Özlenen Rehber Dergisi

85.Sayı

Fahruddîn Er-razî ve Mefâtîhu'l-gayb'ın Mukaddimesi

Mücahit HAŞİM Özlenen Rehber Dergisi 85. Sayı
GİRİŞ
Âlimin mürekkebini şehidin kanından üstün tutan, menşei Medine olan bir medeniyetin esintileri altında hayat soluklayanlar için ’Peygambere varis olma’ nimetine mazhar olanların mümtaz şahsiyetlerini ve çağlara ışık saçan kıymetli eserlerini anlamak ve anlatmak en azından bir vefa borcudur. Bu mümtaz şahsiyetlerden bazıları ise sadece kendi çağlarına ışık saçmamış; çağlar üstü bir kimlik kazanarak dünümüzü aydınlattığı gibi, bugünümüzü de aydınlatır olmuş ve ihtimal ki yarınımızı da aydınlatmaya devam edeceklerdir.
İslam Tarihi bu ışık saçan aydınlarımızla doludur. Hicrî 6. Asrın ortalarında parıldayan Fahruddin er-Razî hazretleri de bu değerli âlimlerimizden sadece birisidir. Biz de bu mütevazî çalışmamızda ’Fahruddin er-Razî ve Mefâtihu’l-Gayb’ isimli muazzam tefsirinin mukaddimesi hakkında bilgilenmeye çalışacağız.
Malumdur ki mukaddimeler, başlarına yazılmış olduğu eserlerin içeriği, yapısı, üslubu ve metotları hakkında fikir verir ve genelde kısa bir şekilde yazılırlar. Mefâtihu’l-Gayb’ın mukaddimesi ise gerek hacminin büyüklüğü; gerek içeriğinin zenginliği; ve gerekse sistematiğinin yapısı açısından bir kitap hüviyetindedir. Sadece bu makaddime bile üzerinde ciddi çalışmaları gerektiren bir yapıdadır. Zira bu mukaddime anlaşılmadan tefsirinin anlaşılması oldukça zordur.
Biz, bu çalışmamızı üç başlık altında ele alacağız. İlk olarak, Fahruddin er-Razî’yi kısaca tanımaya çalışacağız. İkinci olarak, tefsirinin mukaddimesinin içerdiği konulara genel bir bakış yapacağız. Ve üçüncü olarak da Mukaddimenin mantığı ve yapısı üzerinde örnekleriyle durmaya gayret edeceğiz.
Maksadımız, Mefâtîhu’l-Gayb’ın iz düşümlerini bulabilmek ve bu eşsiz esere ve sahibine karşı bir merak uyandırabilmektir. Tabi ki bu maksadın, ’İlâhî Ente Maksûdî’nin şuâsı altında olması ümidi ile...


1. BÖLÜM
FAHRUDDÎN er-RAZÎ (h. 543-606/m. 1149-1210)


a. İsmi, Nesebi ve Doğumu
İsmi, Muhammed b. Ömer b. el-Huseyn b. Ali b. el-Kureyşî et-Teymî, el-Bekrî, et-Taberistânî’dir. Künyesi Ebû Abdullah, Ebu’l-Meâlî veya Ebu’l-Fadl’dır. İlmî şöhreti sebebiyle Fahruddîn ve Fahr b. el-Hatîb lakapları verilmiştir. Allâme, Şeyhu’l-İslam diye de anılan er-Razî’nin soyu Kureyş kabilesine ulaşır.
Fahruddîn er-Razî, hicretin 543/1149 senesinde Ramazan ayının 25’inde, İran’ın Rey şehrinde doğdu.

