جاء في هذا الباب: حديث يعرض حديث هذا الباب و هو ما خرجه أبو بكر أحمد بن علي الخطيب في كتاب السابق و اللاحق و أبو حفص عمر بن شاهين في الناسخ و المنسوخ له في الحديث بإسناديهما عن عائشة رضي الله عنها قالت : «حج بنا رسول الله صلى الله عليه و سلم حجة الوداع فمر بي على عقبة الحجون و هو باك حزين مغتم فبكيت لبكائه صلى الله عليه و سلم ثم إنه طفر أي وثب فنزل فقال: يا حميراء استمسكي فاستندت إلى جنب البعير فمكث عني طويلا ثم عاد إلي و هو فرح مبتسم فقلت له : بأبي أنت و أمي يا رسول الله نزلت من عندي و أنت باك حزين مغتم فبكيت لبكائك يا رسول الله ثم إنك عدت إلي و أنت فرح مبتسم فعن ماذا يا رسول الله ؟ فقال : مررت بقبر أمي آمنة فسألت الله ربي أن يحييها فأحياها فآمنت بي ـ أو قال ـ فآمنت و ردها الله عز و جل» لفظ الخطيب و قد ذكر السهيلي في الروض الأنف بإسناد فيه مجهولون «أن الله تعالى أحيا له أباه و أمه و آمنا به»...
Bir fasıl:
Bu babta, bu babın hadisine muhalif (gözüken) bir hadis geldi. O da, Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-Hatîb’in ’es-Sâbık Ve’l-Lâhik’ (isimli) kitab(ın)da, Ebû Hafs Ömer b. Şâhin’in hadis hususunda (yazmış olduğu) ’en-Nâsih Ve’l-Mensûh’ (isimli kitab)ında isnatlarıyla (naklettikleri şu rivayettir):
Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’Rasûlullah (s.a.v.), Veda Haccı’nda bizimle birlikte haccetti. Ardından benimle birlikte, ağlıyor, çok mahzun, pek kederli olduğu halde Hacûn Tepesi’ne uğradı. (Ben de) O’nun (s.a.v.) ağlamasından dolayı ağladım. Sonra muhakkak ki O, sıçradı ve indi: ’Ey Humeyrâ! Sıkı tutun!’ buyurdu. Bunun üzerine (ben), devenin yan tarafına dayandım. Uzun bir (müddet) benden (ayrılarak zaman) geçirdi. Sonra sevinçli, tebessüm eder bir halde yanıma döndü. Bunun üzerine (ben) kendisine: ’Anam babam sana feda olsun yâ Rasûlallâh! Ağlıyor, çok mahzun, pek kederli olduğun halde yanımdan (ayrılıp) indin. (Ben de) senin ağlamandan dolayı ağladım yâ Rasûlallâh! Sonra muhakkak ki sen, sevinçli, tebessüm eder bir halde yanıma döndün. (Bu durum) nedendir yâ Rasûlallâh?’ dedim. (Rasûlullah): ’Annem Âmine’nin kabrine uğradım. Rabbim Allah’tan, onu diriltmesini istedim, (O da isteğime icabet etti) de onu diriltti. (Annem) bana iman etti –veya: ’İman etti’ buyurdu-. (Ardından) Aziz ve Celil olan Allah onu (eski haline) geri döndürdü.’ buyurdu. (Bu,) Hatîb’in lafzıdır.
