Bismillâh…
Ve’l-hamdu lillâh…
Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ Rasûlillâh…
Emmâ ba’d…
Kıymetli okurlarımız!
Ümmet-i Muhammed’in malum hali içimizi acıtıyor. Şuursuzluk ve bananeciliğin sebep olduğu parçalanmışlık, dağınıklık… En kötüsü de çaresizlik. Allah (c.c.)’dan geleceğe dönük beklentilerimiz boş kuruntudan öte geçmiyor. Tarihin herhangi bir döneminde acaba Müslümanlar, yanı başında kardeşleri öldürülürken, namusu payimal edilirken elleri kolları bağlı, bu denli bir çaresizlik içerisinde bakakalmışlar mıdır?
Ümmetin yeniden şahlanışını dillendirenler, yıllarca İran devriminin meziyetlerinden bahsedip ülkemiz Müslümanlarını -bilerek ya da bilmeyerek- itikadı, ameli ve ahlakı Ehlisünnet’le asla bağdaşmayacak olan Şia’ya yönelttiler. Halbuki Osmanlı’yı hep sırtından hançerleyip Avrupa’nın İslamlaşmasına mani olan onlardı. Bugün de Sünnîlere saldıran, Irak’ta, Suriye’de mezhep taassubuyla kafirlerin bile reva görmeyeceği zulmü onlara yapanlar yine onlardır.
Tarih, uzun soluklarıyla ümmetler açısından tekrarlardan ibarettir. İbret alınsa ve aynı hatalar işlenmese elbette ki tekrar etmez. Her şeyde cari olan sünnetullah, medeniyetlerin kurulması ve yıkılmasında da tecelli etmektedir. Dolayısıyla bu ümmet, yeniden ayağa kalkmak istiyorsa bunun kurallarına uygun hareket etmelidir. Asr-ı Saadet öncülüğünde sırasıyla Endülüs, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetleri hangi düsturlar üzerine kuruldu ve hayatiyetini devam ettirdi, hangi düsturları ihmal edince geriledi ve yıkıldı ise bugün bunları tespit ederek menfi olanları terk edip müspet olanları adım adım yerine getirmeden bir diriliş beklemek boş hayalden öte geçmez.
İslam medeniyetinin; abdest alırken sadece azalarını değil kalbini de temizleyen, yan yana namaz kıldığı müminlerle hakiki kardeşliği en derin manada yaşayan, namazda ilk tekbirle birlikte dünya ve ona ait olan şeyleri elinin tersiyle iten, Allah ile konuşma hali ve huşuuyla kıraat yapan, ’ancak senin önünde eğilirim’ diyerek belini rükuda eğen, secdede alnını yere koyan, Rabbine edeple münacat ederek selamete eren ve çevresine esenlik telkin eden Hak erlerinin fedakarlıkları, sabırları ve istikametleriyle kurulduğunu bilmeliyiz. Bu istikameti sağlayan şeyin ise ibadet-ahlak-amel-muamelat arasındaki sıkı ilişki ve deruni bağ olduğunu idrak etmeliyiz.
’Allah ve Rasulü’yle harp etmek’ manasına gelen faiz her yanımızı sarmış, mahremiyet ölçüleri yıkılmış, dünya sevgisi ve rahatlık arzusu Müslümanları bencil, duyarsız, himmet duygusu olmayan kişiler haline getirmişken hangi dirilişten bahsedebiliriz? ’Elimizde maddiyat olursa, şu makamlara gelirsek dinimize hizmet ederiz…’ diyenler bugün o maddiyatı ele geçirdikleri ve makamları işgal ettiklerinde acaba gerçekten dine hizmet mi ediyorlar, yoksa ceplerini mi düşünüyor, yükselmeyi mi hesap ediyorlar? İslam’a hizmetin her daim önüne çıkan ’Prosedür, kanun, yönetmelik buna izin vermez.’ sözünü önceden de duyuyorduk şimdi de… Peki değişen ne?
Cenâb-ı Hakk’ın: ’Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler var. İşte onlardan kimi adadığını ödedi, kimi de (bunu) bekliyor. Onlar hiçbir suretle (ahitlerini) değiştirmediler.’ (el-Ahzâb, 33/23) ayetinde bahsettiği sadıklar olmadan O’ndan neyi bekliyoruz?
’Bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.’ (er-Ra’d, 13/11) ayetinin hükmünce kendimizi değiştirmedikçe genel manada bir değişim, yeniden bir diriliş beklemek imkansızdır. Bugün Müslümanlar ellerinde var olan imkanları kullanıyorlar mı ki daha fazlasını Allah’tan bekliyorlar? Yeryüzünde zulmün kaynağı olan Amerikan’ın ekonomisini milyar dolarlar vermek suretiyle ayakta tutanlar, Müslümanlıkta en önde görünüp kimseyi de beğenmeyenler değil mi? Lüks ve refahları için harcadıklarının binde biriyle dünyadaki birçok zulme ve şerre engel olabilecek olanlar yine Müslümanlar değil mi? ’Muhakkak ki her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi ise maldır.’ (Tirmizî, Zühd, 26) buyuran Efendimiz (s.a.v.) sözünde ne kadar da haklı çıkmıştır?
Yahudiler için inmiş olan: ’Hani, ’Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız’ diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz. Ama siz, birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde yardımlaşarak; size haram olduğu hâlde onları yurtlarından çıkaran, size esir olarak geldiklerinde ise, fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz. Yoksa siz Kitab’ın (Tevrat’ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.’ (el-Bakara, 2/84-85) ayetine bugün Müslümanlar en sinsi ve acı bir şekilde muhatap olduklarının farkındalar mı acaba? Müslümanlara zulmedenler, kullandığımız kredi kartları, vazgeçemediğimiz ürünler, tabi olduğumuz moda ile dolaylı yoldan destek olup ayakta tuttuklarımız değil mi? Diğer yandan tepesinden her gün kaç tane füze inen, yakılan, yıkılan, katledilen Müslümanlara 5-10 tl ile gıda yardımı gönderen de yine biz değil miyiz?
Yeryüzünde saadet ve huzur adaletle mümkündür. Hz. Mehdi dahi bunu tesis etmek için gelecektir. Nitekim Efendimiz bunu: ’(Dünyanın) ömründen sadece bir gün kalsa bile, Allah mutlaka Ehlibeyt’imden bir adam gönderir. Onu, tıpkı zulümle doldurulduğu gibi adaletle doldurur.’ (Ebû Dâvûd, el-Mehdî, 1) buyruğuyla haber vermiştir. Adalet ancak İslam’ı, Asr-ı Saadetteki keyfiyeti üzere fütursuzca yaşamakla mümkün olabilir.
Üzerinde yaşadığımız, rahatça gezip dolaştığımız topraklar ecdadımızın canıyla, kanıyla kazanılmış ve İslam’ın yaşanması şartı ve amacıyla bizlere emanet edilmiştir. Bu şarta riayet etmezsek emanetin başka ellere teslim edilmesi korkulan, istenmeyen ama muhakkak olan bir sondur. Zira şehitlerin kanlarıyla sulanmış bu topraklar üzerinde ihaneti asla taşımaz.
Etrafımız aç kurtlar gibi saldırmayı, parçalamayı bekleyen bunca düşmanla çevrilmişken, bir an evvel kendimize gelip dinimize sarılmak duasıyla Allah’a emanet olun!
Editörden - 158.sayı
Özlenen Rehber Dergisi 158. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.