Özlenen Rehber Dergisi

158.Sayı

Hazret-i Mevlânâ İle Aşk'a Yolculuk

Hakan Burgaz Özlenen Rehber Dergisi 158. Sayı
Türk kültür ve geleneğinin belirli süreçlerden geçtiği aşikârdır. Her yüzyılda çeşitli alanlarda öne çıkan kişiler ismini duyurmuş ve eserler ortaya koymuştur. Buna, mimarî, hat ve çeşitli edebî eserler örnek verilebilir. Kimi eserler gönüllere hitap eder ve ışık tutarken kimisi ise zahiri göze hitap eden eserlerdir. Bu zahiri eserler süreç içerisinde tazeliğini kaybederken, gönüllere ışık tutan eserler her geçen gün değerinin üzerine değer katan ve eseri yazana duyulan sevgilerin her geçen gün arttığı bir boyut kazanmasına vasıta olmuştur. Mesnevi de bu kıymetli eserlere örnek gösterilebilir. Hazret-i Mevlânâ’nın yazdığı Mesnevi hakkında kısaca bilgi verip bu eseri yazan ve günümüze de ışık tutan Hz. Mevlânâ’nın hayatını ve Şemse yolculuğunu açıklayacağız.
Mesnevi, özellikle Arap, Fars ve Osmanlı edebiyatında kendi aralarında uyaklı beyitlerden oluşan ve aruz ölçüsüyle yazılan divan edebiyatı şiir biçimidir.
Her beytinin kendi arasında kafiyelenmesi hem yazma kolaylığı sağlar hem de daha uzun metinlerin bu şekle uygun olarak kaleme alınmasına imkan tanır. Diğer nazım şekillerindeki kafiye bulma zorluğu şairleri uzun metinlerde bu şekli kullanmaya teşvik etmiştir. Bu nedenle uzun aşk öykülerinde, destanlarda mesnevî kullanılmıştır. Klasik düzende bir mesnevî; tevhid, münacat, naat, mi’raciye, eserin sunulacağı büyüğe övgü, mesnevînin niçin yazıldığını açıklayan sebeb-i nazm ve hikâyenin anlatımı (ağaz-ı destan) bölümlerinden oluşur. Mesnevîde beyit sayısı sınırsızdır, yer ve zaman genellikle belli değildir. Bir anlamda Divan edebiyatında manzum hikâyelerin yazıldığı bir biçim olarak da tanımlayabiliriz.
Mevlânâ’nın ünlü tasavvufî mesnevisi 25.700 beyitten oluşmuştur. Mevlânâ eserine ayrı bir isim koymamıştır; eser, nazım türü olan ’Mesnevi’ adı ile bilinir.
Mesneviler aşk, dinî ve tasavvufî, ahlakî-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü konularda yazılmıştır. Divan edebiyatında roman ve hikâye gibi türler olmadığı için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden oluşur. Aynı şair tarafından yazılmış beş mesneviye ’Hamse’ adı verilir.

Hz. Mevlânâ’nın Babası Bahaeddin Veled’in Ölümüne Kadar Geçe Dönem
Harzemşahlar hükümdarları, Bahaeddin Veled’in halk üzerindeki etkisinden her zaman tedirgindi. Çünkü o, insanlara son derece iyi davranır, ayrıca onlara her zaman anlayabilecekleri yorumlar getirir, derslerinde kesinlikle felsefe tartışmalarına girmezdi. Bahaeddin Veled ile Harezmşahlar hükümdarı Alaeddin Muhammed Tökiş (ya da Tekiş) arasında geçen bir olaydan sonra Bahaeddin Veled ülkesini terk etmiştir. Bahaeddin Veled bir gün dersinde, felsefeye ve felsefecilere şiddetle çatmış, onları İslâm dininde var olmayan bidatlerle uğraşmakla suçlamıştı. Ünlü felsefeci Fahrettin Razî buna çok kızar ve onu Muhammed Tökiş’e şikayet eder. Hükümdar, Razî’yi çok sayar ona özel olarak itibar ederdi. Razi’nin uyarıları ve halkın Bahaeddin Veled’e gösterdiği ilgi ve saygı bir araya gelince, kendi yerinden kuşkuya düşen Tökiş şu sözleri söyler: ’Napıyor bu adam, dost mudur düşman mı anlayamadım. Eğer aradığı Allah aşkıysa; insanlarla bunca alaka niye, neden çevresi bunca insanlarla dolu.’ der. Razî ise Şeyh Bahaeddin’in çevresindeki insanların ona karşı bir güç oluşturabileceğini ve tahtının elden gidebileceğini belirtir. Muhammed Tokiş emir verir ve Sultânü’l-Ulemâ’yı çağırtır.