Muhakkak ki es-Süheylî, ’er-Ravdu’l-Unuf’ (isimli kitabın)da, içinde meçhul (ravi)lerin olduğu bir isnatla zikretti ki: ’Muhakkak ki Allah Teâlâ, anne ve babasını onun için diriltti ve O’na iman ettiler.’1
Şeyh müellif (rh.) dedi ki: Hamd Allah’a mahsustur ki, (rivayetler arasında) bir zıtlık yoktur. Zira o ikisinin diriltilmeleri, onlar hakkında istiğfardan menedilmesinden2 sonradır. Nitekim Âişe (r.anhâ)’nın hadisinin delaletiyle şüphesiz bu (diriltilme hadisesi) Veda Haccı’nda olmuştur. Aynı şekilde İbn-i Şâhîn, onu (istiğfardan men edildiğine delalet hususunda) haberlerden zikredilenler için nâsih/neshedici kılmıştır.3
Dedim ki: Ve bunu Müslim’in (şu) hadisi açıklar: Enes (r.a.)’den rivayet edildiğine göre (şöyle demiştir:) Muhakkak ki bir adam: ’Yâ Rasûlallâh! Babam nerededir?’ dedi. (Rasûlullah): ’Ateştedir.’ buyurdu. (Adam) dönüp gidince onu çağırdı ve: ’Muhakkak ki (benim) babam ve (senin) baban ateştedir.’ buyurdu.4
(Aynı şekilde) Seleme b. Yezîd el-Cu’fî’nin hadisi de (açıklar ki) onda (şöyle gelmiş)tir: ’…Bize (kalbimize) giren (hüzn)ü görünce (teselli için): ’(Benim) annem de sizin annenizle beraberdir.’ buyurdu.5
Bu, şayet onların diriltilmeleri sahih ise (böyle)dir. Muhakkak ki (ben): ’Muhakkak ki Allah Teâlâ, onun için amcası Ebû Tâlib’i diriltti ve ona iman etti.’ (diye) işittim. Allah en iyi bilendir. Muhakkak ki (şöyle) dendi: ’Muhakkak ki (Rasûlullah’)ın anne ve babasının imanı hususundaki hadis mevzudur, Yüce Kur’ân ve icma onu reddeder. Yüce Allah (şöyle) buyurdu: ’(Makbul olan tevbe)… kâfir oldukları halde ölenler için de değildir.’6 Şu halde her kim kâfir olduğu halde ölürse (ruhu bedene) döndükten sonra iman ona fayda vermez. Hatta şayet (akıbetini, varacağı yeri) gördüğünde iman etse dahi (imanından) faydalanamaz, öyleyse (ruhun) iadesinden sonra nasıl (faydalanabilir)? Tefsirde (yer aldığına göre), muhakkak ki O (a.s.): ’Anne babama ne yapıldığını ah bilebilseydim!’ buyurdu. Bunun üzerine: ’Sen cehennem ashâbından sorma.’7 (ayeti) indi.’8
Müellif şöyle dedi: Bunu Hafız Ebu’l-Hattâb Ömer b. Dıhye zikretti. (Bu görüşün yanlışlığı açıktır. Bu nedenle) bu hususta bakıp düşünmek gerekir. Bu böyledir, zira şüphesiz Nebi (s.a.v.)’in faziletleri ve özellikleri vefatı zamanına kadar peşpeşine gelmeye ve birbirini takip etmeye devam etmiştir. Bu itibarla bu (mesele) de Allah Teâlâ’nın kendisini (sair insanlardan) üstün kıldığı ve kendisine ikram ettiği şeylerden olur. Onların (yani anne ve babasının) diriltilmeleri ve iman etmeleri aklen ve şer’an imkânsız değildir. Nitekim Kitap (yani Kur’ân’)da Benî İsrâîl’den öldürülen bir kimsenin diriltilmesi ve kendisini öldüreni haber vermesi varit olmuştur.9 Îsâ (a.s.) ölüleri diriltirdi.10 Peygamberimiz (a.s.) da böyledir. (Nitekim) Allah, ölülerden bir topluluğu O’nun vasıtasıyla diriltmiştir.11 Bu sabit olduğu zaman, O’nun faziletine, şerefine ve bu hususta haber(ler)den varit olan şeylere ilave olarak artık onların diriltildikten sonra iman etmelerine ne mani olabilir? (Artık) bu (diriltme) de, kâfir olarak ölen kimse hakkında hususî olmuş olur.
