Özlenen Rehber Dergisi

158.Sayı

Gerekçeler Çürüktür ve Ömür İmtihanlarla Doludur

Mehmet Bayav Özlenen Rehber Dergisi 158. Sayı
Yüce dinimiz İslam, Allah’ın son dinidir. O, insanlığı her çeşit kötülükten kurtarmak, huzur ve saadete erdirmek için gönderilmiştir. İslam’a inanarak huzur ve saadete talip olan şerefli insan ise ’Müslüman’dır’.
İslam’ı kabul etme şerefine eren her Müslüman’ın yerine getirmesi gereken pek çok vazifeleri vardır. Bu vazifelerin özü Allah’a kulluk etmek, O’nun emir ve yasaklarını bütünüyle yaşamaktır.
Yüce dinimize göre İslamî vazifelerini yerine getirmeye başlama çağı bellidir. Çocukluktan çıkıp buluğ çağına ulaşan her Müslüman, ölüm gelinceye kadar Allah’a kulluk etmek, O’nun emir ve yasaklarına uymak mecburiyetindedir.
Şerefli kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: ’Artık sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.’1 Buna göre Allah’a ibadet etmeden, O’nun emir ve yasaklarını yerine getirmeden İslam’ın istediği olgun Müslüman olmak mümkün değildir. Kim Allah’a karşı bütün vazifeleri yerine getiriyor ve bütün işlerini İslam’a göre ayarlıyorsa olgun Müslüman odur. Zira, Müslüman’ın görevi, İslam’ı bütünüyle ayakta tutmaktır. İmanıyla, namazı ve orucuyla, zekatı ve haccıyla sevgi ve şefkatiyle, konuşması ve yazmasıyla, helal ve haramıyla, eğitimi ve öğretimi ile, ahlakı ve ticareti ile, hukuku ve siyaseti ile, iyiliği emir ve kötülüğü men etmesi ile, dünya ve ahiret anlayışıyla. İslam’ı ayakta tutmak, onu, Allah’ın emrettiği, Rasûlullah (s.a.v.)’in gösterdiği şekilde yaşamak demektir.
O halde Müslüman, her zaman işlerini İslam’a göre ayarlamak ve hayat programını İslam’a göre çizmek zorundadır. Bunu yapmayan bir Müslüman’ın geleceği tehlikededir. ’Şüphesiz Allah’ın yanında ayların sayısı on ikidir.’2 Yıllar hep bu on iki ayla dönüp dolaşır. Günler hep yirmi dört saattir. Ömrümüz boyunca, ulaştığımız her zaman dilimini en iyi şekilde değerlendirmek dinimizin emridir. Bu itibarla Müslüman, yirmi dört saatlik zaman diliminin bir bölümünü Allah’a kulluk, bir bölümünü geçimini temin ve bir bölümünü de dinlenmek için ayırarak geçirmelidir.
Geçim temini ve istirahat için zaman ayırıp da, dini vazifeleri yerine getirmek için: ’Vakit bulamıyorum, fırsatım yok’ demek Müslüman’a yakışan bir hal değildir. Bugün, bu çürük ve tutarsız gerekçelerle Allah’a kulluk etmekten uzak kalanlar, korkulur ki yarın hiç fırsat bulamayacaklardır. Kimse Azrail (a.s.) ile pazarlık etme gücüne sahip değildir. O, tayin edilen zamanda gelecektir. Belki bugün, belki yarın.
Bu sebeple, gezmeye, eğlenmeye, film seyretmeye, içkiye, kumara, dedikoduya vakit ayırıp da farzlara, sünnetlere vakit ayıramamak korkunç bir aldanıştır. Nefsi okşayan her şeye vakit bulacaksın, faydasını umduğunuz kimseleri ziyaret etmeye fırsat bulacaksınız, övüldüğünüz yerlere gitmeye fırsat bulacaksınız; fakat namaz kılmaya, camiye gitmeye, hatta ihtiyacınız kalmamışsa ananızı ve babanızı ziyaret etmeye fırsat bulamayacaksınız... Bu, Müslümanlık değildir.
İnsanın yaratılış gayesi Allah’a kulluktur. Gençlik ise, kulluk için en güzel çağdır. Kaçan fırsatlar hiçbir zaman geri gelmeyecektir. Durum bu iken bazı kimselerin: ’Daha gencim, işlerimi bir yoluna koyayım veya şöyle kırk-elli yaşlarına doğru bir tırmanayım, ibadet ederim, hacca giderim...’ gibi sözlerle ibadetlerini erteledikleri veya terk ettikleri acı bir gerçektir. Müslüman’ın böyle temelsiz ve çürük gerekçelerle ibadetlerini geciktirmeye veya terk etmeye hakkı yoktur. Kimse böyle tutarsız gerekçelerle kendini aldatmamalıdır. Ömrümüzün ne zaman tükeneceğini bilmediğimize göre, hazırlıklı olmaktan başka çaremiz yoktur.
