Özlenen Rehber Dergisi

158.Sayı

Nefis Tezkiyesi ve Neticeleri

M.Akif ÇAĞLAR Özlenen Rehber Dergisi 158. Sayı
Bizlere akıl ve zihinler bahşeden, dillerimize fesahat veren, açık ifadeyi ilham eden, bizleri edep ziynetleriyle ziynetlenme ve güzel ahlaklarla ahlaklanmaya teşvik eden, din ve dünya saadetine ulaştıracak temiz ve razı olunmuş sözlerle doğru yolu bulma ve Sünnet-i Seniyye’ye uyma hususunda bizlere sevgi lütfeden Allah’a hamd olsun!
Bizleri en şerefli yola iletti, güzellikleri ve salih ameller işlemeyi emredip, kötü ve noksan ahlak ve amellerden de nehy etti. Yüce Allah’a hamd ediyoruz ki hamd, O’nun şümullü ihsanındandır. Ve yine O’na şükrediyoruz, ki şükür, O’nun büyük nimetlerindendir.
Ve O’nun şerefli Rasûlü’nün, âli’nin ve ashabı’nın üzerine de salat ve selam ediyoruz. Din gününe kadar o şerefli insanlara tabi olanlara da selam olsun!
Tasavvuf ehli, kalplerin Mevlasına ulaşıncaya kadar isteklerine asla ulaşamayacağı ve Mevlası’na da ancak temiz, sağlıklı ve selamette olduğu sürece ulaşabileceği hususunda icma (sözbirliği) etmiştir.
Biliyoruz ki Allah Azze ve Celle, Tayyib (yani her türlü noksanlıktan münezzeh)tir, temiz (ve helal) olandan başkasını da kabul etmez.1 Nefisler temizlendikçe ve güzelleştikçe Allah Azze ve Celle onu kendisine yakın kılar. İşte o zaman Allah ile saadete erer, O’nunla ülfet ve ünsiyet eder, O’nunla masivadan müstağni kalır ve zengin olur.
Kul Rabbine isyan edip nefsini Allah’a isyan ile rezil eder ve alçaltırsa Allah (c.c.) onu huzurundan kovar ve günahları miktarınca zatından uzaklaştırır. Bu sebeple onunla Rabbi ve yine onunla Allah’ın mümin kulları arasında uzaklık ve yalnızlık meydana gelir. Bu halde bütün dünya içindekilerle birlikte o kulun olsa, yine de bu uzaklık ve yalnızlığa karşılık gelmez.
Şu halde her Müslüman’a gereken, kalbinde tevhit iyice yerleştikten sonra Allah (c.c.)’nun şeriatına sımsıkı sarılmak ve şâri’ (yani Allah ve Rasûlü’nün) önünde gassalin önündeki meyyit (ölü) gibi olmaktır, ta ki nefsi tezkiye olsun. Görmez misin ki ölünün, yıkayıcısının isteğine muhalefet edecek ne bir iradesi ne de bir hevası kalmıştır. Gassali onu, dilediği şekilde evirip çevirir. Bu halde ölü için gassaline ancak teslimiyet vardır. İşte bu İslam’ın manasıdır ki o, Allah Azze ve Celle’nin şeriatına teslim olmaktır.
Zührî (rh.a.) şöyle der: ’Risalet/din/şeriat Allah’tandır. Peygambere düşen onu tebliğ, bize gereken ise teslimiyettir.’
Yüce Rabbimiz tezkiyeyi namazda, zekat ve hacta, kısacası her şeyde kılmıştır. Özellikle bedenî ve malî ibadetler, nefsin tezkiyesine bir yoldur. Şöyle ki:
Namaz tezkiyedir: Nitekim Allah (c.c.) onu: ’Şüphe yok ki namaz, hayasızlıklardan ve (aklın ve şeriatın) kötü (gördüğü işler)den alıkor.’2
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; muhakkak ki o Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle buyururken işitmiştir: ’Gördünüz mü, şayet birinizin kapısı önünde bir nehir olsa, her gün beş defa onun içinde yıkansa ne der­sin(iz), bu (yıkanma) onun kirinden bir şey bırakır mı?’ (Ashab): ’Hayır, kirinden hiçbir şey bırakmaz.’ dediler. (Rasûlullah): ’İşte bu, beş (vakit) namaz gibidir. Allah o (namaz)lar­la günahları siler.’ buyurdu.3
Zekat tezkiyedir: Zekat malı temizleme ve nefsi cimrilikten arındırmak için önemli bir yoldur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurdu: ’Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekat) al ve onlara dua et.’4
Oruç tezkiyedir: Oruç şer’î tezkiyenin amaçlarından biri olan takvaya vesiledir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ’Ey iman edenler! (Ramazan ayındaki) oruç, sizden önceki (ümmet)lere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takva sahibi olur (Allah’a karşı gelmekten sakınır ve cehennemden korunur)sunuz.’5
Hac tezkiyedir: Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ’Hac (ayları), bilinen aylardır. Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir. (Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.’6
Cezalarda Allah Teâlâ’nın ve Rasûlü’nün belirlemiş olduğu şer’î hadleri (cezaları) uygulamak da toplumu suçlardan temizler, emniyet ve istikrarı sağlar. Nitekim bir ayette: ’Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.’7
Özet olarak; dinin hükümlerine zahir ve batında, ilimde ve amelde, ibadetlerde ve muamelatta, hayatın diğer alanlarında sarılmak, fertler ve toplumlar için tezkiyedir.
