Kâsım B. Muhammed B. Ebûbekir (k.s.) - Silsile-i Farukiyye
Özlenen Rehber Dergisi 54. Sayı
Tâbiînin büyüklerinden, Medînei Münevvere’deki yedi büyük âlim-den biri. İnsanları Hakk’a davet eden onlara doğru yolu gösterip, haki-kî saadete kavuşturan ve kendilerine ’silsilei âliyye? denilen büyük âlim ve velilerin üçüncüsüdür. Kâsım b. Muhammed (k.s), Hicrî 32 yılında Hz. Osman’ın (r.a.) hilâfeti döneminde Medîne’de dünyaya geldi. Hz. Ebûbekir’in (r.a) torunudur. Babası, bu büyük sahabînin oğlu Muhammed’dir. Annesi, Yezdi-cürd’ün kızıdır. Bu vesîleyle Oniki İmam’dan Zeynelabidîn (rh.a) ile teyze oğlu olmaktadır. Kâsım b. Muhammed’in babası Mısır’da iken şehit edilmişti. Bu sebep-le o, küçük yaşta yetim kalmıştır. Bu hâdiseden sonra ise halası Ümmü’l-Mü’minîn Hz. Âişe’nin ya-nında büyümüştür. Hz. Aişe valide-mizin, onun başını bile tıraş ettiği rivayet edildiğine göre, ona göster-diği ilgi ve yakınlık anlaşılmış olur. (Muhammed b. Abdullah Hânî, Âdâb, çev.; Ali Hüsrevoğlu, Erkam Yay., İstanbul, 1985, s. 45; Hocazâde Ahmed Hilmî, Hadîkatü’l-Evliyâ / Velîler Bahçesi, Osmanlı Yay., İstanbul, 1996, s. 17; Ferîdüddîni Attar, Tezkiretü’l-Evliyâ (Tercümesi Eki), Hazırlayan: M. Z. K., Sehâ Neşriyat, İstanbul, 1983, s. 282; Vefeyâtü’l-A’yân, IV/59; Tabakâtı İbni Sa’d, V/187; Hilyetü’l-Evliyâ, II/183; Tehzîbü’t-Tehzîb, VIII/333; Şezerâtü’zZeheb, I/135; el-A’lâm, V/181; Tezkiretü’l-Huffâz, I/96; Reşehât Aynü’l-Hayat, s.12 (Arapça); Câmiu KerâmâtilEvliyâ, II/236; Rehber Ansiklopedisi, IX/324; İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, II/275.) İlmi Dedesi Ebûbekir (r.a), Peygambe-rimiz (s.a.v)’den sonra insanların en faziletlisi olduğu gibi, kendisi de zamanındaki insanların en faziletlisi idi. Tâbiînin ilim ve takvâ bakımından en büyüklerindendi. Zamanını hiçbir şekilde boş geçirmez, her anını ilimle uğraşarak değerlendirirdi. Sahabenin birçoğuna yetişmiş ve onlardan ilim öğrenip başta halası Hz. Âişe, Ebû Hureyre, Abdullah ibn Abbas ve Abdullah ibn Ömer, Hz. Muâviye gibi meşhur sahâbilerden hadîsi şerîf rivâyetinde bulunmuş-tur. Kendisinden de, Tâbiînin büyüklerinden oğlu Abdurrahman, Sâlim b. Abdullah, İmâmı Şa’bî, İbni Amr, Yahyâ b. Saîd, Sa’d b. Saîd el-Ensârî, Abdullah b. Ömer, Sa’d b. İbrâhim, Abdullah b. Avn ve daha birçoğu hadîsi şerîf rivâyet etmişlerdir. Çok kuvvetli derecede fıkıh ve İslâm hukuku ilmine vâkıf olduğu her-kesçe kabul edilmiş ve Medine’deki ’Fukahâyı Seb’a? ’dan biri sayıl-mıştır. (Bu büyük fakihler Harise b. Zeyd b. Sabit Ensari, Said b. Müseyyeb, Urvet b. Zübeyr, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes’ud, Hars b. Hüşşam, Süleyman b. Yaser) O aynı zamanda ’ulûm-i nâfia? denilen mühendislik ve mimarlık bilgileri ile de mücehhez idi. Abdurrahmân b. Ebû Zenâd, onun hakkında: ’Ben Kasım’dan daha çok fıkıh ve hadis bilen kimseyi görmedim Hatta öyleydi ki, sünneti bilmeyeni âlim saymazdı? diyor. Kâsım b. Muhammed, Allah ve Rasûlü adına konuşmanın ve dînî mesele-lerde fetvâ vermenin mesûliyetini