Özlenen Rehber Dergisi

85.Sayı

Sadrın İslâm'a İnşirahı

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 85. Sayı
اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ فَهُوَ عَلٰى نُورٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
’Allah’ın göğsünü İslâm’a açtığı, dolayısıyla onun da Rabbinden bir nûr üzere olduğu kimse, hiç (kalbi mühürlenmiş kimse gibi olur mu?) Artık Allah’ın zikrinden kalpleri kaskatı kesilmiş olanların vay haline! İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.’
(ez-Zümer, 39/22)

Bu âyete müradif diğer bir âyette ise Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ
"Allah her kime hidâyet etmek dilerse onun göğsünü İslâm’a açar. Ve her kimi dalâlete düşürmek dilerse onun göğsünü daraltır, sıkışmış bir hale getirir, sanki zorla göğe yükselecek imiş gibi (bulunur). İşte Allah Teâlâ imân etmeyenlerin üzerine böylece pisliği (havale) kılar. (el-En’âm, 6/125)

 Sebeb-i Nüzul:

Burada Allah’ın kalbine genişlik verdiği kimselerden kasıt, müfessirlerin naklettiklerine göre: 1- Ali ile Hamza (r.anhümâ) ile onların çocuklarıdır. 2- Ömer b. el-Hattab (r.a.)’dır. 3- Ammar b. Yâsir (r.a.)’dır. 4- Ebû Bekir (r.a.)’dır. 5- Rasûlullah (s.a.v.)’dir. Bununla birlikte âyet, Allah (c.c.)’nun İslâm’a karşı kalbine genişlik verdiği herkes hakkında umumidir.

 Âyette Geçen Kelimelerin İzahı:
 Şerh:
’Şe-ra-ha’ fiili yaymak, yarmak, uzatmak, açmak, keşfetmek, bir şeyi açıklamak suretiyle bildirmek manalarına gelir. Kinaye yoluyla ise genişletmek manasında kullanılır.
Âyette; açmak, genişletmek manasında kullanılmıştır. Kinaye yoluyla da; nefsin, hakkı kabul etmeye, hakkın oraya nüfuzuna uygun olup buna mani olan şeylerden temiz olmasına delalet etmektedir.
Bu kelime: وَلٰكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا ’…fakat her kim küfre sine açarsa…’ (en-Nahl, 16/106) âyetinde de açmak, meyletmek, seçmek, gönül hoşluğuyla kabul etmek manasında kullanılmıştır.

 Sadr:

Bu kelime göğüs, sine, bir şeyin ön tarafı manasına gelir. İnsanın belinden başına doğru olan ilk tarafıdır ki, gerisi de kalbi, ciğerleri içine alır. Bir odanın, bir salonun en şerefli oturak yerine sadr denilir.
Âyetlerde bu kelimeyle; bazen kalp (Tâhâ, 20/25; el-Âdiyât, 100/10; el-Mu’min, 40/19); bazen de kalbin içinde bulunduğu yer (el-Hac, 22/46) kastedilir. Hadislerde de bu şekilde kullanımlar mevcuttur.
Sadr kelimesi, bu âyette ’kalp’ manasında kullanılmıştır.

 İslâm
:
Âyette İslâm kelimesiyle maksat; iman ve tevhid olup Allah’ı bilmek, birliğini ikrar edip O’na boyun eğmektir. (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c.4, s.1385 İbn-i Abbâs ve İkrime (r.anhümâ)’dan)
Burada İslâm’dan maksadın ’iman’ olduğuna ileride zikredeceğimiz, âyetin izahı sadedinde rivayet edilen hadisler de işaret etmektedir.
İslâm ve iman kelimelerinin müteradif kelimeler olduğunu söyleyen âlimlerin Kur’ân’dan delillerinden biri de bu âyettir.

 Nûr:

Nur kelimesi ışık, aydınlık, şua, ziya manalarına gelir. Allah (c.c.), Kur’ân’da on şeyi ’nûr’ diye vasfetmiştir: 1) Kendi zâtını. (en-Nûr, 24/35) 2) Rasûlullah (s.a.v.)’i. (el-Mâide, 5/15) 3) Kur’ân’ı Kerim’i. (el-A’râf, 7/157) 4) İmânı. (et-Tevbe, 9/32) 5) İlâhî adaletini. (ez-Zümer, 39/69) 6) Ay ışığını. (Nûh, 71/16) 7) Gündüzü. (el-En’âm, 6/1) 8) Delilleri. (el-Mâide, 5/44) 9) Peygamberlerini. (en-Nûr, 24/35) 10) Mârifetullah’ı. (en-Nûr, 24/35) Bu âyette ise nûr’dan maksadın; Kur’ân ve onun hükümleri üzere yaşamak, marifet, tevhid, yakîn, beyân, hidayet manalarından biri olabileceği söylenmiştir.