b. İlmî Muhiti ve İlmî Yolculukları

Fahruddîn er-Razî ilim hayatına baba ocağında başlayan âlimlerdendir. Babası Rey Hatibi diye tanınan Ömer Ziyâuddîn’dir. Bu zat, Muhyi’s-Sünne Muhammed Begavî’nin talebelerinden idi. Gâyet fasîh, belîğ ve tesirli hutbe okurdu. Özellikle Kelam ilminde zamanının önde gelenlerindendir. Es-Subkî’nin incelemesine göre Ömer Ziyauddîn’in ’Gayetü’l-Merâm’ adlı iki ciltlik eseri Ehl-i Sünnet Kelam kitapları arasında en nefis olanıdır. Âlim bir babanın önünde diz çöken er-Razî, ilk ilmî kaynağını daha küçük yaşta iken bulmuş ve babasında ziyadesiyle istifade etmiştir.
Er-Razî hazretlerinin zamanında ilmî seyahatler yaygındı. Müfessirimiz de çeşitli İslam ilim merkezlerine ilim elde etmek üzere seyahatlerde bulunmuştur. İlk seyahati Harezm’e olmuş, orada Mutezilî kişilerle münazaralarda bulunmuş ve neticede oradan çıkarılmıştır.
580/1184 senelerinde Buhara’ya doğru yola çıkmış, yolu üzerinde tabib Abdurrahman es-Serahsî’ye uğramış ve bir müddet Serahs’ta kalmıştır. Oradan Buhara’ya geçmiştir. Sonra Semerkant, Hocent, Benâkit, Gazne ve Hind beldelerini dolaşıp tekrar Buhara’ya gelmiştir. Sonra doğduğu yere, Rey’e gelmiştir. Bir müddet sonra Bâmiyân emîri Bahâuddin’e gitmiş, Gazne Sultanı Gıyasuddin’in yanında bulunmuş, yine Hârezm devletinin büyük sultanı Alâuddin Muhammed b. Tökeş’in bizzat kendisini evinde ziyareti ile de yüksek mevki ve ta’zime ulaşmıştır. Neticede Herat’ta kalmaya karar vermiş ve burada evlat ve mülk sahibi olmuştur.
Bu kadar çok ilmî seyahat, müfessirimizin çok yönlü olmasına da sebep olmuş, bir çok görüşü yerinde tetkik etme fırsatı bulmuş ve neticede ilmin çeşitli konularında mütehassıslaşma ve bir çok konuda eserler verme imkânı bulmuştur.

c. İlimlerde Çok Yönlü Oluşu

Müfessirimizin en meşhur olduğu dalın Kelam ilmi olduğu söylenir. Kelam ilmine olan alakası meşhur mütekellimlerden olan babası Ziyauddin’den ve zamanının şartlarından kaynaklanır. İmâmü’l Haremeyn’in ’eş-Şâmil’ adlı kelam kitabını ezberlemiştir. Yine kendi ifadesi ile kelam ilmine dair 12.000 varak ezberlemiştir. Kendisi Eşârî’dir. Başta Mutezile, Şia, Kerramiye ve Bâtınîler olmak üzere birçok itikat sahipleriyle ciddi münazaralar girer ve onların delillerini çürütmeye çalışır.
Mecduddin el-Cîlî’den kelam ve felsefe okumuş ve müslümanların felsefe kültürünü en geniş şekilde öğrenmiştir.
Fıkıh ilminde ise usulcü bir âlimdir. Bu konuda ’el-Mahsul fî Usûli’l-Fıkh’ adlı eseri meşhurdur. Kendisi Şafii mezhebinin önde gelen âlimlerindendir.
Tefsir ilminde ise müstesna bir yeri vardır. Mefâtihu’l Gayb adlı eşsiz eseri ’Tefsir-i Kebir/Büyük Tefsir’ olarak şöhret bulmuştur. Kendisinden sonra gelen bütün müfessirler az veya çok ondan istifade etmek durumunda kalmışlardır.
Pozitif (müsbet) ilimlerin birçok dalı ile de ilgilenen er-Razî hazretleri, matematik, tıp, astronomi, ziraat gibi dallarda birçok eser vermiştir.
Kısacası, müfessirimizin tefsir, kelam, fıkıh, usûl, nahiv, edeb, felsefe, tıb, hendese ve astronomi ilimlerinin her biri hakkında eserler vermiş olması onun ilminin ne kadar çok yönlü olduğunun şahitleridir.

