Sedat, Hamit ve Yunus çocukluktan beraber ayrılmaz üç kafadar idi. İlkokulu bitirip ilçede ortaokula devam ediyorlardı. Yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bu üç kafadar zaman zaman yaramazlıklara da imza atmıyor değillerdi.
İlçeye İstanbul’dan gelen bir çocuğun motosikletine onca ısrarlarına rağmen izin alıp da binmeye muktedir olamayan üç kafadara bu durum dert olmuştu. Onun o fiyakalı sesini, hızlı gidişini ve havasını biran olsun tatmaya çalışıyorlardı; ama sahibi Nuh diyor peygamber demiyor, bir türlü vermeye razı olmuyordu motosikleti.
Bir gün Sedat’ın aklına bir fikir gelmişti ve direk Hamit ve Yunus’a bu fikrini açıkladı. Fikir her ne kadar masum gözükse de aslında bir nevi hırsızlıktı bu. İlk Hamit karşı çıktı:
’Olmaz, ne yani bize hırsızlık yapmayı mı teklif ediyorsun?’ dedi. Sedat:
’Yoo, biraz binip geri getirir bırakırız.’ dedi. Yunus ise yanlış olduğunu anlamasına rağmen mantıklı bulmuyor da değildi. Yunus Sedat’a:
’Yanlış ama mantıklı buluyorum, bence denemekte fayda var. Hem ne var, o da paylaşmayı öğrenseydi.’ diyerek kendince tezini destekliyordu. Bu görüş işine gelen Sedat:
’Hay ağzın bal yesin!’ diyordu.
Tek sorun vardı, o da Hamit’i ikna etmek. Hamit’in babası imamdı ve yapacağı bir yanlış sonucu babasının zor durumda kalacağı fikri onun bu işe engel koymasına vesile oluyordu. Oysaki o da en az onlar kadar meraklı idi motosiklete binmeye. Kendi kendine konuşurken Sedat:
’Ya Hamit’ dedi, ’Ne yani, senin baban imamsa benimki de köyün muhtarı. Biz tam hırsızlık yapmayacağız, sadece bir süreliğine alıp sonra da geri koyacağız.’ Hamit’in biraz meyli artmıştı bu işe. Yunus da:
’Hadi oyun bozma da bu maceraya engel olma ne olur! Hem bir şey olmaz, yarım saatlik işimiz var.’ dedi. Ve en sonunda Hamit ikna olmuştu. Şimdi ilk başta masum görülen bu iş ciddi bir iş olarak görünmeye başlamıştı. En azından bahçeye girmek için önce köpekleri halletmeleri lazımdı. Sonra garajın kapısını kırmak veya açmak ciddi bir işti. Yola çıkmışlardı; ama hayatları boyunca böyle bir iş hiç yapmamışlardı. Gerçekten kötü bir iş olsa da tecrübeye, beceriye ve bilgiye ihtiyaç vardı. Son bir kez Hamit arkadaşlarına dönerek:
’Vaz mı geçsek!?’ dedi. Yunus’la Sedat:
’Ne yani, daha yolun başında pes mi ediyorsun?’ dediler. Hamit:
’Yoo, yani biraz zor görünüyor da ondan dedim!’ dedi. Sedat:
’Hamit, asıl olan da zoru başarmak değil mi?’ dedi alaylı bir şekilde. Hamit:
’Haklısın!’ dedi.
İlk iş, keşifti, o kişinin dedesinin evini kontrol etmek için sabah oraya gelmekti. Sabahı iple çektiler. Güneş doğar doğmaz her zamanki gibi haberleşme aracı olarak kullandıkları ıslıklarla buluştular ve doğru çocuğun dedesinin evinin etrafını kontrole geldiler. Ama ne görsünler, daha bahçeye onca mesafe olmasına rağmen evin bekçi köpekleri adeta yırtınıyorlardı. Bu imkânsızdı. O an Sedat’ın aklına çok kötü bir şey geldi, bunu arkadaşlarına açmaktan korkuyordu. Lakin şeytan ha bire onu dürtüyordu, ’hadi, bu işi bitirmek için ne gerekse onu yap!’ diyordu. Buna daha fazla dayanamayan Sedat fikrini açıkladı:
’Hamit, Yunus! Ben bu işe çözüm buldum!’ Hamit’le Yunus bir ağızdan:
’Söyle bakalım!’ dediler. Sedat:
’Biz bu köpekleri zehirleyelim! Yoksa asla giremeyiz ve bu heyecandan mahrum kalırız.’ dedi. Arkadaşları:
’Ne yani, şimdi biz bir anlık heyecan için cana mı kıyalım?’ dediler. Bu iş onların canını oldukça sıkmıştı. Sedat:
’Burada köpeklerin ne kıymeti var, olmadı bizim köpeği onlara veririz.’ diyerek bu işi aklınca çözmüştü. Hamit kızarak:
’Hayır, olmaz! Burada önemli olan onun maddi değeri değil, sonuçta bir can taşımasıdır ve asla bunu yapamayız.’ dedi. Yunus’un ise heyecanı ve arzusu her şeye evet dedirtecek kadar baskındı.