 Hidâyet ve Küfür Allah’tandır:

Ehl-i Sünnet âlimlerimiz, hidâyetin de küfrün de Allah’tan olduğuna bu âyetleri delil göstermişlerdir. Buna bağlı olarak Fahruddîn er-Râzî (rh.a.), âyeti şu şekilde açıklamıştır:
’Kalpte ona götürecek bir sebep bulunmadıkça, kuldan iman veya küfür sâdır olması imkânsızdır. Kuldan imanın sadır olması, ancak onun kalbinde, imanın daha faydalı olduğuna dair Allah’ın bir bilgi yarat-masından sonra olur. Kalpte böyle bir bilgi meydana geldiğinde, kalp o işi yapma¬ya meyl eder ve o kişinin nefsinde, o işi yapmak için daha fazla bir arzu meydana gelir ki, işte göğsün imana açılması budur. Ancak kalpte, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e iman etmenin, gerek dinî gerekse dünyevi hususlarda büyük bir fesada sebebiyet vereceğine ve büyük zararlara yol açacağına dair bir inanç meydana gelir¬se, bu durumda, onun bu zannı Hz. Muhammed (s.a.v.)’e iman etmekten şiddetle nefret etmesine yol açar. Allah Teâlâ’nın onun kalbini son derece daraltmasından murad budur.
Bir şeyi yapmaya sevkeden sebebin, mutlaka o şeyin varlığından önce bulunması gerekir. Binaenaleyh göğsün imana açılması, imana sevkeden sebep demektir. İşte bu manadan dolayı ayetin za¬hiri, göğsün açılmasının, müslüman olmadan önce bulunduğunu ihsas ettirmekte¬dir. Bu hüküm, küfür tarafı için de aynıdır.’ (Bkz. Fahruddîn er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, c.10, s.163, Terc: Kurul)

 Âyeti İzah Eden Hadisler ve Açıklamaları:
 İbn-i Mes’ûd (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.): ’Allah her kime hidâyet etmek dilerse onun göğsünü İslâm’a açar.’ (el-En’âm, 6/125) âyetini okudu. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Muhakkak ki nur, göğse (kalbe) girerse açılır.’ Dendi ki: ’Yâ Rasûlallah! Bunun kendisiyle bilinebilecek bir emaresi var mıdır?’ (Rasûlullah) şöyle buyurdu: ’Evet! (Emaresi;) aldanma yurdundan uzaklaşma, ebediyyet yurduna yöneliş, gelmeden önce ölüm için hazırlanmaktır.’ (Hâkim, Müstedrek, Rikâk, 20, c.4, s.346, h.no:7863)
 Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.): ’Allah her kime hidâyet etmek dilerse onun göğsünü İslâm’a açar.’ (el-En’âm, 6/125) (âyetini) okudu. (Sahâbeler): ’Yâ Rasûlallah! Bu açma nedir?’ dediler. (Rasûlullah) şöyle buyurdu: ’Kalbe atılan bir nurdur ki kalp ona karşı genişler.’ (Ravi) dedi ki: ’Bunun kendisiyle bilinebilecek bir alameti var mı?’ dendi. (Rasûlullah): ’Evet! (Vardır)’ buyurdu. ’O (alamet) nedir?’ dendi. (Rasûlullah): ’Ebediyyet yurduna yöneliş, aldanma yurdundan uzaklaşmak, ölümle karşılaşmadan ölüm için hazırlanmaktır.’ buyurdu. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, Zühd, 6, c.7, s.98, h.no:34304)
 İbn-i Ömer (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre; bir adam: ’Ey Allah’ın Nebisi! Müminlerin hangisi daha akıllıdır?’ dedi. (Rasûlullah): ’Ölümü en çok ha¬tırlayanı ve onun için en güzel hazırlananıdır. Nur kalbe girince (kalp) açılır ve genişler.’ buyurdu. (Sahâbeler): ’Bunun alameti nedir ey Allah’ın Nebisi?’ dediler. (Rasûlullah): ’Ebediyyet yurduna yöneliş, aldanma yurdundan uzaklaşmak, ölüm gelmeden önce ölüm için hazırlanmaktır.’ buyurdu. Sonra: ’Allah’ın göğsünü İslâm’a açtığı, dolayısıyla onun da Rabbinden bir nûr üzere olduğu kimse…’ âyetini okudu. (el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, 86. Asl, s.125)
 Ebû Ca’fer (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.): ’Muhakkak ki iman, kalbe girince kalp onun için genişler ve açılır.’ buyurdu ve bu âyeti: ’Allah her kime hidâyet etmek dilerse onun göğsünü İslâm’a açar.’ (el-En’âm, 6/125) (âyetini) zikretti. (Sahâbeler): ’Yâ Rasûlallah! Bunun kendisiyle bilinebilecek bir alameti var mı?’ dediler. (Rasûlullah) şöyle buyurdu: ’Evet! (Emaresi;) ebediyyet yurduna yöneliş, aldanma yurdundan uzaklaşma, ölümden önce ölüm için hazırlanmaktır.’ (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, Zühd, 6, c.7, s.98, h.no:34303)