en iyi şekilde idrak edenlerdendi. O, hadîsi şerîflerin hem mânâsına ve hem de lafızlarına, harflerine dikkat ederek rivâyet ederdi. Hadîs rivâye-tinde en ince noktalarına kadar dikkatli hareket eder, bir harfin bile değiştirilmesini uygun görmezdi. İmamı Malik onu methederken: ’Kasım bu ümmetin fakihlerinden bir fakihtir? diye onun bu konudaki üstünlüğünü dile getirir. Yahya b. Said: ’Medine’de Kasım’dan üstün bir kimseye yetişmedi? der. İbni Sa’d: ’Kasım, güvenilir idi, âlim idi, imam idi, fakih idi, çok hadis bilirdi, takva ve verâ sahibiydi? diye kendisini methetmektedir. İbni Umeyne onun devrinin en büyük âlimi olduğunu söylerken, İbni Said: ’Kasım, ilimde önder, fıkıhta otorite, takvaca yüksek ve çok hadis bilen bir zat idi? demiştir. Ömer b. Abdulaziz onun için: ’Eğer birini yerime halife seçmem icap etseydi Kasım’ı seçerdim? demiştir. Ömer b. Abdulaziz, halifeliği sıra-sında Kâsım b. Muhammed’i, halası Hz. Âişe’ye âit ne kadar hadîsi şerîf ve başka rivâyetler biliyorsa, onların hepsini toplamakla görevlendir-miştir. Hattâ Ömer b. Abdulaziz bir keresinde, ilmin yok olup, âlimlerin son bulması endişesi üzerine Medîne vâlisi Ebûbekir b. Muhammed b. Hazne’ye mektup yazarak şöyle demiştir: ’Rasûlullah (s.a.v.)’in hadîsi şerîflerini, sünnetlerini, Amre binti Abdurrahmân el-Ensârî’nin ve Kâsım b. Muhammed’in rivâyetlerini araştır ve yaz! Zira ben ilmin yok olup, âlimlerin de tükenmesinden korkuyorum.? Amre ve Kâsım b. Mu-hammed’in her ikisi de Hz. Âişe’nin talebesi olup, onun Rasûlullah (s.a.s.)’tan rivâyet ettiği hadîsi şerîfleri en iyi bilenlerdi. Kendisinden bilmediği bir mesele sorulunca; ’Anlamıyorum, bilmiyo-rum!? derdi. Ona sormayı çoğalttıkları zaman da: ’Vallahi, sordu-ğunuz her şeyi bilmiyoruz. Şayet bilseydik, sizden saklamazdık. Çünkü bildiklerimizi saklamamız bize helâl olmaz.? derdi. Kâsım b. Muham-med, Allah ve Rasûlü nâmına söz söylemenin ve fetvâ vermenin mesû-liyetini müdrik bir zât olarak tanınmıştı. Bu yüzden ancak açık mesele-ler hakkında fetva verirdi. Şu sözleri bunu açıkça göstermektedir: ’İn-sanın, Allah’ın hakkını bildikten sonra cahil olarak yaşaması, bilmeyerek fetva vermesinden daha hayırlıdır.? Her sabah Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Mescidi’ne gelir, iki rekât namaz kılar, sonra Rasûlullah (s.a.v.)’in minberi ile kabri saadetleri ara-sına oturur ve kendisine sorulan meselelere fetva verirdi. Akşamleyin yatsı namazından sonra arkadaşlarıyla ahiret hakkında sohbetlerde bu-lunur, onları verâ ve takva konusunda aydınlatırdı. İtikadı konulardaki bocalamaları ve özellikle Kaderiyecilerin sapık fikirlerini hoş karşılamaz ve bu görüşlerde ısrar edenlerin lanete uğraya-cağını söylerdi. (Hocazâde, a.g.e., s. 1718; Hânî, a.g.e., s. 45.) Kâsım b. Muhammed, çok mütevâzi, alçak gönüllüydü. Bir gün köylü-nün birisi ona gelip; ’Sen mi daha çok biliyorsun, Sâlim b. Abdullah mı?? diye sordu. Ona cevap olarak: ’Burası Sâlim’in evidir? deyip baş-ka hiçbir şey konuşmadı. Muhammed