Bahaeddin Veled: Selamun aleyküm (Allah’ın selamı üzerinize olsun)
Muhammed Tokiş: Aleyküm selam (Allah’ın selamı sizin de üzerinize olsun) yüce bilge. Ziyaretinizle bizi nasıl onurlandırdığınızı bilseniz.
Bahaeddin Veled: Estağfurullah sultanım. Bir aciz kulum ben, ne varlığım bir şey katar bulunduğum yere ne de yokluğum.
Muhammed Tokiş: Alçak gönüllüğünüzden böyle söylüyor olmalısınız. Aciz kul ne demek. Siz ki hem gönüller sultanısınız hem de görülen o ki Belh’in gerçek sultanı olma yolundasınız.
Bahaeddin Veled: Hayır sultanım. Biz şehirler, beldeler üstünde hüküm sürmek, mülk sahibi olmak dilemeyiz. Bizim gayemiz gönül yapmak, insanların hayırla yad ettiklerinden olmak. Günün birinde ömrümüzü tamamlayıp göçtüğümüzde geride güzellikler bırakmak isteriz hepsi o.
Muhammed Tokiş: Oysa çevreniz sevenlerinizle dolu, halk sizin için Belh’in gerçek sultanı diyor. Bir ülkeye iki sultan nasıl sığar. Birimizin tacı tahtı bırakıp gitmesi gerek öyleyse.
Bahaeddin Veled: Saltanat ateşten gömlektir sultanım, gün gelir sahibini yakar. Biz dervişiz, saltanat bize göre değil, mal mülk insana dair değildir, dünya saltanatı gelip geçicidir, biz çıkıp gideriz bu şehirden, tac da taht da askerler de sizin olsun. İstediğimiz gönüllere sultan olmak şehirlere değil, dünya saltanatı size kalsın varın eğlenin. Gönlünüz hoş olsun!
der ve ayrılmaya karar verir. Sultan çok pişman olsa da Bahaeddin Veled’i kimse ikna edemez.
Nisabur kentinde ünlü şeyh Ferîdüddîn-i Attâr hazretleri onları karşıladı. Aralarında daha yaşı küçük olan Celâleddîn’in de dinlediği konuşmalar geçti. F. Attâr , Esrarname (Sırlar Kitabı) adlı ünlü kitabını Celâleddîn’e hediye etti ve yanlarından ayrılırken küçük Celaleddin’i kastederek, yanındakilere ’bir deniz bir ırmağın ardına düşmüş gidiyor’ dedi. Bahaeddin Veled’e de, ’Umarım yakın bir gelecekte oğlunuz alem halkının gönlüne ateş verecek ve onları yakacaktır’ diye bir açıklama yaptı. (Mevlânâ Esrarname’yi her zaman yanında taşımış, Mesnevî’sinde Attâr’dan ve onun kıssalarından sık sık söz etmiştir.)
Kafile, Bağdat’ta üç gün kaldı; sonra hac için Arabistan’a yöneldi. Hac dönüşü, Şam’dan Anadolu’ya geçti ve Erzincan, Akşehir, Larende’de (günümüzde Karaman) konakladı. Bu konaklama, yedi yıl sürdü. On sekiz yaşına gelmiş olan Celalettin, Semerkandlı Lala Şerafettin’in kızı Gevher Hatun ile evlendi. Oğulları Mehmet Bahaeddin (Sultan Veled) ile Alaeddin Mehmet, Larende’de doğdular. Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat, sonunda Bahaeddin Veled’i ve Celâleddîn’i Konya’ya yerleşmeye razı etti. Onları yollarda karşıladı. Altınapa Medresesi’nde konuk etti. Başta hükümdar olmak üzere saray adamları, ordu ileri gelenleri, medreseliler ve halk, Bahaeddin Veled’e büyük bir saygıyla bağlandı ve müridi oldu. Bahaeddin Veled 1231’de Konya’da öldü ve Selçuklu Sarayı’nda gül bahçesi denilen yere defnedildi. Hükümdar yas tutarak bir hafta tahtına oturmadı. Kırk gün, imarethanelerde onun için yemek dağıtıldı.