 Göğsü Açmanın Manası:

 Kalbin İki Türlü Açılması:
’Şerhu’s-sadr/göğsün açılması’ maddî ve manevî olmak üzere ikiye ayrılır:
1- Maddî Şerh: İsrâ-Miraç gecesi Kâbe’nin avlusunda Rasûlullah (s.a.v.)’in göğsünün boğaz çukurundan kıl bitimine kadar yarılıp kalbinin çıkartılarak Zemzem ile yıkanması, sonra altından bir kap içerisinde getirilen iman ve hikmet ile doldurulması ve tekrar eski haline döndürülmesi hadisesi bunun misalidir. (Bkz., Buhârî, Bed’u’l-Halk, 6) Bu hadisenin biri çocukluğunda olmak üzere birkaç defa daha meydana geldiği rivayet edilmiştir.
2- Manevî Şerh: Manevî şerh, kulun batınında meydana gelen bazı değişikliklerle olur.
Manevî şerh iki türlüdür:
a) Göğsün açılıp genişleyerek kalbe iman nurunun girmesi:
’Âyetlerin zahirine göre, iman nurunun kalbe girmesi göğsün açılıp genişlemesinden sonra olmaktadır. Böylece kalp, imanı kabule hazır hale gelmektedir. Bu ise, fıtrat ve yaratılış itibariyle olmaktadır.’ (Bkz. Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, c.12, s.329)
’Allah Teâlâ, "nefis" cevherlerini mahiyet olarak farklı farklı yaratmıştır: Bir kısmı hayırlı, nurlu, kıymetli, ilahî meselelere meyyal ve ruhanî varlıklarla beraber olmaya alabildiğine istekli; bir kısmı da kötü, bulanık, âdi ve maddeye düşkündür. İşte bu farklılıktan, beşerî ruhların (nefislerin) özünde mevcut birşeyin olduğu anlaşılmaktadır… Âyette bahsedilen ’inşirah’ ile kastedilen, nefsin yaratılışında mevcut olan ileri derecedeki kabiliyettir. Böyle bir istidât mevcut olunca, ufacık bir ateş ile hemen tutuşan kibrit misali, bu hâlin, ufacık bir sebep ile kuvveden fiile çıkmasına yeter. Nefsin, kudsî ve parlak şeyler ile ruhanî halleri kabulden uzak olup, aksine maddi şeyleri elde etmeye gömülmesi, ilahî şeylere uygun düşen durumlardan pek az tesir almasına gelince, bu durumda nefis, katı, bulanık ve zulmânî olmuş olur. Ne zaman yakînî ve açık deliller, böyle nefislere çokça getirilse, bunların katılıkları ve zulmetleri o nisbette azalır.’ (Bkz. Fahruddîn er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, c.19, s.169, Terc: Kurul)
b) Kalbe iman girdikten sonra göğsün açılıp genişleyerek yakîn halinin hâsıl olması:
Zikrettiğimiz hadislerde inşirahın ikinci çeşidine işaret edilmiştir. Buna göre kalbin açılması, oraya nurun girip imanın yerleşmesinden sonra olmaktadır. Göğsün bu şekilde açılması ilahi feyizlerin kalbe akmasından sonra olmaktadır. (Bkz. Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, c.12, s.330)
Âlimlerimiz hadis-i şerifleri şerhederken: ’sadırda meydana gelen bu açılmadan maksat yakîn halidir’ demişlerdir.
Hidayet çeşitlerini anlatırken el-Hakîm et-Tirmizî şunları söylemiştir:
’Kalpte meydana gelen hidayet! Bu, velayet ve ismet hidayetidir. Allah’ın, kulun kalbine bir nur atmasıdır. Bu yakîndir. Nihayet göğsünde biriken şehvet perdelerini yırtar. Artık âhiret onun için gözle görülür gibi olur. Bu, Allah Teâlâ’nın: ’O kimseler ki, imân etmişler ve imânlarını bir zulme bulaştırmamışlardır. İşte korkudan emin olmak onlara aittir. Ve hidâyete ermiş olanlar da onlardır.’ (el-En’âm, 6/82) buyruğuyla kastedilen şeydir.
Hârise (r.a.): ’Sanki ben açık bir şekilde Rabbimin arşına, cennet ehlinin birbirlerini nasıl ziyaret ettiklerine, cehennem ehlinin orada nasıl çığlık attıklarına bakıyorum. Ve nefsim dünyadan yüz çevirdi (nefret etti), yanımda onun taşı ve çamuru, altını ve gümüşü eşit oldu.’ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ’Bildin, şu halde buna sarıl, (devam et). Bir kul ki Allah, imanı kalbinde parlattı.’ buyurdu.