Rasûl-i Ekrem dahi ümmeti için bir tezkiyecidir. Bir ayette Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: ’O, ümmilere, içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Halbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.’8
Bir diğer ayette de: ’Andolsun ki Allah, mü’minlere kendi içlerinden; kendilerine ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.’9 buyurdu.
Allah (c.c.) bu ve diğer ayetlerde, Rasûl (s.a.v.)’i göndermekle kullarına lutfettiğini beyan etmektedir. Hem öyle bir peygamber ki, Allah onun vasıtasıyla onları dalaletten kurtardı, helakten korudu, şirk, inkar ve cehalet karanlıklarından çıkartıp İslam, iman ve ihsan nuruna hidayet eyledi. Ve yine insanlara lafızlarını, hüküm ve manalarını beyan etmekle Allah’ın ayetlerini öğretmenin, onları şirk, günahlar, kötü ve rezil ahlaklardan temizlemenin Peygamber’in en önemli görevlerinden olduğunu açıkladı. Nefisleri, bozuk itikatlardan ve kötü ahlaklardan arındırmak, peygamberliğin en önemli hedeflerindendir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.): ’Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.’10 buyurmuştur.
Nefisleri tezkiye etmek, onları; şirk, şüphe, ayrılık ve nifak gibi itikadî düşüklüklerden veya korkaklık, cimrilik, kin, haset, zulüm ve yalan gibi ahlakî kötülüklerden arındırmak, temizlemek ve onları Kur’an ve Sünnet’teki nasların getirdiği faziletler ve güzel sıfatlarla güzelleştirmektir.
Tezkiye olmuş nefis; her türlü günah kirinden uzak ve arınmış, her türlü çirkinlikten yüce, temiz nefistir. Bu sebeple Allah (c.c.), muhtelif mahlukatına yemin ederek şöyle buyurdu: ’Güneşe ve onun aydınlığına andolsun! Onu izlediğinde Ay’a andolsun! Onu (yani güneşi) ortaya çıkardığında gündüze andolsun! Onu bürüdüğünde geceye andolsun! Göğe ve onu bina edene andolsun! Yere ve onu yayıp döşeyene andolsun! Nefse ve onu düzenleyip (düzgün bir biçimde şekillendirene), sonra da ona hem kötülüğünü, hem de takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki onu (yani nefsini) temizleyen kimse muhakkak ki felâha ermiş (umduğuna nail, korktuğundan emin olmuş)tur. Onu (yani nefsini günah ve inkârı ile) örtüp, (karanlıklara) gömen kimse ise muhakkak ki hüsrana uğramıştır.’11
Yani nefsini kötü günahlardan temizleyen, ayıplardan arındıran, onu faydalı ilim ve salih amel ile güzelleştiren kazanmıştır. Nefsini faziletlerle kamil kılmayı terk edip de onu rezil işlerle kirleten ise hüsrana uğramıştır.
Nefisleri tezkiye etmek, Allah’ın kullarından dilediği kimselere bahşettiği bir nimettir. Nitekim şöyle buyurur: ’Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı.’12 ’Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah dilediğini temize çıkarır ve onlara hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar bile zulmedilmez.’13
Zira şeytan ve tabileri, dünya, nefis, heva, fitneler insanı her cihetten çepeçevre kuşatmıştır. İnsan bu illetlerle yalnız bırakılsa, asla hiçbir kimse temize çıkamaz. Fakat yüce Allah, fazl-ı ihsanıyla kullarından dilediği kimseleri seçer ve bu rezilliklerden onu temizler ve faziletlerle donatır.
Nefis tezkiyesinin büyük semereleri/faydaları vardır. Şöyle ki:
- Tezkiye, dünya ve ahiret saadeti için bir sebeptir. Tıpkı Allah (c.c.)’nun şu buyruğunda olduğu gibi: ’Arınan ve Rabbinin adını anıp namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer.’14
- Tezkiye, cennete girmeye vesiledir. ’Her kim de O’na, salih ameller işlemiş bir mü’min olarak varırsa, işte onlar için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar akan, içinde ebediyen kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, günahlardan temizlenenlerin mükafatıdır.’15
- Tezkiye, cehennemden kurtuluşa vesiledir. Allah (c.c.) şöyle buyurur: ’Ben sizi köpürdükçe köpüren bir ataşe karşı uyardım. Ona ancak en azgın olan girer. Öyle azgın ki, yalanlamış ve sırtını dönmüştür. En çok korunan ise ondan uzaklaştırılacaktır. O ki, Allah yolunda malını verir, temizlenir.’16
Ve şer’î tezkiyenin daha nice faydaları vardır.
Nefisleri tezkiye etmek adına çeşitli yollar sunmayı hedefleyen bir yöntem daha ortaya çıkmıştır ki, bu yöntem, şer’î naslardan, Selef-i Salihin yani Sahâbe, Tâbiîn ve dinin muteber imamlarından nakledilen haberlerden elde edilmiştir.