b. İshak bunun hakkında: ’O benden daha iyi bilir deyip, yalan söylemeyi veyahut ben ondan daha iyi bilirim diyerek kendisini üstün göstermeyi istemedi.? derdi. Hâlbuki Kâsım b. Muhammed, her ikisinden daha çok âlimdi. Kâsım b. Muhammed’in yaşadığı Emeviler dönemi, siyasi kargaşaların çok olduğu, emirlerin ve zenginlerin dünyaya fazla rağbet ettiği bir dönemdi. ’Tasavvuf insanların arasını açmak değil, sevgiyle herkesi kucaklamaktır? düsturuyla hareket eden Kâsım b. Muhammed, insan-lar arasında dostluk ve kardeşliği sağlamak için elinden geleni yapardı. Onun bu fazilet abidesi davranışları çağdaşları, tarafından takdirle kar-şılanırdı. Tasavvufî Yönü ve Zühdü Kâsım b. Muhammed, Tasavvuf ilminde de mütehassıstı. Verâ ve tak-vada eşi yoktu. Dedesi Hz. Ebûbekir (r.a.), Efendimiz (s.a.s.)’den ve Peygamberlerden sonra insanların en üstünü oldu. Rasûlullah (s.a.s.)’taki bütün üstünlük-ler, ilimler ve feyizler onda toplanmış ve her bakımdan üstün olmuştur. Kalbe, ruha ait ilimlerin kaynağıydı. Efendimizin (s.a.s.) Peygamberlik vazîfelerinden biri de, Kur’ânı Kerîm`in mânevî hükümlerini, yani Al-lah’u Teâlâ`nın zâtına ve sıfatlarına ait mârifetleri, yüksek bilgileri, ümmetinin kalblerine aktarmaktı. Rasûlullah (s.a.s.), tasavvuf ilminin bu yüksek mârifetlerinin hepsini, Hz. Ebûbekir`in kalbine aktarmıştır. Hz. Ebûbekir de Rasûlullah (s.a.s.)’tan aldığı bu feyizleri, Sel-mânı Fâri-sî’nin kalbine akıttı. Ruhu yükselten ve onu besleyen bu marifetlere, Muhammed b. Kâsım da, Selmânı Fârisî’nin sohbetlerinde bulu-narak yetişip bir ruh mütehassısı oldu. Silsilede emaneti, büyük sahâbî Selmânı Fârisî (r.a)’den almıştır. Altın Silsile’nin üçüncü elidir. Böylece, kendisiyle birlikte feyzi ilâhî sırları sahâbîler dai-resinden çıkarak tâbiîn dâiresine intikal etmiştir. Nakşî silsilesinde ’Vefanın Milki, Evliya Cema-atinin Serdarı? unvanıyla anılır. Ayrıca bazı kaynaklarda ’Hafîdi Sıddîkı Ekber? (Hz. Ebûbe-kir’in torunu) unvanı kullanılmaktadır. O, verâ ve takva ile muttasıftı. (Hocazâde, a.g.e., s. 18; Hânî, a.g.e., s. 45.) Kâsım b. Muhammed’in dünyaya olan zühdüne pek çok misal vardır. İşte onlardan birisi de şu hadisedir: Kendisine verilmiş bulunan 100.000 dirhem ganimet malına elini sürmemiş, fukaraya dağıtmıştı. Sıkıntılı ve dar zamanında ihtiyacı olduğu halde kendisine verilen zekât malını fukaraya dağıtırdı. Yine böyle bir para getiril-diğinde onları fa-kirlere dağıtıp namaza durdu. Yanında bulunanlar, kendi aralarında konuşmaya başladılar. Her biri bir şey söyledi. Oğlu da şöyle konuştu: ’Siz zekâtınızı öyle birine pay ettirdiniz ki, Allah’a yemin ederim, ken-disine bir kuruş bile ayırmadı.? Kasım bu söz üzerine namazı kısa tuttu ve selâm verince oğluna: ’Yavrum, bildiğin şey hakkında konuş, bil-mediğin konularda diline sahip ol? dedi. Kasım, bu ifadesiyle aslında çocuğuna: ’Her doğrunun her yerde söylenmemesi gerektiğini? öğ-retmek istemişti. Yoksa oğlunun söyledikleri doğruydu. Fakat yanında, kendisi hakkında böyle sözler sarf etmesi onu