İşte bu, nur üstüne nurdur. Göğüsten, onu Allah Teâlâ’dan, müjdesi ve azabından perdeleyen ve dünyanın şehvetlerini göğsünde süsleyen şehvetlerin karanlıkları gitmiştir. Bu, Allah Teâlâ’nın: ’Ve o kimseler ki Bizim uğrumuzda mücâhedede bulundular, elbette onları Bizim yollarımıza hidâyet ederiz. Ve şüphe yok ki, Allah elbette muhsin olanlar ile beraberdir.’ (el-Ankebût, 29/69) âyetinde işaret edilen manadır.
Tevhid hidayeti, mücahedenin şartıdır ve ondan önce gelir. Velayet hidayeti ise mücahedenin neticesidir ve sonra gelir. İşte bu hidayet, Allah Teâlâ’nın mücahededen sonra kalbe attığı ve orada istikrar bulan bir nurdur. İşte bu, yakîn halidir. Buna, (kalpte) istikrar bulduğu için ’yakîn’ denmiştir. (Bu yakîne sahip olan kulun) kalbi nurla dolar, göğsü onunla açılır. Göğsünde dünya, âhiret ve melekût âleminin durumu açılır. Ve yine ona, İslâm’ın emirleri de açılır. Nihayet nefis zelil olur, boyun eğer. Göğsünde ve kalbinde yer edinen hüccet, heybet ve haşyetten dolayı boyun eğer. İşte bu Allah Teâlâ’nın: ’Allah’ın göğsünü İslâm’a açtığı, dolayısıyla onun da Rabbinden bir nûr üzere olduğu kimse…’ âyetinde işaret edilen manadır.’ (el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, 21. Asl, s.30)
İmâm-ı Rabbânî Hz. de bunu yakîn olarak açıklamış, itaat ya da isyanın ancak bundan sonra meydana geleceğini belirtmiştir:
’Kalbin kabulü, yakîninden farklıdır. Tasdikten farklı değildir; ancak yakîn üzerinde kısımlara ayrılmıştır. Çünkü yakîne ulaştıktan sonra kalbin iki durumu vardır: Ya iman edilene teslim olmak ve bağlanmak veya onu ret ve inkâr etmek.
Kalbin teslimiyetinin ve bağlanmasının alameti, iman edilen şeye rıza göstermesi ve gönlün onun için inşirahıdır (açılmasıdır). İnkârın alameti ise kalbin, tasdik edileni çirkin görmesi ve daralmasıdır. Nitekim Allah Subhânehû da şöyle buyurur: ’Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâmâ açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir.’ (el-Enâm, 6/125)
Kalbin iman edilene teslim olması ve bağlanması, onu tasdik edip onda yakîne ulaşmasından sonradır. Yakîne ulaşmak ise yalnızca Allah Teâlâ’nın lütfuyla ve sonsuz keremiyle olur. Bundan dolayı: ’İman ilâhî bir bağıştır.’ denilmiştir. Tasdik edileni tasdik edip onda yakîne ulaştıktan sonra inkâr etmenin sebebi, çirkin sıfatların nefs-i emmarede kök salması ve orada yerleşmesidir. Çünkü nefs-i emmare makam ve mevki sevgisi üzerine yaratılmıştır. Kimseye tabi olmayı ve ona uymayı kabul etmeyen bir tabiatı vardır. Herkesin kendisini kabul ve tasdik etmesini ister. Kendisi hiç kimseye uymaz ve kimseye tabi olmaz ve bağlanmaz. ’Allah onlara zulmetmedi; fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.’ (en-Nahl, 16/33)
Allah Subhânehû, fazl u keremiyle bir topluluğu bu hastalıktan kurtardı. Onları, insanlara kurtuluş yollarını ve sırat-ı mustekimi gösteren Peygamberlere teslim ve tabi olma şerefine erdirdi. Rızasının mahalli olan naim cennetlerini onlara vaad etti.
Başka bir topluluğu ise halleri üzere bıraktı. Cebren ve kerhen bu rezilliklerden kurtarmadı ve onları bu büyük nimete çekmedi. Ancak Peygamberler gönderek ve kitaplar indirerek sırat-ı müstakimi açıkladı. İtaat ve tasdik edenleri müjdelerken yalanlayan isyankârları uyardı. Her iki topluluğa da deliller verdi.’ (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, 51. Mektup, c.7, s.321, Terc. Yay. Kur., Yasin Yayınevi)
Diğer bir mektubunda da, sadrın inşirahının velayet derecesine kavuştuktan sonra olacağını söyleyerek bazı alametlerini zikretmiştir: ’Bilmek gerekir ki velayet, fena ve bekadan ibarettir… Kim bu büyük nimetle şereflenirse cildi itaat için yumuşar, göğsü İslâm’a genişler, nefis mutmain hale gelerek Mevlâ’sından razı olur, Mevlâsı da ondan razı olur.’ (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, 135. Mektup, c.2, s.326, Terc. Yay. Kur., Yasin Yayınevi)

