Günümüzde İslâm aleminin bir akıl depremi geçirdiğini görmek çok da zor olmasa gerek. Bir kaos ortamındayız şüphesiz ve öyle şiddetli sarsıntılar yaşıyoruz ki, buğulu bir camdan uzak ufukları seyretmeye çalışıyoruz sanki.
Bu hengameden sıyrılabilmek ve asrımızdaki İslâm algısını anlamak için şu 2 temel soruyu cevaplamamız elzemdir:
1- İslam hayatımızın neresinde?
2- İstikbal İslâm’ındır. Bundan şüphemiz mi var?
Bir hayat sistemi olarak gönderilen ve yaşamımızın her anını tanzim eden bir dinin sahipleri olarak bir tarafı alınmış, bir tarafı bırakılmış bir İslâm’ı kabul edebilir miyiz?
Ya da gruplara ayrılmış herkesin kendi grubunu tek ve yeterli zannettiği bir anlayışa sahip olur mu Ümmet’i Muhammed ?
Ve bugün insanlık bir türlü huzur bulamıyorsa, her yerde kan ve göz yaşı varsa, mevcut sistemler aklın ürünü olduğu için yetersiz kalıyorsa insanlık İslâm’ın sistemine muhtaç değil midir?
İslâm’ı kendimize din (hayatın her anını tanzim eden izlenen bir yol) olarak seçip de nasıl oldu da Müslümanlık sadece cami de yaşanırmış gibi bir algı oluşmasına seyirci kalabildik? Hatta ’bir umre yaptın mı tamam, daha ne olsun?’ denmesine, İslâm’ın içinin boşaltılmasına müsaade ettik ve en acısı, ’faiz de bu çağda olmazsa olmaz’ diyebildik. Evet, bugün istatistiklere baktığımızda1 camideki ciddiyetimizi bankalarda faize karşı sergileyemediğimizi görmekteyiz. Ama Buharî ve Müslim’i tartışmaya gelince hiç geri kalmıyor ya da Ramazan’daki huşumuza, umredeki şevkimize rağmen şeriat istemeyen ve -izmlere kendini kaptıran Müslümanlar(!) olabiliyoruz. Yani (haşa) Allah’ın sözünün üstüne söz söyleyen bir Müslüman o andan itibaren iman etmiş olur mu, diye düşünemiyoruz bile. Çünkü bir akıl tutulması yaşıyoruz.
Bu düşsel depremi daha iyi anlamak için yakından bakıp şu seslenişi tefekkür etmeliyiz. Şimdi bu nidaya münada olmak için kulak verelim:
’Çanakkale’de ya da Moğol istilası altında bile Ümmet’i Muhammed’in değil taviz vermeyi, ulu orta bir caminin bahçesinde konuşmayı bile kabul etmedikleri, asla diline dolamadıkları şeyleri ve hatta konuşanları zındık diye Bağdat’ta kendilerinden dışladıkları konuları Müslümanlar Allah rızası için konuşur oldular.2
Örneğin: ’Bir Müslüman ’kabir azabı yoktur!’ niye der, hem de onlarca hadisi inkar ederek? Yani biz bugün varsayalım ki toplandık ve ’bundan sonra kabir azabı yoktur’ dedik, bunun kime, ne faydası olacak, küfür topraklarımızı terk edip bizi rahat mı bırakacak, yoksa ahirette hadis inkarcısı olarak mı haşr olacağız?’ diye tefekkür bile edemiyoruz. Çünkü ne buyuruyor Peygamberimiz (s.a.v.), açık bir mucize olarak, 1400 küsur yıl öncesinden bugünleri tarif ederek: ’İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o (zamanın insa)nlar(ı) içerisinde dini hususunda sabreden kimse, (avucunda) kor ateş tutan kimse gibi (olacak)tır.’3
İman edip teslim olmamız gerekirken ayrıntılarda boğuluyoruz. Yani bizi bu dünyaya imtihan için gönderen ve mükemmel örnekler olarak Efendimizi (s.a.v.) ve Ashabını bize her çağda örnek kılan Rabbimiz, şüphesiz onlar gibi iman etmemizi istiyor. Onlar bu konuları değil konuşmak, düşünmüyorlardı bile, imanın tadını almışlardı çünkü...