’Şu halde; her kim kâfir olduğu halde ölürse (ruhu bedene döndükten sonra iman ona fayda vermez.)’ (diyen kimsenin) sözüne gelince; onun (bu) sözü merduttur. Haberde varit olan (şu) şeyle ki; şüphesiz Allah Teâlâ, Nebisi (a.s.) vasıtasıyla güneşi battıktan sonra geri çevirmiş (yeniden doğdurmuştur.)12 Ebû Ca’fer et-Tahâvî (bu hadiseyi) zikretti ve: ’Muhakkak ki bu, sabit (sahih) bir hadistir.’ dedi. Şayet güneşin geri dönmesi fayda verici olmasaydı ve vakit yenilenmez olsaydı (Allah) onu (yani güneşi) ona geri çevirmezdi (yeniden doğdurmazdı). Aynı şekilde Nebi (s.a.v.) anne babasının diriltilmesi de onların imanı ve Nebi (s.a.v.)’i tasdik etmelerini fayda verici olur. Bazı kavillerde zikredildiğine göre –ki bu Kur’ân’ın zahiridir-; muhakkak ki Allah, azaba düçar oldukları halde Yunus (a.s.)’ın kavminin imanını ve tevbelerini kabul etmiştir. (’Sen cehennem ashâbından sorma.’)13 ayetine cevap ise; ’bu (nehiy), onların azap içerisinde olup da iman etmelerinden önce olmuş olur.’ (şeklindedir.) Allah maksadını en iyi bilen ve en iyi hüküm (ve hikmet) sahibi olandır.14
(Endnotes)
1 Süheylî, er-Ravdu’l-Unuf Fî Şerhi’s-Sîrati’n-Nebeviyye Li’bni Hişâm, c.2, s.187, Dâru’l-Kutubi’l-İslâmiyye, 1990.
Rivayetin tam lafzı, eserde şöyle geçmektedir: Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle haber vermiştir: Muhakkak ki Rasûlullah (s.a.v.), Rabbinden, anne-babasını diriltmesini istedi, (O da isteğine icabet etti) de o ikisini onun için diriltti. Ona iman ettiler, sonra onları (tekrar) öldürdü.’
2 Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in annesi için bağışlanma dilemekten nehyedildiğini bildiren rivayet şu şekildedir:
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Nebi (s.a.v.), annesinin kabrini ziyaret etti, ağladı ve etrafındakileri de ağlattı. (Sonra) şöyle buyurdu: ’Ona (yani anneme) istiğfarda bulunmam için Rabbimden izin istedim, (ancak) bana izin verilmedi. O’ndan, (annemin) kabrini ziyaret etmem için izin istedim; bana izin verildi. (Şu günden sonra) artık kabirleri ziyaret edin. Zira o, (yani kabirleri ziyaret), ölümü hatırlatır.’ (Müslim, Cenâiz, 36)
3 Bkz., İbnu Şâhîn, en-Nâsihu Ve’l-Mensûhu Mine’l-Hadîs, s.284, h.no:630, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1992.
Rivayetin tam lafzı, eserde şöyle geçmektedir: Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre (şöyle demiştir): Muhakkak ki Rasûlullah (s.a.v.) (Veda Haacı’ndan dönüşte) Hacûn (adlı mevki)de, pek kederli, çok mahzun olduğu halde konakladı. Orada Aziz ve Celil olan Rabbi dilediği kadar kaldı. Sonra sevinçli bir halde döndü. Bunun üzerine (ben): ’Yâ Rasûlallâh! Hacûn’da, pek kederli, çok mahzun olduğun halde konakladın. Orada Allah’ın dilediği kadar kaldın. Sonra sevinçli bir halde döndün. (Bunun hikmeti nedir?)’ dedim. (Rasûlullah): ’Aziz ve Celil olan Rabbimden (annem Âmine’yi diriltmesini istedim. O da isteğime icabet etti) de onu benim için diriltti. (Annem bana iman etti.) Sonra onu (eski haline) geri döndürdü.’ buyurdu.
4 Müslim, Îmân, 88.
5 İbn-i Asâkir, Mu’cemu’ş-Şuyûh, c.2, s.902, h.no:1142, Dâru’l-Beşâir, Dımeşk, 2000; Beyhakî, el-Kadâu Ve’l-Kader, s.352, h.no:620, Mektebetu’l-Ubeykân, Riyad, 2006; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.6, s.328, h.no:3787, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997.