Hamit bu işe çok üzülmeye başlamıştı. Arkadaşlarına engel olamıyordu, onlar ise bütün planı hazırlamış, hatta ilaç alacak parayı da denkleştirmişlerdi. Hamit ise ’ne yapabilirim?’ derdi içinde saatler geçtikçe kahroluyor ve dua ediyordu. Sonra aklına şöyle bir fikir geldi: O çocuğun dedesi camiye geliyordu. Bu durumu ona açacaktı, hem o kişinin köpeklerinin kurtarılmasına vesile olacak, hem de arkadaşlarının kötü bir iş işlemesini engelleyecekti. Bu fikri hatırına getiren Allah’a bir yandan şükrederken bir yandan da yardım diliyordu.
Nihayet akşam namazı için camiye gitti. Namazını kılmış, hacı dedeyle konuşmanın heyecan ve tedirginliği içerisine girmişti. Onun tepkisinin ne olacağını da hesaba katarak adeta deliler gibi dolanıyordu. Namaz bitimi hacı dedeyi biraz takip ettikten sonra durumu olduğu gibi anlattı ve:
’Ne olur torununuza söyleyin, biraz müsaade etsin!’ diyordu. Hacı dede onun bu çırpınışı karşısında çok duygulanmış ve tebrik ederek ona yardımcı olacağını söylemişti. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra evin telefonu çalmıştı. Heyecanla bekleyen Hamit koşarak hemen telefonu kaldırdı. Hacı dede, torununu ikna ettiğini, istedikleri kadar binebileceklerini söylüyordu. Bu duruma Hamit çok sevindi ve hemen şükür secdesine gitti. Bir cana kıyılmasını ve kötü şeyler olmasını önlemeye kendisini vesile ettiği ve dualarına karşılık verdiği için Rabbine sonsuz hamd ediyordu.
Şimdi Yunus ve Sedat’a bu durumu nasıl anlatacaktı veya bunu nasıl bir sürprize çevirecekti, onun hesabını yapmaktaydı sıra. Hemen Sedat’ı aradı:
’Selamun aleykum Sedat!’ dedi.
’Aleykum selam Hamit! Ne o, yoksa fikrini değiştirdin mi? Bizlesin değil mi?’ dedi daha konuya girmeden. Hamit:
’Evet! Ama bir şartım var!’ dedi.
’Neymiş o şart?’ dedi Sedat.
’Aldığınız zehri bana vereceksiniz!’
’Ne, nasıl yani?’ dedi Sedat. Hamit:
’Duyduğun gibi!’ dedi, ’O işi ben halledeceğim! Zehir işi bende!’ Buna hayret eden Sedat’ın aklına, ’Hamit bize oyun oynuyor olabilir!’ düşüncesi gelmedi değil. Biraz konuştuktan sonra bu işe razı oldu Sedat. Hamit:
’Yalnız ben sizden yarım saat önce gideceğim ve durumu ayarlayacağım. Köpekler etkisiz hale geldiğinde siz de orada olacaksınız.’ diyordu. Bu Sedat’ın arayıp da bulamadığı bir şeydi. Sedat adeta uçtu:
’Tamam kardeşim!’ dedi. Hamit’in planı oldukça başarılıydı. Sedat’a zehri hemen getirmesini söyledi, o da Yunus’la bir koşu getirdi. Hamit o gece heyecandan uyuyamadı. Sabahı adeta iple çekiyordu. Sabah olunca hemen doğru hacı dedenin evinin yolunu tuttu. O an beklemekte olan hacı dede ve torunu Hamit’i karşıladı, motosiklet ve yanında güzel bir kitapla bekliyorlardı. Hamit çok mutluydu, olanlara inanamıyordu. Üzüntü ile başlayan bir iş güzellikle son bulacaktı.
