On Bir Ayın Sultanı
Ramazan, Allah (c.c.)’nun emirlerinin sağanak sağanak semadan arza yağdığı ve yayıldığı bir ay...
Peygamberler Halkasının Mührü’ne (s.a.v.), mührünün tevdi edildiği bir ay...
İçerisinde bin aydan daha hayırlı bir gecenin gizlendiği bir ay...
Rabbimiz’in, ’mükâfatı bana ait!? buyurduğu oruç ibadetinin ifa edildiği bir ay...
Ve daha ne meziyetler... Böylesine güzel, böylesine canlı, böylesine dopdolu bir ay olan Ramazan ayı, toplumumuzda on bir ay boyunca hasreti çekilen, kendisini özleten bir misafir gibi gelir. Teşrifleriyle bu nazlı misafir, senemize farklı bir renk katar. Sinemize ayrı bir tatlılık gelir. Fert fert, fevç fevç -rahmetten mahrum kalanlar hariç- bütün topluma ayrı bir güzellik, ayrı bir heyecan, ayrı bir huzur, ayrı bir sevinç gelir.
Ramazan’ın gelişiyle özlerin hâli değişir. Taş kesilen özler yumuşamaya başlar. Kararan özler berraklaşır. Rahman’dan uzak özler, O’na yakınlık bulur. Nebi’sinin sevdasından mahrum özler, sevgiyi tadar. İçin için yanmayan özlerden, közler tüter, alevler yükselir. Korkmayan özlerden, haşyet nameleri duyulur...
Ramazan’ın gelişiyle yüzlerin rengi değişir. Kızaran, kararan yüzler nuraniliğe boyanır. Tebessümden yoksun yüzler etrafa ışık saçmaya başlar. Secdeden mahrum yüzler seccadeyle buluşur. Yaratanı’na yüzü kalmayan asiler, rahmet deryasından yüz bulurlar da rahmete gark olurlar?
Ramazan’ın gelişiyle gözlerin bakışı değişir. Harama esir olmuş gözler, Kur’ân’a bakmakla hürriyetine kavuşur. Maddeye odaklanan gözler manayı temaşa etmeye yönelir. Cami-mescitten uzak gözler minber-mihrap görür. Açlık, susuzluk, yoksulluk bilmeyen gözler fakirler, muhtaçlar, garibanlar görmeye başlar. Birbirini bir bakışta devirecek gözü dönmüş gözleri, sımsıcak, ışıl ışıl bakışlar kaplar. Kuruyan, suyu çekilen gözlerden kaynaklar fışkırır?
Ramazan’ın gelişiyle sözlerin vasfı değişir. Malayani sözlerin yerini Allah ve Peygamber buyrukları almaya başlar. Kardeşini inciten sözlerin yerini, sevdiren ve sevindiren sözler doldurur. Sözlerin en güzelinden mahrum diller, Kur’ân’la buluşur. Sözler, özlere uyar. Sözlere güven, sevgi, şefkat hâkim olur?
Ramazan, toplumumuza nur topu gibi düşer. Bir millet aydınlanır. Bin yıllık bir kültür, birikim ve zenginlikle Ramazan bir başkadır ülkemizde. Köylüsü-kentlisi, fakiri-zengini, genci-ihtiyarı, kadını ve erkeğiyle cıvıl cıvıl, iç içe ve capcanlıdır Ramazanlar. Sokaklarda diğer aylarda olması imkânsız bir neşe sezilir. İnsanlar daha sıcaktır. Güven, huzur, sevinç gibi toplumun pozitif dinamikleri, diğer aylarla kıyaslandığında en zirvededir. İstatistiklere bakıldığında Ramazan ayındaki suç oranlarında ciddi bir azalma olduğu görülür. Bu ayda şeytanların elebaşlarının zincirlere vurulduğunu da hatırlayacak olursak, taşkınlıkta ayyuka çıkanların, kendilerinin ’şeytanlaşmış insanlar? olduğunu hemen fark ederiz.
Şeytanları ve şeytanlaşmışları bir yana bırakırsak, bizim Ramazanlarımız lahuti bir atmosferde doyulmaz bir zevkle yaşanır. Sahuru bir başka, iftarı bir başka, teravihi bir başkadır. Hatta saat saat, saniye saniye bambaşkadır Ramazan... Belki her anında bir ’eşref saat? gizli, belki de her gecesinde bir ’Kadir? gizlidir.