Yine, bazı kimselerin: ’Ben namaz kılmıyorum, oruç tutmuyorum; ama kalbim temiz, sen kalbe bak...’ gibi sözlerle ibadetsizliklerine gerekçe aradıklarını görmekteyiz. İbadetlerin niçin yapılması gerektiğini kavrayamayan bu kimseler, sadece şeytanlarını sevindirmiş olurlar. Geceleri ayakları şişinceye kadar ibadet eden Fahr-i Kainat Efendimiz (s.a.v.)’in -haşa- kalbinin kirli olduğunu söylemek mümkün müdür? Kasıtlı olarak adam öldüren bir kimse, ’Benim kalbim temizdi...’ demekle sorumluluktan kurtulacak mıdır?
Yine, kendisine ’aydın’ süsü veren bazı kimselerin: ’Ben de çalışarak ibadet ediyorum, çalışmak da bir ibadettir...’ gibi sözlerle kendilerini aldattıklarını görüyoruz. Halbuki, helal kazanç temini için çalışmanın ibadet olması, namaz, oruç gibi ibadetleri terk etmeye sebep olamaz. Kur’an ve Sünnet’te böyle bir hüküm yoktur. Yaratılış gayesini bilmeyen ve kendisini tanıyamayan bazı kimselerin, Allah’a kulluk edenlere karşı: ’Fazla ileri gitme uçacaksın, hayatını yaşa, dünyaya bir daha mı geleceksin... ’ gibi şeytani sözlerle kahkahalar attıklarını duyuyoruz. Üzülerek söylemek gerekir ki, bu kahkahalar bir gün, göz yaşlarıyla çığlıklara dönecektir.
Allah’ın huzurunda secdeye kapanamayan bazı kimselerin de inançlı kimselere hoş görünmek için bazen: ’Benim babam hocaydı, dedem hacıydı...’ gibi sözler söylediklerine rastlamaktayız. Böyle ifadelerin İslamî bir değeri yoktur. Önemli olan, insanın babasının, dedesinin değil, kendisinin nasıl olduğudur. Zira, herkes kendinden sorumludur. ’Kimse kimsenin günahını yüklenmez. İnsan için kendi çalıştığından başkası yoktur.’3 İman ve güzel amel olmadığı sürece Peygamber oğlu veya kızı olmak bile bir işe yaramaz. İnsan Allah’a kulluk için yaratılmıştır. Her insan inanacak ve ibadet edecektir. ’Daha gencim, kalbim temiz, ben de çalışarak ibadet ediyorum, babam hocaydı...’ gibi çürük gerekçelerle ibadetleri terk etmek Müslüman’a yakışan bir hal değildir. Bunlar insanı hüsrana sürükleyen temelsiz sözlerdir. Bu itibarla, siz Allah’a kulluk ediniz. Hayatınızın her anında Allah’a karşı vazifelerinizi yerine getiriniz. Peygamberimiz (s.a.v.)’in; ’Yâ Rasûlallâh! İnsanların hangisi daha hayırlıdır?’ diye sorulan bir soruya cevaben: ’Ömrü uzun olup ameli güzel olan kimsedir.’4 buyurduğunu unutmayınız. Biliniz ki: ’Muhakkak ki biz Allah’a aitiz ve muhakkak ki biz ancak O’na döneceğiz.’5
Ömür, baştan başa imtihanlarla doludur. Son nefese kadar devam eden imtihanlar. İnanç imtihanı, ibadet imtihanı, ilim imtihanı, evlat imtihanı, mal mülk imtihanı ve daha bir çok imtihanlar.
Güneşin doğup batması devam ettiği ve yeryüzünde insan var olduğu sürece bu imtihanlar da devam edecektir. Zira, ahiretin tarlası olan dünya bir imtihan sahasıdır. Her insan imtihan edilmektedir. Hayat ve ölüm imtihan için yaratılmıştır. Ahiret hayatının acı ve tatlı olması bu dünyadaki yaşayışımıza bağlıdır.
Yüce Rabbimiz, şerefli kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmuşlardır: ’Mülk kudret elinde olan (Allah ne) yücedir. O, her şeye kadir’dir. Hanginizin daha güzel amel edeceğini imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır. O, her şeye galiptir, çok bağışlayandır.’6
’İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zannediyor.’7
’İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir ziynet yaptık’8
’Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır. Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.’9
Açıkça görülüyor ki, insan imtihan için yaratılmıştır. Ölüm ve hayat imtihan için verilmiştir. Dünyada kimse başıboş bırakılmamıştır. Bu itibarla, her insan, imtihanlarla dolu bir ömür geçirdiğini, dünya ve ahiret saadetinin bu imtihanları başarmaya bağlı olduğunu bilmeli ve Allah’ın kendisine verdiği her şeyin hesabını vereceğini unutmamalıdır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: ’Kıyamet günü (şu) beş şey hakkında (yani); ömrünü nerede harcadığından, gençliğini nerede çürüttüğünden, malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından ve bildiğiyle ne amel yaptığından sual edilinceye kadar Âdemoğlunun ayakları Rabbinin katından ayrılmaz.’10
O halde, her Müslüman, ömrünün, ilminin, malının, vücudunun ve kendisine verilen her nimetin hesabını vermeye hazırlıklı olmalıdır.