Hakk’a İrşat Eden Şeyh
Tasavvuf ehline göre, tezkiyenin en önemli temellerinden biri, bu ilmi irşat ehli bir şeyhten almaktır. Seyr-i sülük yolunu isteyen bir kimse için ona o yolu gösteren, ona irşat eden, onun için yol gösterici işaretler koyan, yolda seyri esnasında tehlikelilere ve ayak kaymalarına karşı onu uyaran bir şeyh elzemdir. Onlara göre mükellef, nefsinin hastalıklarını tedavi edecek bir mürşid-i kamil olmadan, yalnızca Kur’an tilavet ederek, Sünnet’i okuyup öğrenmekle nefsini tezkiye edemez. Şeyh Abdulkadir Îsâ, ’Hakâik Ani’t-Tasavvuf’ kitabının 54. sayfasında şöyle diyor: ’Nefislerin tezkiyesine ve ahlâkî kemalat ile süslenmeye ulaştıracak tecrübî yol, birlikteliğiyle iman, takva ve güzel ahlaklarının artacağı, ona tabi olmakla kalbî hastalıklarından, nefsî ayıplarından şifa bulacağın, kişiliğinin onun kişiliğinden tesir bulacağı varis-i Muhammedî, sadık mürşit ile birlikteliktir. Ki onun kişiliği Rasûlullah (s.a.v.)’in kişiliğine örnektir.’
İşte burada yalnızca Kur’an tilavet ederek, Rasûlullah (s.a.v.)’ın hadislerini okuyup öğrenerek kendi başına kalbi hastalıklarını tedavi edebileceğini, nefsi illetlerinden kurtulacağını zannedenlerin yanlışlığı ortaya çıkmaktadır. Bu böyledir, zira Kur’an ve Sünnet, nefsî ve kalbî muhtelif hastalıkları için çeşitli ilaçları bir araya getirmiştir. Onlarla birlikte bir de her hastalığın devasını gösterecek, her illetin ilacını vasfedecek bir tabip elzemdir.

Kamil Bir Mürşit Edinmenin Hükmü
Mutasavvıflar yanında, kamil bir mürşit edinmenin hükmü farz-ı ayndır. Tîbî’nin dediği gibi: ’Tarikat ehli, insanın; kalbiyle Allah’ın huzuruna girmekten kendisini meneden bu sıfatların ondan gitmesi için yol gösteren kamil bir şeyh edinmesinin vacipliği üzerine icma etmişlerdir. Ki sair ibadetlerde huşu ve huzur-u kalbi sahih olsun. Bu gereklilik, ’Vacibin ancak kendisiyle tamam olduğu şey de vaciptir.’ babındandır. İnsanın batın hastalıklarını tedavi etmesinin vacip olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Şu halde kendisine hastalıkların galip geldiği her kişiye onu her türlü tehlikeden kurtaracak bir şeyh araması vaciptir. Eğer beldesinde ve çevresinde böyle birini bulamazsa, o halde bu kişiyi bulmak için (başka beldelere) yolculuk etmesi lazım gelir.’17