rahatsız etmişti. Nakşibendî silsilesinde üçüncü sırada yer alan Kâsım b. Muhammed, hem Hz. Ebûbekir (r.a)’in torunu olması, hem de On İki İmâm’dan Zeynelâbidîn (rh.a) ile yakın akrabâ olması dolayısıyla ehli sünnetin, Ehli Beyt ile olan yakınlığına çok önemli bir numûne teşkîl etmektedir. Zâten kendisinden sonra silsilede yer alan Ca’fer esSâdık (rh.a) aynı zamanda On İki İmâm’dan altıncısıdır ve annesi tarafından dedesi de yine Kâsım b. Muhammed’dir. Böylece o, Ehli Beyt’in hem soyca, hem de mânevî ilim bakımından vârisi olmuştur. Onun bu vasfı, Nakşibendiyye’nin, daha başlangıçta Ehli Beyt’e bağlı bir yol olmasını sağlayan en önemli etkenlerdendir. O, günümüze kadar ulaşan Nakşî kollardan (Gerek Hâlidî, gerekse Müceddidî vd.) bütün Nakşî silsilelerde yer almaktadır. Şemâili ve Hikmetli Sözleri Uzun boylu, esmer, iki tarafı seyrekçe siyah sakallı ve siyah gözlü idi. Alnında secde alâmeti bir nur vardı. Haşyetullahtan dolayı daima boy-nu bükük dururdu. Gözlerinin yaşı durmaz akardı. İlmiyle âmil ve tah-kîk ehli idi. Takvâ ve verâda zamanının ferîdi idi. (Hânî, a.g.e., s. 45; Attar, a.g.e., s. 282.) Kâsım bin Muhammed şöyle bildiriyor: ’Bir gün halam Hz. Âişe’nin yanına vardım. Ona; ’Ey Ana! Bana, Rasûlullah Efendimizin kabrini aç!? dedim. Bunun üzerine bana Hücrei Saâdeti açtı. Üç kabir gördüm. Pek yüksek değillerdi. Pek yerle beraber de değillerdi. Üzerlerine kızılca Batha taşcağızları dökülmüştü Rasûlullah Efendimizin şerefli kabri hep-sinden ilerdeydi. Hz. Ebûbekir’in başı, Fahri Kâinat Efendimizin müba-rek sırtı hizasında, Hz. Ömer’in başı da Rasûlullah Efendimizin ayağı hi-zasındaydı.? Kendisinin bildirdiğine göre: Rasûlullah (s.a.s.)’ın ashâbından birisinin gözleri görmeyip, âmâ oldu. Sonra onu ziyarete gittiler. Bu zât şöyle de-di: ’Ben, Efendimizi (s.a.s.) görmek için gözleri-min görmesini isti-yordum. Fakat şimdi Rasûlullah Efendimiz âhirete irtihal etti. Allah’a yemin ederim! Eğer Yemen’deki Tübâle beldesinin geyiklerinden biri-nin gözleri bende olsa artık buna sevinmem.? Buyurdu ki: ’Bizden önce yaşayan büyüklerimiz, başa gelen musibetle-ri güzellikle karşılamayı, kendilerine verilen nimetleri de tezellül, alçak gönüllülük ederek karşılamayı severlerdi.? Vefatı Vefatından önce gözlerini kaybetti. Öleceğini anlayınca oğluna; ’Beni üzerimde bulunanlarla kefenleyin? dedi. O sırada üzerinde gömlek, peştamal ve cübbe vardı. Oğlu; ’Babacığım bunu iki katına çıkarsak olmaz mı?? diye sorduğunda, ’Dedem Ebûbekir de böyle üç parça bir kefene sarılmıştı. Bizim için ölçü onlardır. Bu kadarı kâfi, sonra dirilerin yeni giyeceklere ölülerden daha çok ihtiyacı var.? buyurdu. Kâsım b. Muhammed, bazı kaynaklara göre Hicrî 107 (Mîlâdî 725) tâ-rîhinde, bâzı kaynaklara göre de Hicrî 102’de Medîne ile Mekke ara-sındaki Kadîd (veya Kudeyd) denilen mevkîde vefât etmiştir. Vefâtında 70 yaşlarında idi. (Hânî, a.g.e., s. 45.) Yüce Allah, bizleri şefaatlerinden, âli himmet ve nazarlarından ayırıp mahrum etmesin. Âmin.
1 kişi yorum yazdı.