d. Şahsiyeti ve Fazileti

Fahruddîn er-Râzî hazretleri, Herat’a gittiği zaman, orada bulunan âlimler, sâlihler ve devlet ileri gelenleri, onun ziyâretine geldiler. Kendisine pek çok hürmette bulundular. İmâm, bir gün ’acabâ görüşmediğimiz kimse kaldı mı?’ diye sordu. Yanında bulunanlar, ’evet, sâlih bir zât var, o gelmedi’ dediler. ’Ben müslümanların imâmı olayım, herkesin bana hürmeti vâcib olsun da, o beni niçin ziyaret etmesin?’ diye sitem etti.
Bu durumu, o sâlih zâta ulaştırdılar. Fakat o zât hiç cevap vermedi. Şehrin ileri gelenlerinden birisi, Fahruddîn er-Râzî ile o sâlih zâtı bir yemeğe dâvet etti. Her ikisi de bu dâveti kabûl ettiler. Ziyâfet bir bahçede verildi. Orada İmâm, o sâlih zâta: "Niçin ziyâretime gelmediniz?" diye sorunca: "Ben fakîr bir kimseyim. Bu sebeple, ziyâretinize gelip gelmemem, sizin şerefinizi ne arttırır, ne de ondan bir şey eksiltir." Bunun üzerine İmâm; "Bu söz edeb sâhiplerinin yâni ehl-i tasavvufun sözüdür. İşin iç yüzünü bana anlat da merâkım gitsin." dedi. O sâlih zât: "Seni ziyâret hangi bakımdan vâcibdir?" dedi. İmâm; "Ben müslümanların hürmet etmeleri lâzım olan birisiyim." dedi. Bunun üzerine o sâlih zât; "Mademki, ilimle iftihar ediyorsun, ilmin neticesi, mârifetullahdır. Şimdi sana soruyorum:
"Allah’u Teâlâ’yı nasıl tanıdın ve matlûbuna nasıl yol buldun?" dedi. İmâm: "Yüz bürhân ve delîl ile ilim ve yakîn elde ettim." dedi. O zaman o zât: "Bürhân, şüpheyi gidermek içindir. Allah’u Teâlâ benim kalbime öyle bir nûr verdi ki, onun olduğu yerde şüphe bulunmaz. Nerede kaldı ki, bürhân ve hüccete ihtiyaç duyulsun." buyurdu. Bu söz, İmâm’a çok tesir etti. O mecliste, herkesin gözü önünde, o sâlih zâtın elini öpüp tevbe etti. O zâta tâbi oldu. Çok yüksek mertebelere ulaştı. Ondan sonra Tefsîr-i Kebîr adlı eserini te’lif eyledi. Bu büyük zât, Necmüddîn-i Kübrâ hazretleriydi. Fahreddîn-i Râzî, bu zatın sohbetlerinde bulundu ve ondan çok istifade etti.
er-Razî hazretleri orta boylu, uzun sakallı, gür sesli, vakûr bir kimse idi. Hayatının ilk zamanlarında fakir bir kimse iken sonraları zengin olmuştur. Fakat o dünya malına meyletmemiştir. Tefsirindeki birçok ifadeden de anlaşılacağı üzere ehl-i tasavvuf bir kişiliğe sahip zahid bir kimse idi. Hayatı ilim öğrenmek ve öğretmekle geçmiştir. Gittiği her yerde ilim ile meşgul olmuş, ilim ve irfâna susayanlar, o nereye giderse peşinden gitmişlerdir. Öyle ki her ne zaman bir yere gitmek için atına binse, âlim ve talebelerden üç yüz kadarı da beraberinde giderdi.
Allah’u Teâlâ’nın emir ve yasaklarını insanlara anlatırken, çok defa gözlerinden yaşlar akardı. Bir gün vaaz veriyor, Sultan Şihâbüddîn Gaznevî de orada bulunuyordu da bir ara şöyle dedi: "Ey dünyânın sultânı! Ne senin saltanatın kalır, ne de Râzî’nin bu hâli!" sonra da: "Hepimizin dönüşü Allah’u Teâlâ’yadır." (Gâfir sûresi: 43) âyet-i kerîmesini okumuştu da Sultan ve câmide bulunan herkesi ağlatmıştı. Müfessirimiz hakkında hatipliğindeki şöhretinin, ilmî şöhretinden daha önde olduğu dahi söylenmektedir.
Fahruddîn er-Râzî, Sultan Muhammed Harzemşâh’a, mektup yazıp bazı sâlih kimseler hakkında istirhamda bulundu. Mektubunda şöyle diyordu: "Bu mektubumu zâhirde sebep siz olduğunuz için size gönderdim. Fakat bu durumu, hakîkatte hep var olan ve yokluğu mümkün olmayan Allah’u Teâlâ’ya arz etmiş bulunmaktayım. İsteğimi verirseniz, hakikâtte veren Allah’u Teâlâ’dır. Bu vesîle ile siz de teşekkür edilmeye müstahak olmuş olursunuz ve sevap kazanırsınız, vesselâm."

