?Bir Hadis & Bir Yorum?
عَنْ جَابِرٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
’... فَإِنَّ خَيْرَ الْحَدِيثِ كِتَابُ اللّٰهِ، وَخَيْرَ الْهَدْىِ هَدْيُ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَشَرَّ الْأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلَالَةٌ ...
’
Câbir (r.a.)’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
’?Sözün en hayırlısı Allah’ın Kitabı’dır. Yolların en hayırlısı Muhammed (s.a.v.)’in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olan bidatlerdir. Her bidat dalâlettir, sapıklıktır??
(Müslim, Cum’a 43)
İnsan, Allah’a kulluk ile sorumlu tutulmuş bir varlıktır. Bu sorumluluğu yerine getirebilmesi için akıl ile donatılmış, ilk insan ve ilk peygamber Âdem (a.s.)’dan itibaren peygamberler ve kutsal kitaplarla kendisine rehberlik edilmiştir.
Bazı zamanlarda insanlar, peygamberlerin tebliğ ettiği dinî esaslardan uzaklaşmış, haktan sapmış, bidat ve hurafelere dalmışlardır.
İnsanlar ne zaman dinini, rehberini, peygamberini ve Peygamber’in sünnetini terk etmiş, işte o zaman iç dünyalarında var olan dinî duygu ve ihtiyaçlarını tatmin etmek için uydurma, batıl şeylere inanmışlar; haram, günah ve zulme dalmışlar; ahlâken bozulmuşlardır.
Günümüzde de bazı kimseler yeni, güncel meselelere modern çözümler üretmek amacıyla kendi hevâ ve heveslerine göre bir şeyler uydurup halka bunu din gibi anlatmaya kalkışmaktadırlar. Konu hakkında Sünnet’ten örnekler verildiğinde de bunu hurafe olarak nitelendirmektedirler. Hâlbuki güzel dinimizin iki temel kaynağı vardır. Bunlar yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Sünneti’dir. Nitekim bu; ’Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah’ın Kitabı ve Rasûlü’nün sünneti...?(Muvattâ, Kader 3) hadisinden açıkça anlaşılmaktadır.
Sünnet
Sünnet; söz, fiil ve takrirleri ile Hz. Peygamber’in İslâm’ı yaşayarak yorumlaması demektir. Daha geniş ifade ile Sünnet, Rasûl-i Ekrem’den ve Ashâp’tan bize nakledilen her şeydir.
Ashâb-ı Kirâm, İslâm dinini; Kur’ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in şahsı, O’nun sözlü veya fiilî tebliğ ve talimatı demek olan Sünneti’nden meydana gelen bir bütün olarak tanımıştır.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra da İslâm dini, Kitap ve Sünnet’in ortaya koyduğu esaslar çerçevesinde anlaşılmış ve yaşanmaya çalışılmıştır.
Bütün peygamberler, Allah’ın emir ve nehiylerini O’nun kullarına ulaştırmak ve onlara doğru yolu göstermekle görevlendirilmiş hidayet elçileridir. Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) de ümmetine, Allah Teâlâ’nın razı olacağı şekilde yaşamaları için gerekli bilgileri uygulamalı olarak tebliğ etmiştir.
’Kur’ân-ı Kerim’in eksiksiz, açık ve açıklayıcı olmasına ve dinimizin de ikmal edilmiş bulunmasına rağmen, Sünnet’in ifade ettiği bir yorum ve anlatıma gerçekten ihtiyaç var mıdır?? şeklinde bir soru aklımıza takılabilir. Gerçek şu ki, Yüce Kitabımızın eksiksiz oluşu bir hakikattir. Ancak onun bu niteliklerine rağmen, muhatapları olan insanların anlayış seviyeleri farklı olduğu için onu tek tek, doğru olarak anlayıp kavramaları mümkün değildir. Sorumluluk için ise duymak değil, anlamak gerekmektedir. İnsanları anlamadıkları şeylerden sorumlu tutmak mümkün değildir. Bu sebeple kim, neyi anlamak ihtiyacında ise, ona onu anlatmak lazımdır. En iyi, en güzel, en doğru ve en doyurucu açıklamayı da elbette Kur’an âyetlerini tebliğ eden Peygamber (s.a.v.) yapacaktır.
Peygamber’in açıklamaları, hiç bir zaman Kur’ân’ın eksik, yetersiz ve kapalı olduğu anlamına gelmez. Allah’a kul olmaktan başka görevi bulunmayan insanlar, ancak bu açıklamalar sayesinde O’na nasıl kulluk edeceklerini öğrenmiş olacaklardır. Dinin tam manada ikmali, Sünnet iledir. Bu sebeple Sünnet’siz bir Müslümanlık düşünmek mümkün değildir.