Evet, Peygamberimizin (s.a.v.) Medine’de inşa ettiği İslâm, tam bir İslâm’dı, kendi ekonomik sistemi, kendi siyasi otoritesi olan ilahi bir nizamdı. Hiç şüphesiz ki Efendimiz (s.a.v.) nasıl namaz kılınacağını öğrettiği gibi İslâm devletinin nasıl yönetileceğini de öğretti bize. Kulun kula kul olduğu tüm sistemleri yıkıp gerçek adaleti ve huzuru sağladı. İşte bugün tüm insanlık yeniden bu sisteme muhtaçtır. Çünkü Batı’nın insanlığa verebileceği bir sistem kalmamıştır. Ve ilahi yasalar dışındaki tüm sistemler kulu kula kul yapma temelinde olduğu için insanları maddeye ya da kadına köle yapma üzerine kuruludur. Bu durumda bugün insanlığı korkunç bir yok oluş tehlikesine sürüklemektedir. Çünkü sadece madde temelli düşünen ve insan doğasında bulunan manevi boşluğu bununla kapatmak isteyen toplum onu elde etmek için her yolu mubah görmekte ve bu da ’insan insanın kurdudur’ anlayışına sebep olmaktadır. Nitekim sadece maddi şeyler elde etmek isteyen ve ilahi bir yaptırımdan uzak kalan Batılı sistemlerde bugün huzur ve güven ortamını bulmak çok zordur. Batı’nın suç defterine baktığımızda bunu açık bir şekilde görmekteyiz.4
Bugün insanlığın içinde bulunduğu bu batıperestlik sadece algı yönetimine kurban olan insanların sahip olabileceği bir şeydir. Çünkü onlar önce medyaya, sonra dünyaya sahip oldular. Çıplak gözle bakabilen herkes bugünkü kan ve göz yaşının failinin Batı olduğunu görebilir.
Lakin bunu yapmaktan kendimizi aciz görüyoruz. Çünkü İslâm, hayatımızın tamamına hüküm etmiyor. Eğer İslâm, hayatımızın tamamına hükmetmiş olsaydı biz, Hz. Adem (a.s.)’dan bu yana yer yüzünde sadece ve sadece ’hak ve batıl’ savaşının var olduğunu görebilirdik. Gerisinin sadece şeytanın kuklası olmaktan öteye geçemeyen ülke ya da topluluklar olduğunu anlardık. Ve Batı’yı gözümüzde büyütmezdik. Tıpkı Ebrehe’nin, fillerine güvendiği, ama Allah’ı hesaba katmadığı için yerle bir olduğu gibi bugün de çok gelişmiş silahlarına güvenen Batı’nın yok olmasının bir an meselesi olduğu şuuruna erişirdik.
Rabbimiz buyuruyor ki: ’Yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü tuzak kurmak için (böyle davranıyorlardı). Oysa kötü tuzak, ancak sahibini kuşatır. Onlar ancak öncekilere (uygulanan) kanunu bekliyorlar. Sen Allah’ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah’ın kanununda hiçbir sapma bulamazsın.’5 Allah’ın kanunu, Sünnetullah değişmez. Yani ’Tarih tekerrürden ibarettir’.
Evet, tarihe baktığımızda bir küfür sistemi, bir hak sistemi revaçta olmuştur. Çünkü Rabbimizin imtihanı aynıdır. Temel çizgileri ile Kur’ân-ı Kerim’imiz tüm geçmiş çağdaki Müminlere yol gösterici olmuş ve kıyamete kadar da olacaktır. Tıpkı Bedir zaferi ve Uhud savaşı imtihanı gibi önce zaferle imtihan edip sonra ’zor durumda aynı sebatı gösterecek mi kullarım’ diye imtihan ederken çağımızda da bunca kaosa rağmen ’benim kulum sebat edebilecek mi’ görmek istiyor Allah (c.c.)...
Biiznillah içinde bulunduğumuz çağ küfrün son demleridir. Çünkü insanlık bugün bir arayış içindedir. Bu arayışın sonu İslâm’a çıkmaktadır. Yapılan araştırmalarda bunu görmekteyiz.6 Şüphesiz asrımız İslâm’a gebedir. Bizim bugünlerde yaşadığımız kaos sadece bir doğum sancısıdır. Zira karanlığın en koyu olduğu vakit fecre en yakın vakittir.
Ve iliklerime kadar hissediyor ve iman ediyorum ki ’istikbal İslâm’ındır’. İslâm’sa, hayatımızın her anındadır.
(Endnotes)
1 https://www.tbb.org.tr/…/banka-ve-s…/istatistiki-raporlar/59
2 Bu Çağa Rapor, Nureddin Yıldız, s.24, İstanbul, 2016.
3 Tirmizî, Fiten, 73.
4 http://m.sabah.com.tr/galeri/dunya/sok-eden-tecuvuz-raporu
5 el-Fâtır, 35/43.
6 http://m.dw.com/…/abdde-islamın-geleceği-raporu/a-14819970-1
Çağımızdaki İslam Algısı
Özlenen Rehber Dergisi 158. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.