Bismillâh…
Ve’l-hamdu lillâh…
Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ Rasûlillâh…
Emmâ ba’d…
Kıymetli okurlarımız!
Dünya hayatının sonuna gelindiği ve kıyametin yaklaştığı hakikati, buna dair haberler ve bunları tasdik eden hadiselere nazaran tüm gerçekliğiyle karşımızda duruyor. ’Gelen zamanın gideni aratacağı’ ihbâr-ı nebeviyyesinin tecellisini müşahede ediyoruz. Zübeyr b. Adiyy anlatıyor: Enes b. Mâlik (r.a.)’e geldik ve ona, Haccâc(-ı Zâlim)’den gördüğümüz (zulm)ü şikâyet ettik. Bunun üzerine (Enes) şöyle dedi: ’Sabredin! Zira üzerinize hiçbir bir zaman gelmez ki, ondan sonraki (zaman), ondan daha şerli olmasın! (Bu durum) ta Rabb’inize kavuşuncaya kadar (böyle sürüp gidecektir). Bu (söz)ü (ben) Peygamberiniz (s.a.v.)’den işittim.’ (Buhârî, Fiten, 6)
Günümüzde insanlık ve hususen Müslümanların karşılaştığı epeyce problem var. Mesela her şeyden evvel: ’Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar.’ (el-Fâtır, 35/28) ayetinde bahsedilen din âlimlerinin neslinin hızla tükenmekte olduğunu, cehaletin süratle artıp yayıldığını görüyoruz. Sünnet’i yok saymak suretiyle tıpkı Yahudi ve Hıristiyanların Tevrat ve İncil’e reva gördüğü gibi Kur’ân tahrif edilmeye çalışılıyor. ’Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin.’ (el-Haşr, 59/7) buyruğu unutulmuş, modernitenin insanlığa fitne fesat namına sunduğu ne varsa hayat nizamı olarak kabul ediliyor. Allah’ın indirdiği din bir kenara atılmış, herkes kendi hevasını din olarak yaşıyor. Allah’a ve Peygamberine karşı zerre saygısı olmayan medyatik sosyete hocaları(!?), kapağı patlayan baraj sularının oluşturduğu sel gibi zamanın fitneleri karşısında yıkılıp boğulmak üzere olan Müslümanları, dinin ahkamına itaati telkin edip kurtarmaya çalışacağına, Kur’an ve Sünnet’in değiştirilmesi gerektiğini salıklıyor.
Yine tevhit birçok yönden bozulmuş durumda. Evet, hiç kimse İbrahim’in Nemrut’u ve Musa’nın Firavun’u gibi –onlar kadar dürüst davranarak- ’ben sizin ilahınızım!’ demiyor ama bunu ilahî sıfatları yüklenerek, İslam’a paralel emir ve yasaklar koyarak, sırat-ı müstakimden alıkoyarak sinsi bir şekilde icra ediyor. Patron işçisine ’Cuma namazına gitme, namaz kılma, tesettüre bürünme’ diyebiliyor. Kimse, Müseylemetü’l-Kezzâb gibi doğrudan peygamberlik iddia etmiyor, lakin Sünnet-i Seniyye’ye alternatif yollar üretiyor. Tıpkı Ehlikitap’ın din adamlarını kendilerine ilah edindikleri gibi. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) bir defasında, Adiy b. Hâtim (r.a.)’e: ’(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hıristiyanlar ise) rahiplerini rab edindiler.’ (et-Tevbe, 9/31) (ayetini) okudu ve: ’Dikkat edin, muhakkak ki onlar, bunlara (din âlimlerine) ibadet etmiyorlardı. Fakat onlar, (Allah’ın haram ettiği) bir şeyi kendileri için helâl kılınca onu helâl sayıyor, (Allah’ın helâl kıldığı) bir şeyi de kendilerine haram edince onu haram kabul ediyorlardı.’ buyurdu. (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, Min Sûrati’t-Tevbe, 10)
Dünyevî lezzetleri yerli yerince tatmaları için dinin emir ve yasaklarından ödün verilip dindarların refah seviyesi yükseldikçe İslamî hassasiyetten uzaklaşılıyor. Bugün Müslümanların malı mülkü, makam mansıbı, bilgisi, gücü var ama ne yazık ki şuuru yok, dininden ve onu yaşamaktan utanır, sıkılır hale geldi.
Kur’ân’da: ’Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma.’ (el-Kasas, 28/77) ayetiyle dünya ahiret dengesi mükemmel bir şekilde kurulmuşken son zamanlarda ’Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışmalı’ düsturu ihdas edildi. Evet ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışıyoruz, fakat ahiret hatırımıza hiç gelmiyor. Kur’ân’a, Sünnet’e, zikrullaha, ibadetlere, dine hizmete vakit bulamıyoruz. Ölümü hatırlamak için mezarlıklar, hastaneler, her gün yüzlerce insanın zalimce katledilmesi yetmiyor.
Zaman boşa harcanıyor. ’(Din ve dünyası için yararı olmayan ve) kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, kişinin Müslümanlığının güzelliğindendir.’ (Muvattâ, Hüsnü’l-Huluk, 1) hadisi sanki bizim için söylenmemiş. Şimdilerde hepimizin elinde bir akıllı telefon, saatlerce doldurulması gereken vakti boşa harcıyoruz.
Bunlar ve daha birçok fesatla imtihan oluyoruz. Helak olmadan, kendimize zulme bir son vermeli, gerçekten Müslüman olmaya, Allah’ın razı olacağı İslam’ı yaşamaya çalışmalıyız.
Elbette ümitsiz değiliz. ’Ümmetimden bir topluluk, hak üzere (düşmanlarına) galip olmaya devam edecektir. Onlara muhalefet ed(ip yardım etmey)enler onlara zarar veremez. Nihayet Allah’ın (kıyamet) emri, onlar bu hâl üzere iken gelir.’ (Müslim, İmâret, 53) hadisinde bahsedilen taifeden olmak ümidiyle yaşıyoruz.
Ve’s-selâmu alâ meni’t-tebea’l-hüdâ
Editörden 163.Sayı
Özlenen Rehber Dergisi 163. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.