Hayatın ilâhî rıza doğrultusunda şekillenmesi konusunda Sünnet, Kur’an ile birlikte, hemen onun yanı başında, birinci dereceden bir görev üstlenmiş bulunmaktadır. Bunun böyle olduğunu hem Peygamber’e itaati emreden Kur’ân-ı Kerîm, hem de Hz. Peygamber’in bizzat kendisi ifade ve ilân etmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
’Peygamber size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçının!?(el-Haşr, 59/ 7)
’(Ey Habîbim!) De ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın?(Âl-i İmrân, 3/31)
’Andolsun, Allah’ın Rasûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.?(el-Ahzâb, 33/21)
’?Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Rasûlü’ne arz edin??(en-Nisâ, 4/59)
’?Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun; göklerdeki her şeyin, yerdeki her şeyin sahibi olan Allah’ın yoluna...?(eş-Şûrâ, 42/52)
’?Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.?(en-Nûr, 24/63)
’Kim Peygamber’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur??(en-Nisâ, 4/80)
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
’...Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.?(Buhârî, Nikâh 1)
Tüm bunlar, Müslümanların ancak Sünnet’e sarılmak ve ondan ayrılmamaya çalışmak suretiyle İslâmî kimliklerini koruyabileceklerini ifade etmektedir. Zira Sünnet’in terk edilmesiyle doğacak boşluk, Sünnet’in tam zıddı demek olan bidatle doldurulacaktır. Kısaca ümmet, Sünnet’le vardır, onunla yaşar. Sünnet’ten ayrılmakla bidat ve hurafeler devreye girer.
Sünnet ve Kur’an İlişkisi
Sünnet, Kur’ân-ı Kerim karşısında üç görev üstlenmiştir: Bunlar; Te’kid, tefsir ve teşrî’dir.
Te’kid: Sünnet herhangi bir hükme Kur’an gibi delâlet eder, yani her yönüyle Kur’ân’ın hükmüne uygun bir beyanda bulunur. Meselâ, ?Namazı kılın ve zekâtı verin?, ’Ey inananlar, oruç size farz kılındı?, ’Kâbe’ye gitmeye yol bulabilene haccetmek Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır? âyetlerinde ifade buyrulan İslâm’ın şartlarını ’İslâm beş temel üzerine kurulmuştur??(Buhârî, Îmân 1) hadisi te’kid etmektedir.
Yine, ’Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin...?(el-Bakara, 2/188) âyeti ile ’Hiç bir Müslüman’ın malı, kendi gönül rızası bulunmadan helâl olmaz.?(Ebû Dâvûd, Menâsik 56) hadisi tam bir uyum içinde aynı manayı ifade etmektedir.
Tefsir: Sünnet, Kur’ân’da bulunan herhangi bir hükmü herhangi bir yönden açıklar. Meselâ; namaz ve zekâtın uygulama biçim, ölçü ve şekillerine açıklık getiren hadisler; yine ’Beyaz iplik siyah iplikten sizin için ayırt edilinceye kadar yiyin, için??(el-Bakara, 2/187) âyetindeki beyaz ve siyah iplikten maksadın gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığı olduğunu belirten hadisler; yine ’inanıp da imânlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar?(el-En’âm, 6/82) âyetindeki zulümden kastın, ’şirk? olduğunu açıklayan hadis, Sünnet’in bu özelliğini ortaya koymaktadır.
Sünnet’in en yoğun şekilde icra ettiği görev Kur’ân’ı açıklamaktır. Bu sebeple ’Sünnet, Kur’ân’ın açıklayıcısıdır? denilmiş ve Kitap ile Sünnet arasındaki ilişki de açıklayan-açıklanan (mübeyyin-mübeyyen) alâkası olarak tespit edilmiştir.
Teşrî’: Kur’ân’ın herhangi bir hüküm getirmediği konuda Sünnet’in bir hüküm ortaya koyması demektir. Bu türden hükümlerin örnekleri çoktur. İnsanlara alışkın (ehlî) eşeğin, köpek dişli parçalayıcı hayvan¬ların ve pençeli kuşların yenilmesinin haram kılınması; bir şahit ve yemin ile hüküm verilmesi; yolcu olmayanlar hakkında rehnin caiz olduğu; nineye mirastan hisse verilmesi ve benzeri hükümler bunlardan bazılarıdır.
Sünnetin Korunmuşluğu
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de, kâfirler istemeseler de nurunu tamamlayacağını açıklamaktadır.(Bkz. et-Tevbe, 9/32) ’Allah’ın nuru?, kulları için seçtiği, onları kendisinden sorumlu tuttuğu ve Rasûlü’ne vahyettiği şeriatıdır. Bu hem Kur’ân’ı hem de Sünnet’i içine alır.
