya Rasulallah!? dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.); ’Bunlar ne akrabalık ne de birbirleriyle alıp verecekleri olmadıkları halde Allah için Allah’ta sevişen kimselerdir. Allah’a yemin ederim ki, yüzleri bir nur ve kendileri nurdan minberler üzeredirler. İnsanlar korktuğu zaman bunlar korkmazlar, mahzun oldukları şeyden de üzüntü duymazlar.? (Hâkim, Müstedrek, 4/70) buyurdu ve şu âyeti kerimeyi okudu: ’Haberiniz olsun ki Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur; onlar mahzun da olacak değillerdir.? (Yunus, 10/62; Hamdi Yazır, Hakk Dini Kur’an Dili, 4/2731.)
Öyleyse velinin üç alâmeti vardır denilebilir. Bu şartların üzerinde sudur eden kimse ise kamil bir veli sayılmıştır:
Meşguliyeti Allah iledir: Kamil manada bir veli, kalbinin bir an Allah’tan ayrı kalmasını kendisine küfür kabul eder. (Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.) sohbetleri.)
Firarı Allah’adır: Dünya ve üzerindekilerin sevgilerinden uzaklaşması Allah’a yakınlık içindir.
Dert ve düşüncesi Allah’tır: Gerçek bir veli Allah için yapar, Allah için sever, Allah için buğz eder ve her şeyi Allah’tan görür ve bilir.
III. Çeşitleri:
Velâyet, dört çeşittir:
Velâyeti uzmâ: Lâhûtî velâyet de denir. Son peygamberin velâyetidir.
Velâyeti kübrâ: Ceberûtî velâyet de denir. Diğer peygamberlerin velâyetidir.
Velâyeti vustâ: Melekûtî velâyet. Evliyanın velâyetidir.
Velâyeti suğrâ: Nâsûtî velâyet. Tüm müminlerin velâyetidir. Bu velâyet çeşidi aynı zamanda âmme ve hâssa olarak ikiye ayrılır.
Velâyeti âmme: Umumî velâyet. Dinin farz ve vacib derecesindeki emirlerini edâ etmek için çabalama ve gayret gösterme halidir. Bunu yapmak her mükellef mümin için zarurî bir görevdir. Bu anlamda böyle bir gayret içerisinde olan bütün müminler Allah’ın velileri ve dostlarıdır. Velâyeti hâssa: Özel velâyet. Farz ve vacib amellerde ileri gitmekte birlikte, Kur’an’ın zikir ve tefekkür konusundaki emirlerine sarılarak ayakta, oturarak ve yanları üzerine yattıklarında (Âli İmran suresi, 3/191.) bile zikir ve fikir uyanıklığına ermiş, murakabeden gafil olmayan, bütün ibadetlerinde ihsan denilen Allah’ı görüyormuşçasına kulluk şuuruna ulaşmış kişilerin halidir. Yakınlık ve huzur hali bu makamda elde edilmektedir. Bu anlamda sadece Allah’ın seçkin kulları Allah’ın velileri, dostlarıdır. Bunların en açık ve belirleyici nitelikleri ise ikidir. Birincisi ilhama mahzar olma; ikincisi ise keramet sahibi olmadır. (Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 564)
IV. Velâyet ve nübüvvet:
Aslında velâyeti uzmâ ve velâyeti kübrâ kavramları, tek bir kavram ile ’velâyeti enbiya? şeklinde de ifade edilebilmektedir. Çünkü her peygamber aynı zamanda Allah’ın velisi, dostudur. Hakim Tirmizî ve İbn Arabî gibi bazı mutasavvıflar peygamberlerin sahip oldukları velâyet ve nübüvvet nurları hakkında şöyle bir değerlendirme yaparlar: Nebilerin velâyeti, onların nübüvvetinden üstündür. Çünkü peygamberin sahip olduğu velâyet, onun Hakk’a dönük yüzü; nübüvvet ise halka dönük yüzüdür. Ayrıca veli Allah’ın ismi, velâyet ise O’nun sıfatıdır. Peygamberlik ise insanın sıfatıdır. Bazı kimseler buradan yola çıkarak Allah’ın velâyet sıfatının tezahürü olan veliliğin, peygamberlerin sıfatı olan nübüvvetten üstün olduğunu savunmuş ise de bu görüş fazla taraftar bulamamıştır. (İmamı Rabbanî, Mektubat II, 224. İmamı Rabbanî’ye göre velayet üç türlüdür. Bkz. Mektubat I,240.) Velâyetin nübüvvete üstünlüğü sadece peygamberlerin taşıdığı velâyetin; yine peygamberlerin sahip olduğu nübüvvetten üstün olması konusundadır. Yoksa peygamber olmayanın peygamber olana üstünlüğü anlamında değildir. Çünkü velilik, çalışarak elde edilebilirken ve bir emeğin karşılığı iken, nübüvvet Allah’ın bir hibesi olmaktadır. Peygamberler, bizzat Allah tarafından seçilirler. Yani bir kişinin ben şu kadar zaman çalıştım da peygamber oldum demesi düşünülemez. Ayrıca nebi güneşe, veli de aya benzetilirse, ayın güneşe dönmesi ölçüsünde aydınlanması misali veli de Hz. Nebi (s.a.v.)’e ne kadar tabi olursa o nispette kemal bulmuş olmaktadır. (İsmaili Ankaravî, Minhâcü’l-Fukarâ 241.)
Ayrıca bir velinin veli olması için yukarıda tanımı yapılan veli kavramının her iki manadaki velilik vasfına da sahip olması gerekmektedir. Velinin en son haddine varıncaya kadar, en mükemmel şekilde Allah’ın hukukuna riayet etmesi zorunludur. Buna mukabil Allah Teâlâ ise gerek emniyette ve gerekse sıkıntıda velisini devamlı olarak muhafaza eder.
Yine veli için hata ve günahtan korunmak şarttır. Nitekim bu hususta peygamberler masumdurlar. Veliler ise mahfuz olarak kabul edilmektedirler. Şu halde, aleyhinde dinin itiraz ve şahadette bulunduğu bir kimse veli değil; şeytan ve nefsi tarafından aldatılmış ve kandırılmış bir kimse olmaktadır. Çünkü hıfz, Allah’ın velisini hata ve günahta devam veya ısrar etmekten muhafaza etmesi, günah işleyince de tevbe nasip etmesidir. Enbiya için ismet (masum olma) ne ise evliya için de hıfz odur. Yani peygamberler masum, veliler mahfuzdurlar. (Kuşeyrî, Risâle 426)
Veli Velayet - İ (tasavvufi Ahlak)
Özlenen Rehber Dergisi 54. Sayı
allah yar ve yardımcınız olsun allah razı olsun emeğinize sağlık