Yaratılışın maksadını anlayan ve gerçek hakikate yönelen gönüller için her imtihan, yücelikler alemine doğru atılan bir adımdır. İmtihan sıkıntıları ise, inanmış insana güç veren birer kamçıdır. Ruhlar imtihan gördükleri ölçüde olgunlaşır ve öze dönerler. İmtihansız bir alemde, altın bakırdan ayırt edilemez. İmtihanla olgunlaşan ruhlardır ki, kalplerin enerjisini ’Tevhit’ inancından almışlar ve Allah’a kulluk etmenin sonsuz zevkini tatmışlardır. Geçmişin temiz soluklarını ve parlak ışıklarını insanlığa ulaştıracak olanlar da, imtihan gerçeğini kavrayan ruh sahipleridir.
Bu sebeple, insanlığa hizmet düşüncesi bulunan her Müslüman bilmelidir ki, vazife büyük, yol yokuş ve sıkıntılar çetindir. Dünyanın çetin imtihanlarını başarabilmek için, gönül verdiği yüce hakikatler sebebiyle hor ve hakir görülebileceğini, yığın yığın ıstıraplarla karşı karşıya kalabileceğini aklından çıkaran ve buna hazırlıklı olmayan kimselerin hizmet adına yapacakları bir şeyleri olmaz. Zira, yerden yemyeşil bitkiler fışkırsın, fakat çekirdek çatlamasın; analar yavrular doğursun, ama acı çekmesin. Bu mümkün değildir.
İmtihanlar âleminden ebediyete doğru inanç ve ümitle akan her Müslüman bilir ki, dünyadaki her şey kendisine imtihan için verilmiştir. İmtihanı kazanmak ise, Müslüman’ın başlıca vazifesidir.
Allah’ın emir ve yasaklarına şüpheyle bakan, İslamî hükümlerin bazılarını kabul edip bazılarını etmeyen, onları kendi istek ve anlayışına göre yorumlamaya kalkan bir kimse iman imtihanını kaybetmiş demektir. Zira, imanın ana şartı, İslam’ı bütünüyle ve olduğu gibi kabul etmektir.
İnandığı esasları hayatında tatbik etmeyen, Allah’a karşı kulluk vazifelerini yerine getirmeyen, ibadetleri ihmal eden kimse, kulluk imtihanını kaybetmiş demektir.
İlmiyle amel etmeyen, gerçek ilmin yüce hakikatlere ulaştırdığını anlayamayan, tebliğ ve irşatla ilminin zekatını vermeyen bir kimse, ilim imtihanını kaybetmiş demektir.
Çoluk çocuğunu İslamî ölçülere göre yetiştirmeyen, yaşayışıyla onlara güzel örnek olamayan, evinde İslamî hava estirmeyen ana ve babalar, evlat imtihanını kaybediyor demektir.
Haram ve helal ayırımı yapmadan kazanç sahibi olmaya çalışan, kazancının bir kısmını İslamî hizmetlerde kullanmayan, zekâtını vermeyen, zenginleştikce Allah’ı unutan kimse, mal-mülk imtihanını kaybediyor demektir.
Kendisine verilen ömür nimetini ilâhi sınırların dışında geçiren kimse, ömür imtihanını kaybediyor demektir.
O halde ölmeden evvel, yaşadığınız hayatın hesabını yapınız. Allah’ın size verdiği her şeyin hesabını yapınız. Ömrünüzü nasıl geçirdiğinizi, ilminizle ne yaptığınızı, malınızı nasıl kazanıp nerede harcadığınızı, çocuklarınızı ne şekilde yetiştirdiğinizi, iman ve ibadetlerinizin durumunun ne olduğunu iyi düşününüz. Yarın için neler hazırladığınızı kontrol ediniz. Eli boş olarak Allah’ın huzuruna çıkmayınız. Dünyevî ve uhrevî bütün işlerinizi Allah’ın rızasına uygun olarak yapınız.
Unutulmamalıdır ki, sahip olduğumuz her nimet, imtihan için verilmiştir. Saadet ve selâmet, dünya imtihanını başaranlarındır. Selam olsun imtihanını başaranlara...

(Endnotes)
1 el-Hicr, 15/98-99.
2 et Tevbe, 9/36.
3 en-Necm, 53/38-39.
4 Tirmizî, Zühd, 22.
5 el-Bakara, 2/156.
6 el-Mülk, 67/1-2.
7 el-Kıyâme, 75/36.
8 el-Kehf, 18/7.
9 el-Enfâl, 8/28.
10 Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme Ve’r-Rekâiku Ve’l-Vera’u, 1.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.