Sahur Vakti
Sahura kalkanlar, ’münacat saati? olan seher vaktiyle buluşmanın heyecanını yaşarlar. Seher vaktinde kalpler dupduru olur. İnsan latifleşir. Hele bir de, güzelce abdest alıp kapanırsa seccadesine ve açarak gönlünü Yaratanı’na ’yâ Rabbi!? derse, sanki Rabbi’nin ’lebbeyk kulum!? nidalarını işitir gibi olur da, ister isteyeceğini, Rabbi de verir vereceğini. Kim bilir, belki affolunur, belki kabul görür, belki azat olur...
Sonra o nurani çehresiyle sahur yemeğine oturur, ’sahurda bereket vardır? diyerek... O yediği yiyecekler, sıradan zamanlarda, sıradan sofralarda yedikleri gibi değil de, sanki Cennet taamlarıdır...
Ramazan öyle bir rahmet dalgasıyla eser ki, ekranların o utanç verici rengini bile bir nebze olsun değiştirir. Sahurda hangi kanalı açsanız hemen hemen hepsinde birbirinden güzel programlarla karşılaşırsınız. TV’ler, misyonlarıyla uyuşmayan programlar yapmak zorunda kalırlar. Reyting peşinde koşan kanallar, daha güzel dini program yapmanın derdine düşerler. Çünkü bilirler ki, sahurda olsun iftarda olsun, bu millet başka bir program seyretmez. İstemeye istemeye de olsa bu programları yapmak zorunda kalırlar. Kim bilir, belki de Allah (c.c.), facirin eliyle dinini teyit ediyordur. Zira dinle-imanla uzaktan yakından alakası olmayan o TV’lerde seyredilen o güzel programlar vesilesiyle, hidayetle tanışan, gözyaşıyla buluşan, imanının farkına varan, kulluğa yeniden bismillah diyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Bu da milletimizin özünde, aslında, mayasında bulunan cevherlerin bir tezahürü olsa gerektir. Bütün mesele bu cevherin farkına varabilmek...
Batı’nın birkaç asırdır toplumumuzu Allah’tan, Peygamber’den ve bilcümle manevî değerlerden soğutma ve uzaklaştırma çabası, irili-ufaklı birçok tahribatı beraberinde getirse de, milletin gönlünden imanı söküp çıkarmaya yetmemiştir. Büyük bir mütefekkirin; ’Bu millette iman var; ama itaat yok!? sözü bu manayı vurgular.
Ramazan gündüzleri de bir başkadır. İnsanlar daha yumuşaktır. Daha sevecendir. Daha nazlıdır; sataşsa birisi ona, ’ben oruçluyum!? der. Oruç bir kalkandır toplumda. Dokunulmazlığı vardır oruçlunun.
Mukabele
Mukabele dinler oruçlu. Kâh sabah, kâh öğle, kâh ikindi... İlâhî nefese susayan ruhu, doyasıya Kur’an dinler Kur’an ayında. Kur’ân’la aydınlanır kalbi. Hele Şehr-i Ramazan’da ramazanlaşmayı bilenler, işi daha da derinlere götürür, 1400 küsur seneyi aşar, zaman-mekân mefhumunu geçer de Kur’an yeni nazil oluyormuş gibi kendini ilâhî buyruğa verir. Öyle verir ki sanki ’ikra/oku!? der, Yaratanı. O da ’lebbeyk yâ Rabbi!? der ve başlar okumaya Yaratan Rabbi’nin ismiyle. Satır satır, hece hece.
İnsan kendisini Kur’ân’a muhatap bilmeli. Yaşantısını Kur’ân’a göre ölçüp biçmeli. Yaratan’ın âyetlerinden gafil olmamalı. Asla ve asla, Kur’ân’ın sadece Arapça metnini okumayla iktifa etmemeli. Bir âlimin ifadesiyle; ’Kur’ân’ı, yüzünden değil, ciğerinden okumalı?. Âcizane kanaatimce, ’Ramazan ayında yapılması gereken en mühim iş, Kelâmullâh’a yönelmek, O’nu okumak, anlamaya çalışmak, yaşamak, O’nunla yoğrulmak, sabahlamak, akşamlamaktır.? dense isabet edilmiş olur. Çünkü Kur’an, bu ayda yeryüzüyle buluşmaya ve insanlık bu aydan itibaren aydınlanmaya başlamıştır.