Zaman dolmak üzere, Sedat’la Yunus gelmek üzereydi. Hamit bahçe duvarına çıkarak el işaretiyle onlara:
’Gelin, gelin!’ diyordu. Bu duruma çok şaşırmışlardı Sedat’la Yunus. Hamit bu işi gerçekten başarmıştı. Köpeklerin sesi dahi çıkmıyordu.
’Dediğini yaptı, vay be!’ diyorlardı. Bir koşu geldiler. Bahçe kapısından içeri girdiklerinde ne görsünler, motosiklet, hacı dede ile torunu ellerinde birer kitap bunları bekliyorlardı. Sedat’la Yunus olanlara inanamadılar. Hatta geri kaçmayı düşünmüşlerdi ki hacı dede:
’Sakin olun evlatlarım!’ diyerek söze başladı. ’Bakın evlatlarım!’ dedi. ’Bizim her şeyden haberimiz var. Hamit bize olan biteni anlattı, biliyorum hiç biriniz kötü biri değilsiniz. Bir an nefsinize kapılarak bu işe kalkıştınız. Benim torunum da cimrilik etmiş, bu işe sizi bir nebze de olsa zorlamış. Bu kitaplar (Peygamberimizin Güzel Ahlakı) size hediyemiz. Bu motosiklete de dilediğiniz kadar binebilirsiniz.’
Bunu duyan Sedat’la Yunus çok duygulandılar ve yapmış oldukları işin ne kadar kötü olduğunu idrak ettiler. Pişmanlıkları yüzlerinden okunuyordu. İhtirasları yüzünden cana dahi kıyacak kadar ileri gideceklerdi. Oysaki şeytan, başta bunu onlara masumca bir iş olarak göstermişti.
Gidip hacı dedenin elini öptüler ve özür dilediler, sonra da dedenin torunundan. Hamit ise o an ağlıyordu. Ona bakan köpekler de teşekkür ediyordu sanki. Hamit içten içe şükrediyordu. Rabbine ve kendine yakışanı yapmıştı.
Sedat ve Yunus, Hamit’e yaklaştı ve sarıldılar:
’Sen gerçek bir dostsun, düşmeye an kalmıştı, bizi tuttun ve kötülük kuyusuna düşmekten korudun. Biz sana ebedi teşekkür borçluyuz.’ diyorlardı. Hamit ise:
’Ben de biliyorum ki siz iyi arkadaş ve dostsunuz. Bir an şeytan ve nefis aldatmaya kalktı; ama Rabbim sizi de sevdiğinden bu kötülükten korunmanıza beni vesile kıldı.’ dedi.
Sonra hacı dede ve torununa teşekkür eden üç kafadar mutlu bir şekilde motosiklete binerek oradan sevinçle ayrıldılar.
Demek oluyor ki iyi arkadaş kurtuluşa vesiledir. Peygamberimiz (s.a.v.):
’Kişi arkadaşının dini üzeredir. Şu halde (her) biriniz kiminle arkadaşlık ettiğine baksın (düşünsün)!’1
’İyi arkadaş ile kötü (arkadaşın) misali, misk taşıyan ile körük üfüren gibidir. Misk taşıyan, ya sana (ondan) verir, ya ondan satın alırsın ya da ondan güzel bir koku bulur (koklar)sın. Körük üfüren ise, ya elbiseni yakar ya da (ondan) çirkin bir koku bulur (koklar)sın.’2 buyurarak bizlere iyi arkadaşlarla beraber olmamızı emir ve tavsiye etmiyor mu? Allah yolunun yardımcılarının, iyi dost ve arkadaşlar olduğunu asla unutmayalım.
(Endnotes)
1 Ebû Dâvûd, Edeb, 19.
2 Buhârî, Zebâih, 31.
Üç Kafadar...
Özlenen Rehber Dergisi 158. Sayı
1 kişi yorum yazdı.