Göğsün Açılmasının Alametleri:
Peygamberimiz (s.a.v) hadis-i şeriflerde göğsün açılmasında iki çeşit alamet zikretmiştir:
1- Batınî Alametler:
’Alehi’s-Selâm’ın ’Nur kalbe kalbe girince genişler ve açılır.’ buyruğunda nurun girmesi kalpte, açılma ise göğüste olmaktadır. Zira göğüs kalbin evidir ve işler de oradan sadır olur. Nur kalbe girer ve bundan dolayı da göğüs açılır, genişler. Zira göğüs orada biriken şehvetler, boş ümitler, düşünce, nefsin hoşlandıkları şeyler sebebiyle karanlık idi. Allah Teâlâ’nın emirleriyle daralıyordu. Çünkü o emirler, boş ümit ve hevasının hilafınadır. Ne zamanki oraya nur attı; zulmeti giderdi, güğüs açıldı ve orada Allah Teâlâ’nın emri, nasihatleri, edepleri ve öğütleri genişlik buldu. Tüm bunlar batının alametleridir.’ (el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, 86. Asl, s.126)
2- Zâhirî Alametler:
’Zahirin alametleri ise Alehi’s-Selâm’ın: ’Ebediyyet yurduna yöneliş, aldanma yurdundan uzaklaşmak, ölüm için hazırlanmaktır.’ buyruğuyla işaret ettiği üç haslettir.
- Ebediyyet yurduna yöneliş, iyi ameller işlemektir. Zira ebedilik yurdu iyi amellerin mükâfatı için hazırlanmıştır. Allah Teâlâ: ’İşler oldukları güzel amellerine mükâfaat olarak (bu nîmetlere nâil olacaklardır).’ (el-Vakıa, 56/24) buyurmuştur. Kişi iyi amellerde bulunmaya ehemmiyet gösterirse, bu onun ebediyyet yurduna yönelişi olur.
- Aldanma yurdundan uzaklaşmak, dünya¬ya karşı hırsını dindirmesi, onu talep etmeyi terk etmesi, ondan kendisine faydalı olacak şeylere yönelmesi, bununla yetinip kanaat etmesidir. Böyle yaparsa aldanma yurdundan uzaklaşmış olur.
- Ölüm için hazırlanmak, kişinin (şunları) bilmesidir: Her ne kadar Allah Teâlâ’nın hoşlanmadığı şeylerde arzusunu yerine getirir, Allah Teâlâ’nın emrini alçaltır yavaş davranırsa… da, ölüme göz kırpıp açacak kadar bir vakitten daha çabuk icabet etmekten kaçış yoktur, mühlete ümit yoktur, tevbeye de kavuşma mümkün değildir. Bu nedenle işlerini takva ile sağlamlaştırırsa, her işe gereken dikkat¬le bakar, edebli, sağlam, tetikte durursa, şüpheli şeylerden sakınarak şüp¬he bulunmayan işlere yönelirse, işte bunları yapan ölüme hazırlanmış olur. Onun bu görüşü, kalbine giren nur¬ sebebiyle olmuştur.’ (el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, 86. Asl, s.126)
Hulasa; ’kalbin şerhedilmesinin hakikati; kalbin ne rağbet ne de rehbet (korku) açısından dünyaya yönelik herhangi bir iltifatının kalmaması demektir… Binâenaleyh Allah, kulunun kalbini genişletince onun gözünde, dünyayla alâkalı olan her şey değerini yitirir… Böylece bütün her şey, onun gözünde, adeta yok ve hiç gibi olmuş olur. Bu durumda da kalbi tamamiyle, Allah’ın rızasını talep etmeye yönelir.
Buna bir misal vermek gerekirse denilebilir ki: Kalp, tıpkı bir su kaynağı gibidir. Beşeri kuvvet zayıf olduğu için, küçük su kaynağına benzer. Binâenaleyh sen, tek bir kaynağın suyunu pekçok, arka dağıttığında, hepsindeki su azalır ve zayıf olur. Ama suyun tamamını tek bir arka bağladığında bu su, kuvvetli bir su olur.’ (Bkz. Fahruddîn er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, c.15, s.491, Terc: Kurul)