Rivayetin tam lafzı, İbn-i Asâkir’in ’Mu’cemu’ş-Şuyûh’unda şöyle geçmektedir: Alkame b. Kays’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bana, Müleyke’nin Cu’fâ’lı iki oğlu haber verdi, (şöyle) dediler: Rasûlullah (s.a.v.)’e geldik ve: ’Yâ Rasûlallâh! Cahiliye (devrin)de ölen annemiz hakkında bize haber ver. (O,) sıla-i rahimde bulunur, (şöyle hayır) yapar, (böyle hayır) yapardı. Bu(nlar) ona fayda verir mi?’ dedik. (Rasûlullah): ’Hayır!’ buyurdu. ’Muhakkak ki o, cahiliye (devrin)de bir kızkardeşimizi (diri diri toprağa) gömdü. Peki, bu kızkardeşimize fayda verir mi?’ dedi(k). (Rasûlullah): ’Hayır! (Diri diri toprağa) gömen de gömülen de cehennemdedir. Ancak çocuğun İslam’a erişip de Müslüman olması müstesna.’ buyurdu. Bize (kalbimize) giren (hüzn)ü görünce (teselli için): ’(Benim) annem de sizin annenizle beraberdir.’ buyurdu.
6 en-Nisâ, 4/18.
7 el-Bakara, 2/119.
Bu ayet-i kerimenin, yaygın kıraate göre manası: ’Sen cehennem ashâbından sorumlu tutulmazsın.’ şeklindedir.
Bu (ayet)i bazı Medine halkı (kurraları): ’وَلَا تَسْأَلْ Ve lâ tes’el’ (şeklinde ’sîn’in) cezim(iy)le, ’tê’nin fethasıyla, ’lâm’ın cezmiyle nehiy manasında (yani ’Sorma’ manasına gelecek şekilde) okudu. Bu (kimse)lerin kıratına göre bu (ayet)in manası: ’Muhakkak ki biz seni hak ile; gönderildiğin şeyi tebliğ edesin diye müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Cehennem ashâbından sorasın diye değil. Artık onların halinden sorma.’ (şeklinde)dir. (İbn-i Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân An Tefsîr-i Âyi’l-Kur’ân, c.2, s.480, Dâru’l-Hicr, Kahire, 2001)
8 İbn-i Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân An Tefsîr-i Âyi’l-Kur’ân, c.2, s.481, Dâru’l-Hicr, Kahire, 2001.
Rivayetin tam lafzı, eserde şöyle geçmektedir: Muhammed b. Ka’b (el-Kurazî)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Anne babama ne yapıldığını ah bilebilseydim!’ buyurdu. Bunun üzerine: ’Sen cehennem ashâbından sorma.’ (el-Bakara, 2/119) (ayeti) indi.’
9 Bkz., el-Bakara, 2/67-73.
Kıssa özetle şu şekilde nakledilmektedir:
İsrail oğulları arasında çocuğu olmayan bir adam vardı. Bu adamın çokça malı vardı. Onun mirasçısı ise kardeşinin oğluydu. Bu yeğeni onu öldürdü, sonra da onu geceleyin taşıyıp kendilerinden olan bir başka adamın kapısı önünde bıraktı. Sabah olunca o kişilerden amcasının kanını talep etmeye koyuldu. Nihayet taraflar silahlandı ve birbirlerine girdiler.
