Özlenen Rehber Dergisi

163.Sayı

SADIK ve ALİYE

Gündüz Oruç Özlenen Rehber Dergisi 163. Sayı
Sadık amca köyün en fakir insanıydı, ama aynı zamanda en iyi kalplisi, en seveceni, en merhametlisiydi de. Elinden gelebilecek hiç bir iyilikten geri durmayacak kadar cömertti. Geçimini çobanlık yaparak temin ederdi. Oğlu askerdi, kazancının bir kısmını ona gönderiyor, kalan parayla da kendi yaşamını sürdürüyordu.
Aliye teyze ise kanaatkar ve vefakar, sadakat timsali idi. Ne varlık onu şımartmış, ne de yokluk onu üzmüştü. Her hali şükür, zikir ile geçerdi.
Bir sabah yine her zamanki gibi Sadık amca koyunları otlatmaya çıkıyordu. Sevgili eşine seslendi:
- Aliye hanım!
- Buyur bey!
- Aliye, hadi benim çantam nerede kaldı? Geç kalıyorum.
- Hazırlayamadım efendi. Sen git istersen, ben sonra getiririm.
- Nasıl getireceksin? Hadi bekliyorum.
Aliye teyze ekmek olmadığını söylemek istememişti ama mecburdu. Kimse olmamasına rağmen sessizce yaklaştı.
- Efendi ekmek kalmamış o yüzden hazırlayamadım.
- Tamam canın sağolsun, bugün de ekmek olmayı versin. Akşama kadar idare ederim.
Sadık amca ekmek gibi unun da bittiğini bilmiyordu. Aliye teyze üzülmesini istememişti, ’İnşallah bey!’ dedi.
Sonrasında Sadık amca aldı değneğini, koyunları sürdü kıra doğru. Aliye teyze dualarla uğurladı. Ardından da güzel bir tebessüm etti. O arada imsak vakti olmuştu Aliye teyze serdi seccadesini, iki rekat namaz kılıp güzel güzel dualar yaptıktan sonra:
’Allah’ım! Muhakkak ki Rezzak olan sensin, dilediğini ummadık yerden rızıklandırırsın, sen bizi hayırlı rızıklarla rızıklandır.’ dedi. Yoksulluk onun ihlâsına sebep olmuştu. Çünkü hayatta onu celbedecek elle tutulur bir şeyi yoktu. Sadenin ötesinde bir hayat yaşıyorlardı. Uzun uzun meşguliyeti de yoktu.
Aliye teyze kendi kendine: ’Az dinleneyim! Sonra kalkar kapıyı, bacayı düzenlerim, siler süpürürüm.’ dedi. Biraz uyumuştu ki kapıdan bir ses geldi. Örtüsünü alıp kapıya çıktı. Baktı komşusu Zeynep teyze elinde bir kova, küçük de bir poşet: ’Aliye hele al bunları! Efendi un öğütmüş. Çarşıdan da bir şeyler almış. Biliyorsun adettir, un öğütülünce konu komşuya birer ekmeklik verilir.’ dedi.
Zeynep teyze, Aliye teyzeye unu verirken bir mahcubiyet duymasın diye onu kırmadan vermeğe çalışıyordu. Aliye Teyze:
’Ne zahmet ettin Zeynep! Ne gerek vardı.’ dedi. Zeynep teyze gülerek:
’Olsun, al hele al!’ dedi.
Aliye teyze poşeti aldı, teşekkür ettikten sonra eve girdi, kalbi rikkatle doluydu. ’Allah’ım! Sen hamd ve teşekkür edileceklerin en hayırlısısın, bütün nimetler sendendir.’ dedi. Bu arada gözlerinden yaşlar akıyordu. Ancak gözyaşları bu nimete kavuşmaktan dolayı değil nimeti verenin rahmetinden dolayı idi.
’Zaman kaybetmeden hamur yoğurayım! Sadık Efendi acıkmıştır şimdi.’ dedi ve tandırı yaktı. Ateş köz oluncaya kadar poşetteki salata ve domateslerden doğradı. Yanına da biraz peynir ekledi. Kısa sürede ateş közlenmişti. Ekmeği pişirdi. Yanına biraz salatalık, domates ve peynir koyup doğru yaylanın yolunu tuttu. Sadık amca görünüyordu evden ama göründüğü kadar yakın değildi. Aliye teyzenin gönlü nasıl dayanırdı hayat arkadaşının aç kalmasına. Aliye teyze küçük köpeğiyle yola koyuldu. Dilindeki tesbih kalbine inmişti. Her adımda Allah Allah diyordu. Yaklaşık yarım saat sonra Sadık amcanın yanına varmıştı.
Sadık amca sevgili eşini görünce bir an hayret etti.
- Hayrola, bir şey mi oldu. Ne işin var senin burada, dedi.
Aliye teyze gülümseyerek:
- Ne işim olur efendi, senin yanına geldim işte, diye cevap verdi.
Sadık amca gülümseyerek:
- İyi hoş geldin! dedi.
Aliye teyze elindeki poşeti uzattı Sadık amcaya:
- Haydi acıkmışsındır ye bunları.
Sadık amca açtı çantayı, taze ekmek, içinde salatalık, domates, peynir.
- Bunları nereden aldın? Ne bayramdır ne seyran.
- Sen ye ben anlatırım.
Sadık amca cidden acıkmıştı. Hemen besmele çekip tuzla başladı yemeğe. Aliye teyze de o ara olan biteni anlattı. Sadık amca:
- Allah razı olsun, ne zahmet etmişler, dedi.
Aliye teyze keyifli idi.
- Sen güzelce karnını doyur, akşama kadar beklemene içim el vermedi, dedi.
Sadık amca acıkmıştı.
- Ne yalan söyleyeyim Aliye, ben de çok acıkmıştım, ama sabretmekten başka da çarem yoktu, dedi.
Sonra sevgili eşinin yüzüne bakarak şunu dedi:
’Aliye biliyor musun? Sen benim dünyadaki cennetimsin.’
Evet, eskiden aile hayatı ve komşuluklar böyle idi. Aşklar başkaydı, içinde sadakat, vefa, kanaat saklardı.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.