 Akıllı ve Ahmak Kimse:
Hadisten hareketle İslâm’a göre akıllı ve ahmak kimsenin arasındaki fark şudur: ’Ölüm dünya hayatının sonudur. Bu nedenle akıllı kimse akıbeti görendir. Ahmak ise kalbinin önünde duran şehvet perdeleriyle ondan kör olan kimsedir… Akıllı kimse Allah Teâlâ’nın nazarının güzelliğiyle mesut olan ve (Allah’ın) kendisine (sair) tevhid ehlinin nurundan daha ziyade nur verdiği kimsedir ki, bu yakîn nurudur. Bu nur, göğüste şehvetlerden kaynaklı bulunan perdeleri, dumanları, karanlığı yırtar. Duman diner, karanlık gider, göğüs nurlanır ve işinin akıbetini görür. (el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, 86. Asl, s.126)

 İmanın Halaveti:
Sindî (rh.a.), imanın halavetini (tadını) kalbin imanla açılması ile açıklamış ve: ’İmanın kalpte, hissî tada benzer ve hatta ondan daha üstün bir lezzeti vardır ki, en şiddetli acılar onunla defedilir. Bu durum ise Allah’ın, o kimsenin göğsünü İslâm’a açması diye bilinir.’ demiştir. (Sindî, Sünenü’n-Nesâî Bi-Hâşiyeti’s-Sindî, Îmân ve Şerâiuhû, h.no:5002)