Mürşit Edinmenin Ehemmiyeti
Tasavvuf büyükleri, kamil bir mürşit edinmeyi bir zaruret ve gereklilik görür. Zira onların yanında din yolları mübhem/anlaşılması zordur. Salik o yollarda, elinden tutacak bir öndere ve rehbere ihtiyaç duyar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: ’Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?’18
Bir hadis-i şerifte ise Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurur: ’Şu halde size gereken, sünnetime ve hidayete erdirilmiş raşit halifelerin sünnetine (sarılmaktır). Bunlara tutunun ve azı dişlerinizle (yapışır gibi sımsıkı) yapışın.’19
Ebû Zer (r.a.) şöyle dedi: ’Andolsun ki Muhammed (s.a.v.) bizi (öyle bir halde) terk etti ki, gökyüzünde kanatlarını hareket ettiren hiçbir kuş yoktur ki bize ondan bir ilim zikretmiş olmasın.’20
İmam Gazâlî (rh.a.) şöyle der: ’Mürit, doğru yola kendisini ulaştırması için mutlaka kendisine uyacağı bir şeyhe ve üstada ihtiyaç duyar. Zira din yolu mübhem/manası kapalıdır. Şeytanın yolları ise çok ve zahirdir. Her kimin kendisini irşat edecek bir şeyhi olmazsa, şeytan onu kendi yollarına sürükler. Her kim de helak edici sahra yollarına nigehbansız girerse muhakkak ki kendini tehlikeye atmış ve helak etmiştir. Kendi başına bitmiş bir ağaç gibi kendi kendine müstakil olur ki şüphesiz o, yakında kuruyacaktır. Bir müddet kalacak olsa ve yapraklansa da meyve vermez. Şu halde mürit şeyhine sımsıkı tutunsun.’21
Bu sebeple İmam Kuşeyrî, şeyh edinmenin zaruretini açıklayarak şöyle demiştir: ’Sonra müride bir şeyh eliyle edeplenmesi gerekir. Şayet onun bir üstadı olmazsa ebediyen felah bulamaz.’
Bilmek gerekir ki, tasavvuf ehli yanında (kast olunan) şeyh, talim şeyhi değildir. Tıpkı Şeyh Abdulkadir Îsâ (rh.a.)’ın dediği gibi: ’Dikkat etmek gerekir ki, burada şeyhten maksat, terbiye şeyhidir, talim şeyhi değildir. Nitekim ilim talebesinin birçok hocalarının olması mümkündür. Müridin de ilimde çok hocalarının olması mümkündür. Zira onun, o hocalarla irtibatı ilmî bir irtibattır. Halbuki müridin terbiye şeyhiyle bağı, kalbî ve terbiyeye dair bir bağdır.’22
Kaşânî şöyle der: ’Şeyh, ruhların tabibidir. O, şeriat, tarikat ve hakikat ilimlerinde, Allah Teâlâ’ya ulaşmak için taliplerin nefislerinde bulunan hastalıkları tedaviye imkan bulabilecek bir dereceye ulaşmış kamil insandır.’
’Saliklerin yanında şeyh; hak yola süluk etmiş, tehlikeleri ve korkulacak şeyleri bilen, müride, kendisine faydalı ve zararlı şeyleri gösteren kimsedir.’23
Tasavvuf büyükleri, nefsi tezkiye ve terbiyeye önem verirler. Şeyh edinme ve Allah’ı zikir –ki Allah’ın zikri şifa, insanların zikri ise hastalıktır- bu kapıya bir giriştir. Enes (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Kıyamet, ’Allah Allah’ diyen bir kimsenin üzerine kopmaz.’24
Allah (c.c.), bizleri ve sizi dünya ve ahiret hayırlarına muvaffak kılsın. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur!

(Endnotes)
1 Müslim, Zekât, 19.
2 el-Ankebût, 29/45.
3 Buhârî, Mevâkîtu’s-Salât, 6.
4 et-Tevbe, 9/103.
5 el-Bakara, 2/183.
6 el-Bakara, 2/197.
7 el-Bakara, 2/179.
8 el-Cumua, 62/2.
9 Âl-i İmrân, 3/164.
10 Muvattâ, Hüsnü’l-Huluk, 1.
11 eş-Şems, 91/1-10.
12 en-Nûr, 24/21.
13 en-Nisâ, 4/49.
14 el-A’lâ, 87/14-15.
15 Tâ-hâ, 20/75-76.
16 el-Leyl, 92/14-18.
17 Şeyh Abdulkadir Îsâ, Hakâik Ani’t-Tasavvuf, s.95.
18 el-Kamer, 54/22.
19 Ebû Dâvûd, Sünnet, 6.
20 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.35, s.290, h.no:21361, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997.
21 İmam Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c.3, s.56.
22 Şeyh Abdulkadir Îsâ, age.,, s.99.
23 Kâsım b. Salâhi’d-Dîn, es-Seyr Ve’s-Sulûk İlâ Meliki’l-Mulûk, s.122.
24 Müslim, Îmân, 66.

Ahmed Abdullah el-HALEBÎ/Ter:M.Akif ÇAĞLAR
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.