Allah Teâlâ; ’Gerçekten Zikr’i biz indirdik, onun koruyucusu da elbette biziz.?(el-Hicr, 15/9) buyurmuştur. Bu ayette geçen zikri, Kitap ve Sünnet olarak anlamak mümkündür.
Kur’ân’ın korunması, Sünnet’in korunmasını da içine alır. Çünkü Sünnet, Kur’ân’ın açıklayıcısı, güvenilir bekçisidir; keyfî yorumlara tâbi tutulmasını önler. O halde Sünnet’in korunması, Kur’ân’ın korunması için gereklidir. Bu sebeple Kur’ân’ın korunması, Sünnet’in de korunması demektir.
Bidat
Dinin aslında olmadığı halde inanç ve ibadet alanında sonradan icat edilen inanış ve davranışlardır. Daha açık ifade ile Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında olmayan veya meşru görülmeyen her inanış, ibadet, dini anlayış ve davranış bidattir.
Kur’ân-ı Kerim’de dinin Hz. Peygamber (s.a.v.)’in risaletiyle birlikte kemale erdiği bildirilir.(Bkz. el-Mâide, 5/3) Bu sebeple Hz. Peygamber’den sonra dinde icat edilen ve uydurulan her şey bidat kapsamına girmektedir. Bidat, Sünnet’in zıddıdır. Bidatin kapsamının dinî konularla sınırlı olduğu hususunda İslâm bilginleri görüş birliğindedir. Bu nedenle inanç ve ibadet hayatının dışında kalan yenilikler bidat kavramına girmez. Otomobilin, bilgisayarın icat edilmesi gibi.
Bunun yanında insanlar yaşadıkları ortamdan etkilenmekte, ortaya atılan yanlış inanışlara veya adetlere dinde asılları varmış gibi inanmaktadırlar. Her Sünnet bir bidati yok ettiği gibi, her bidat de bir Sünnet’in terk edilmesine yol açmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: ’Bir kavim dinlerinde bir bidat çıkardıklarında, onun gibi bir Sünnet’in ortadan kaldırılmasından başka bir şey olmaz. Sünnet’e tutunmak bidat çıkarmaktan hayırlıdır.?(Müsned) buyurmuşlardır.
Bazı âlimlerimiz bidati ikiye ayırmışlar, iyi ve yararlı gördüklerine ’bidat-ı hasene’, kötü ve zararlı bulduklarına da ’bidat-ı seyyie’ adını vermişlerdir.
İmam Şâfiî; ’Kitab’a, Sünnet’e, icmâa ve Sahâbe’nin yoluna muhalif olan her şey, saptırıcı, kötü bir bidat; bunlara muhalif olmayan hayra yönelik şeyler de iyi ve güzel bir bidattir.? demektedir. İşte iyi bidat ve kötü bidat denilmesinin sebebi budur. Şâfiî (rh.a.)’in delili ise, Hz. Ömer (r.a.)’ın, Sahâbe-i Kirâm’ın camide cemaatle teravih namazı kılmalarını, ’Bu ne güzel bidat!? diyerek tasvip etmesidir.
Sahâbeler, Peygamber Efendimiz’in zamanında olmayan pek çok işler yapmışlar, onlara cevaz vererek kabulü hususunda icmâ etmişlerdir. Hz. Ebû Bekir (r.a.) zamanında Kur’ân’ın bir mushaf halinde toplanması, Hz. Osman’ın zamanında nüshaların çoğaltılarak çeşitli bölgelere gönderilmesi en çok bilinen örneklerin başında gelir.
Daha sonraki dönemlerde nahiv, ferâiz, hesap, tefsir, isnada dayalı söz ve hadis metinlerinin tamamının yazılmasına yönelik çalışmalar da bunun örneklerinden sayılır. Bunları bidat olarak isimlendirsek bile, kötü oldukları söylenemez. Çünkü ilmin muhafazası, yayılması ve sonraki nesillere intikali bu sayede olmuştur.
Bir davranışın bidat olup olmadığı konusunda ölçümüz Kur’an ve Sünnet olmalıdır. Bazı kişilerin bidatleri yerleştirme hususundaki çalışmaları, bizim Sünnet’i yaşayıp bidatleri terk etmemizle ortadan kalkacaktır. Çünkü her Sünnet’in yaşanması bir bidati ortadan kaldırır.
Yüce Rabbimiz bizlere, yanlış inanış ve davranışlarından uzak durarak, ömrümüzün sonuna kadar en hayırlı kelam olan Kur’ân-ı Kerim’den, en hayırlı yol olan Peygamber Efendimiz’in yolundan ayrılmamayı, O’nun Sünneti’ni öğrenip yaşamayı lütfeder inşallah!
Sünnet'in Yaşanması Bidatleri Ortadan Kaldırır
Özlenen Rehber Dergisi 43. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.