 İmanın Mertebeleri:
’İbadetler ve âzaların amellerinin bütün gayesi, kalbin tasfiyesi, tezkiyesi ve cilâlanmasıdır. Kalbini temizleyen felâha kavuşmuştur. Kalbin temizlenmesinden gaye; iman nûrlarının orada meydana gelmesi, mârifet nûrunun parlamasıdır. Nitekim şu ayetle de bu mânâ kastedilmiştir: ’Allah’ın göğsünü İslâm’a açtığı, dolayısıyla onun da Rabbinden bir nûr üzere olduğu kimse…’ (ez-Zümer, 39/22) ’Allah her kime hidâyet etmek dilerse onun göğsünü İslâm’a açar.’ (el-En’âm, 6/125)
Bu tecelli ve bu imanın üç mertebesi vardır:
1- Avâmın imanıdır. Bu iman katıksız taklidî bir imandır.
2- Kelâmcıların imanıdır. Bu iman bir nevi istidlâlle karışıktır. Derecesi avâmın imanı derecesine yaklaşır.
3- Ariflerin imanıdır. Bu iman yakîn nûruyla müşahede edilen imandır.
İşte sana bu mertebeleri bir misâl ile beyan edeceğiz. Şöyle ki: Mesela Zeyd’in evde olduğunu tasdik etmenin üç derecesi vardır:
1- Doğruluğundan emin olduğun bir kimsenin sana haber vermesidir ki, bu kimsenin yalan söylediğine vakıf olamamış ve hiçbir zaman onu itham edecek bir hâlini görememişsindir. Böyle bir kimsenin haber vermesiyle kalbin mutmain olup sadece ondan duymak sûretiyle kalbin sükûnete kavuşur. İşte bu mücerred taklid ile var olan imandır. Bu âvam-ı nâsın imanı gibidir.
2- Senin, evinin içinde konuşan Zeyd’in konuşmasını ve sesini işitmendir. Fakat bunu duvarın arkasından dinlersin ve bununla Zeyd’in içeride olduğuna karar verirsin… İşte bu tür iman, delil ile karışık bir imandır. Yanlışlığın bu imana da karışması mümkündür…
3- Eve girip kendi gözünle Zeydi görmen ve müşahede etmendir. İşte hakikî mârifet, yakînî müşâhede budur. Bu, mukarrebler ve sıddîkların müşahede ve mârifetine de benzer. Çünkü mukarreb ve sıddîklar görüp de iman ediyorlardı. Bu bakımdan onların imanının kapsamına avâm-ı nâsın ve kelâmcıların imanı dâhildir. Üstelik onlar yanlışlık ve yanılma imkânını ortadan kaldıracak bir özellikle de avam-ı nas ve kelâmcılardan ayrılmış bulunuyorlar. Evet, mukarrebler ve sıddîklar da ilimlerine ve keşif derecelerine nisbeten derece alırlar.’ (Bkz., Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, c.3, s.34, Terc: A.Serdaroğlu, Bedir Yay.)

 Sadrın İnşirahı ve Hikmet:
Hikmet, sadrın açılmasından sonra meydana gelir. ’Nur, göğse konduğu zaman kalp, ilimle geniş¬ler, yakîn ile bakar; lisan, beyanın hakikatiyle konuşur ki, bu da, Allah Teâlâ’nın dostlarının kalplerine koyduğu hikmettir. Azze ve Celle’nin: ’Ve O’na hikmet ve fasl-ı hitap vermiş idik.’ (es-Sâd, 38/20) buyruğunun tefsirinde geldiği üzere şöyle denmiştir: (Fasl-ı hitap); sözde isabetli olmadır. Sanki Allah hakikat için onu muvaffak kılar. Yine Allah Teâlâ’nın: ’Dilediğine hikmet verir. Kendisine hikmet verilmiş olan bir kimse ise, muhakkak ona birçok hayır verilmiş olur.’ (el-Bakara, 2/269) buyruğunun tefsirinde şöyle denmiştir: (Hikmet), anlayış ve ferasettir.’ (Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, c.1, s.305)

 Sadrın İnşirahı ve Dinde İnce Anlayış Sahibi Olmak:

’Bu âyetin sünnette benzeri, Aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm’ın: ’Allah kimin hakkında hayır dilerse, onu dinde fakih (ince anlayış sahibi) kılar.’ buyruğudur. Bunu Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir. Bu, ancak göğsün açılması ve nurlandırılmasıyla olur. Din de ibadetlerdir. (Allah’ın): ’Şüphe yok ki Allah katında din, İslâm’dan ibarettir.’ (Âl-i İmrân, 3/19) buyurduğu gibi. (Rasûlullah’ın) sözünün mefhum-u muhalifi şudur: ’Allah, kimin hak¬kında hayır dilemeyecek olursa, onun göğsünü daraltır, onun anlayışını köreltir ve onu fakih kılmaz.’ (Kurtubî, el-Câmiu Li-Ahkâmi’l-Kur’ân, c.9, s.23)
***
Allah’ım! Sadrını açtığın, iman ve hikmetle doldurduğun Efendimiz (s.a.v.)’in günahkâr ümmeti olarak Sana, Musa (a.s.)’ın: ’Yâ Rabbi! Benim göğsüme genişlik ver’ (Tâ-hâ, 20/25) duası ile iltica ediyoruz.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.