İftar Vakti
Oruçlunun iki sevinçli anından birisi. İnd-i ilâhide ağız kokusunun miskten daha güzel olduğu eşref vakit. Nebevî müjdeye göre icabet vakti.
Mü’minler bu vakitte duayı bir ganimet bilirler. İcabet vaktinde bütün ümmeti yâd ederler. Ümmet-i Muhammed’in affı ve kurtuluşu için niyaz ederler icabet makamına. Öyle bir niyaz ki, yanındaki bile duymaz bu yalvarışı. Melekler bile bihaberdir bundan. Ancak O (c.c.) duyar sessiz-sedasız, harfsiz-harekesiz yakarışı. Latif bir hâldedirler. Açlığın getirdiği terbiye ve ümmet ayının mana yüklü havasıyla ruhlar incelmiştir.
Toplumumuzda iftar kültürü de oldukça zengin, canlı ve candandır. Misafiri rahmet bilen Müslümanlar, Ramazan’da sofralarını oruçlular için açarlar. Bütün Ramazan boyu birilerine iftar ettirseler çok görmezler onu. ’İftar verdiği oruçlunun sevabı kadar sevap kazanma? düşüncesinin yanında, bu hayırhahlığı karşılıksız, içtenlikle, seve seve, isteyerek yaparlar. Ve hatta iftar veremediği günlerin üzüntüsünü yaşarlar.
İftar denince akla iftar çadırları geliyor. Bu iftar çadırları, iftar sevincini özelden genele, kişisellikten topluma aktarma adına çok güzel bir eylem. Diğer Müslüman ülkelerde değişik şekillerde var olan bu kültür, toplumumuzda da yerini almış, zengini-fakiri, küçüğü-büyüğü, köylüsü-kentlisini bir araya getirme ve o zevk-i ruhânîyi beraberce yaşama adına dayanışmanın bir simgesi haline gelmiştir.
Ramazan’da hissedilir derecede bir cömertlik söz konusudur. Müslümanlar diğer on bir aydan farklı olarak Ramazan’da daha cömert olurlar. ’Rahmet yağmurları getiren rüzgârdan daha cömert olma? ahlâkı yaşanır adeta. Sivil toplum kuruluşları bu ayda çalışmalarına öyle hız verirler ki, hemen her yerde hayırda yarış rüzgârları eser. Bu kuruluşları elden geldiği kadarıyla finanse etmenin, desteklemenin Ramazan’ın ruhuyla iç içe olduğunu bilir Mü’minler.
Teravih
Teravih namazı sadece Ramazan’a has bir ibadet. Ramazan gecelerinin ihyasının en büyük tezahürü. Toplumun ibadet heyecanını birlikte yaşadığı güzel bir fırsat. Işıl ışıl mahyalarla süslenmiş minarelerden tevhîdî bir nida, Bilâlî bir seda ile ezan-ı Muhammedî semalara yükselir. Mü’minlere topluca miraç davetiyeleri sunar. Davete icabet edenler melekler gibi saf saf dizilirler. Belki de meleklerle omuz omuza dururlar. Zaten şeytanlar da bağlanmıştır. Bir de bu görüntüyü, ecdadımızın her tuğlasını besmeleyle koyarak inşa ettikleri o ihtişamlı camilerden; Eyyub Sultan, Süleymaniye, Sultan Ahmet, Fatih, Hacı Bayram-ı Veli camilerinden seyredelim. Camileri tıklım tıklım dolduran Mü’minler saf saf, tek bir yürek halinde teravih kılıyorlar. Zevk üstü zevk! Heyecan üstü heyecan!
Teravihten sonra Mü’minler kendilerini içinde binlerce hikmet gizli Ramazan gecelerinin kucağına bırakır. İlmî sohbetler yapılır. Yaratan zikredilir. Muhabbetler tazelenir. Görüldüklerinde Allah ve Rasûlü’nün hatırlandığı seçkinlerin hikmet pınarlarından kana kana içilir.
Kısacası Ramazan, toplumu negatif sulardan pozitif limanlara doğru sürükleyen, insanlara kalplerindeki cevherin farkına varma imkânını sağlayan, toplumdaki buzları eriten, çok yönlü, mana yüklü, sevinç dolu, kazancı bol bir aydır.
Gece kâim, gündüz sâim, kullukta daim, istifadesi tam olanlardan olmak temennisiyle!
Ramazan'da Toplumsal Değişim ve Sevinç
Özlenen Rehber Dergisi 43. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.