e. Vefatı
Müfessirimiz hayatı boyunca sapık akîde mensuplarıyla çetin bir mücadele içinde olmuştur. Zamanında Ehl-i Sünnet’in bayraktarlığını yapmıştır. Mutezile, Şia, Batınîler, Cebriyye, Kaderiyye gibi birçok Ehl-i Sünnet dışı anlayışlarla meydan okurcasına mücadele içinde olmuş, bu da birçok sıkıntıyı beraberinde getirmiştir. Özellikle Kerramiyye mensuplarından çok sıkıntılar görmüş ve neticede onlar tarafından zehirlenmiştir.
Fahruddîn er-Râzî, vefâtına yakın, talebelerinden İbrâhim b. Ebû Bekr İsfehânî’ye şu nasîhatta bulundu: "Her katı kalbi yumuşatan, âhiret yolculuğu yaklaşmış ve dünyâ hayâtının sonunda bulunan, Rabbinin rahmetini uman, Mevlâ’sının keremine güvenen bu kul Muhammed bin Ömer er-Râzî der ki: Peygamberlerin, meleklerin en büyüklerinin yaptıkları, bildiğim ve bilmediğim, lâyık olduğu hamdler ile Allah’u Teâlâ’ya hamd ederim. Allah Teâlâ’nın rahmeti, Rasûlullah Efendimize, diğer Rasûller, Nebîler (aleyhimüsselâm), mukarreb melekler ve sâlih kimseler üzerine olsun.
İnsanlar derler ki: "İnsan vefat ettiği zaman, ameli kesilir. Dünya ile alâkası kalmaz." Bu söz, iki yönden sınırlandırılabilir. Birincisi, eğer vefat eden kimse dünyada insanlara faydalı şeyler bırakmış ise, bu, ona dua yapılmasına vesile olur. Şartlarına uygun dua, Allah’u Teâlâ’nın katında makbuldür. İkincisi, evlâda ait olan husustur. Sâlih evlat da ölen anası-babası için faydalı olur.
Biliniz ki ben, ilim âşığıydım, doğru olsun yanlış olsun, bir şeyin ne olup olmadığını öğrenmek için pek çok şey öğrendim. Vallahi kelâm, akâid ilmi ile ilgili, doğru yanlış bütün itikatları, filozofların görüşlerini çok tetkik ettim. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’de bulduğum faydaya eşit olanını hiçbirisinde görmedim. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ’nın yüce kudretini ve azametini teslim ve kabul etmeye teşvik ediyor, itiraz ve karşı çıkmaktan, derin mücadele ve münazaradan men ediyor. Çünkü beşer aklı, derin ve anlaşılması zor meseleler arasında boğulup gitmektedir. Bu sebeple dinimizin bildirdiklerini aynen kabul edip, üzerinde konuşmamak en salim yoldur.
Ey âlemlerin Rabbi! Mahlûkatın, senin cömertlerin en cömerdi, merhametlilerin en merhametlisi olduğunda ittifak etmektedir. Yâ Rabbî! Bu zayıf kuluna müsamaha eyle. Dilimi sürçmekten muhafaza buyur, bana yardım et. Hata ve kusurlarımı setreyle. Kitabım Kur’ân-ı Kerîm, yolum Rasûlullah Efendimize, sünnet-i seniyyeye uymaktır. Yâ Rabbî! Senin hakkında hüsn-i zan sâhibiyim. Rahmetin hakkında çok ümitliyim. Çünkü sen: "Kulum beni zannettiği gibi bulur." buyurdun.
Yâ Rabbî! Ben hiçbir şey getirmesem de, sen Ğanîsin, Kerîmsin, ümidimi boşa çıkarma. Duamı geri çevirme. Beni ölümden önce ve sonra azabından kurtar. Ölüm sırasında can çekişirken bana kolaylık ver. Çünkü sen Erhamürrâhimînsin.
Kitaplarıma gelince, onlarda çok şeyler yazdım. Onları mütalaa edip okuyan, ihsan ederek iyi dua ile beni ansın. Eğer böyle bir duada bulunmazsa, hiç olmazsa hakkımda kötü sözde bulunmasın. Benim meseleleri geniş yazmaktan maksadım, mevzuyu genişletmek, derinlemesine ele almak, zihinleri açmaktır. Bütün bunlarda, Allah Teâlâ’ya güvenip, dayandım."
Daha birçok vasiyetlerde bulunan İmâm-ı Râzî, sonra şunları söyledi: "Talebelerime ve üzerinde hakkım olanlara şunu vasiyet ediyorum: Ben vefat edince, benim ölümümü her tarafa yaymasınlar. Dinin emirlerine uygun olarak defnetsinler. Beni defnettikleri zaman, okuyabildikleri kadar bana Kur’ân-ı Kerîm okusunlar. Sonra; yâ Rabbî! Sana fakir ve muhtaç birisi geldi, ona lütuf ve ihsanda bulun, desinler." sözleriyle vasiyetini bitirdi.
Müellifimiz, 606/1210 senesi Ramazan Bayramı’nın birinci günü, hicrî takvime göre 63 yaşında iken, Herat’ta rûhunu teslim etmiştir. Kabrinin Kerramiler’den gizlenmesini de vasiyet eden Fahruddîn er-Râzî’nin kabir yeri belli değildir. Biz de müfessirimizi hayırla yâd ediyor, hayır dualar ediyoruz...

Sayfa numarası olarak verdiğimiz yerler, Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç ve C. Sadık Doğru tarafından tercüme edilip Huzur Yayınevi’nce neşredilen Tefsir-i Kebîr Mefâtîhu’l-Gayb’ın 1. cildine aittir.
Kıymetli okurlar, gelecek sayımızda makalemizin, ’Mefâtîhu’l-Gayb’ın Mukaddimesinin içeriği’ ile ’Mukaddimenin Mantığı ve Yapısı’ bölümlerini okuyabilirsiniz.


Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.