Aralarında bulunan akıl ve görüş sahibi olan kimseler: ’Ne diye birbirinizi öldüreceksiniz, işte aranızda Allah’ın Peygamberi (a.s.) var.’ dedi. Bunun üzerine Hz. Musa’ya gittiler ve bu hususu ona anlattılar. O da kendilerine: ’Allah size bir inek boğazlamanızı emrediyor.’ dedi. Onlar: ’Sen bizimle eğleniyor musun?’ demişlerdi. Musa, ’Kendini bilmez cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım’, demişti. Bunun üzerine İsrail oğulları: ’Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın.’ dediler. Musa şöyle dedi: ’Rabbim diyor ki: O,ne yaşlı, ne körpe, ikisi arası bir sığırdır. Haydi emrolunduğunuz işi yapın.’ Onlar, ’Bizim için Rabbine dua et de, rengi neymiş, açıklasın!’ dediler. Musa şöyle dedi: ’Rabbim diyor ki, o, sapsarı; rengi, bakanların içini açan bir sığırdır.’ dedi. Onlar, ’Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın. Çünkü sığırlar, bizce, birbirlerine benzemektedir. Ama Allah dilerse elbet buluruz.’ dediler. Musa, şöyle dedi: ’Rabbim diyor ki, o; çift sürmek, ekin sulamak için boyunduruğa vurulmamış, kusursuz, hiç alacası olmayan bir sığırdır’. Onlar, ’İşte, şimdi tam doğrusunu bildirdin’ dediler.
Eğer itiraz etmemiş olsalardı, herhangi bir ineği boğazlamaları onlar için yeterli olurdu. Fakat işi zora koştular, onlar işi sıkı tuttukça işleri zorlaştırıldı. Neredeyse bunu yapmayacaklardı. Nihayet kesmekle emrolundukları ineğin nitelikleri onlara açıklandı. Bu nitelikteki bir ineği başka hiçbir ineği bulunmayan bir adamın yanında buldular.
Bu adam da onlara şöyle dedi: ’Allah’a yemin ederim ben onun derisi kadar altın verilmedikçe vermem. Daha aşağısını kabul etmem.’ Nihayet derisi dolusu altın ile onu aldılar, kestiler. Maktule (ölüye) ineğin bir parçası ile vurdular, ölü ayağa kalktı. ’Seni kim öldürdü?’ diye sordular. O da kardeşinin oğlunu göstererek, ’Bu’ dedi. Sonra da eskisi gibi ölü olarak yere yığıldı. Kardeşinin oğluna malından hiç bir şey verilmedi. O zamandan itibaren, katile miras verilmez oldu. Bir rivayette de ’delikanlıyı alıp öldürdüler.’ denilmektedir. (Bkz., Vehbe Zuhaylî, Tefsiru’l-Munîr, el-Bakara, 2/67-73 Ayetlerinin Tefsiri)
10 Bkz., Âl-i İmrân, 3/49; el-Mâide, 5/110.
11 Bkz., Suyûtî, el-Hasâisu’l-Kübrâ, c.2, s.110-114, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut.
12 Tahâvî, Şerhu Muşkili’l-Âsâr, Bâb:165, c.3, s.92, h.no:1067, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1994; Taberânî, Kebîr, c.24, s.147, h.no:390, Mektebetu’bni Teymiyye, Kahire.
Rivayetin tam lafzı, Tahâvî’nin ’Şerhu Muşkili’l-Âsâr’ında şöyle geçmektedir: Esmâ binti Umeys (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: (Bir defasında) başı Ali’nin kucağında olduğu halde Rasûlullah (s.a.v.)’e vahiy geliyordu. (Ali, henüz) ikindi namazını kılmamıştı. Nihayet güneş battı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ’(İkindi) namaz(ını) kıldın mı ey Ali?’ buyurdu. (Ali): ’Hayır!’ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ’Allah’ım! Muhakkak ki Ali, Sana itaat ve Rasûlü’ne itaat üzerineydi. Güneşi onun için geri döndür.’ buyurdu. Esmâ (devamla şöyle) dedi: ’Onu (yani güneşi) batmış gördüm ve (yine) onu battıktan sonra doğmuş gördüm.’
13 el-Bakara, 2/119.
14 Kurtubî, et-Tezkira Bi-Ahvâli’l-Mevtâ Ve Umûri’l-Âhira, c.1, s.136, Mektebetu Dâri’l-Minhâc, Riyad, h.1425.
Kurtubî'nin 'Et-tezkira'sında Peygamberimizin Ebeveyni İle Alakalı Bölüm
Özlenen Rehber Dergisi 161. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.