Hz. Mevlânâ’nın Babası Sultan Veled’in Ölümünden Sonraki Dönem
Babasının vasiyeti, Selçuklu sultanının buyruğu ve Bahaeddin Veled’in müritlerinin ısrarlarıyla Celâleddîn babasının yerine geçti. Bir yıl süreyle ders, vaaz ve fetva verdi. Sonra, babasının öğrencilerinden Tebrizli Seyyid Burhaneddin Muhakkik Şems-i Tebrizî ile buluştu. Celaleddin’in oğlu Sultan Veled’in İbtidaname (Başlangıç Kitabı) adlı kitabında anlattığına göre Burhaneddin, Konya’daki bu buluşmada genç Celâleddîn’i o çağda geçerli İslam ilim dallarında sınava soktu; gösterdiği başarıdan sonra ’bilgide eşin yok; gerçekten seçkin bir ersin. Ne var ki, baban hal ehli idi; sen kal (söz) ehlisin. Kal’i bırak, onun gibi hal sahibi ol. Buna çalış, ancak o zaman onun gerçek varisi olursun, ancak o zaman Güneş gibi alemi aydınlatabilirsin’ dedi. Bu uyarıdan sonra, Celâleddîn 9 yıl boyunca Burhaneddin’e müritlik etti, seyr-û sülûk denen tarikât eğitiminden geçti. Halep ve Şam medreselerinde öğrenimini tamamladı, dönüşte eşiyle şu konuşmayı yapan Hz. Mevlana kalbini dolduracak Şemse özlem duymaktadır.
Hz Mevlânâ: Sevgili eşim kaderin bizi savurduğu diyarları görüyor musun? Belh’den çıkıp bunca diyar dolaştıktan sonra babamı kaybedip bu şehirde kaldık. İçimde dayanılmaz bir yol arzusu var, yol tozunu, rüzgârda savrulan kumları ve derin dağ geçitlerini özlüyorum.
Eşi Gevher Hatun: Efendi Allah (c.c.) bizim için yolculuk takdir etti. Oysa bu şehirde güvendeyiz. Sabretmelisin, içinde çağlayan ırmakları susturacak birileri gelecek elbet.
Hz Mevlânâ: Gevher, hangi kalabalığa girersem gireyim yalnızım, gönlümün uğultusu insanların sesini bastırıyor. İçimde tuhaf bir boşluk var. Bilinmeyen her şeyi bana aşina kılacak, her soruma cevap olacak içimdeki derin uğultuyu dindirecek birisi gelecek sanki.

Hazret-i Mevlânâ’nın Şems’e Bağlanışı ve Şemse Yolculuk
1244’te Konya’nın ünlü Şeker Tacirleri Hanı’na (Şeker Furuşan) baştan ayağa karalar giymiş bir gezgin indi. Adı Şemsettin Muhammed Tebrizî (Tebrizli Şems) idi. Yaygın inanca göre Ebubekir Selebaf adlı ümmî bir şeyhin müridi idi. Gezici bir tüccar olduğunu söylüyordu. Sonradan Hacı Bektaş Veli’nin ’Makalat’ (Sözler) adlı kitabında da anlattığına göre, bir aradığı vardı. Aradığını Konya’da bulacaktı, gönlü böyle diyordu. Yolculuk ve arayış bitmişti. Ders saatinin bitiminde İplikçi Medresesi’ne doğru yola çıktı ve Mevlânâ’yı atının üstünde danişmentleriyle birlikte gelirken buldu. Atın dizginlerini tutarak ona: ’Nedir aradığın? Önce neyi aradığını bilmelisin. Söyle bakalım ey bilginler bilgini, söyle bana, Peygamber efendimiz mi büyüktür, yoksa veli Beyâzîd mı?’
Mevlânâ, yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı: ’Bu nasıl sorudur?’ diyerek tepkisini gösterdi. ’O ki peygamberlerin sonuncusudur; O’nun yanında Beyâzîd’in sözü mü olur? Peygamberimiz büyüktür tabi ki.’
Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi: ’Öyleyse neden Peygamberimiz günde yetmiş kez istiğfar eder, seni hakkıyla bilemedim der de Beyâzîd, ’makamım yücedir, bende Allah’tan gayrisi yok’ der.’
Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı:
’Peygamber efendimiz her gün yetmiş mâkam aşıyordu. Her mâkamın yüceliğine vardığında önceki mâkam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Beyâzîd ulaştığı mâkamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı, onun için böyle konuştu.’
Şems-i Tebrizî hazretleri ise bazı kaynaklara göre bırakıp gidiyor. Hz. Mevlana ise Şems hazretlerinin sözleriyle neredeyse sarhoş oluyor zihninde hayalinde nazarlı bakışlar ve o aşkla yoğrulmuş ilhamlı sözler canlanıyordu ve ancak ’Aman Allah’ım!’ diyerek o sözlere kulak veriyordu. İşte o sözler: ’Nedir aradığın, önce neyi aradığını bilmelisin. Sorgulamayınca neye yarar insan, aşık olmayan yürek niçin vardır, aşık olmayınca yürek niçin vardır? Böcekler bile yemez, sevmeyi bilmeden öğünü. Aşktan yaratıldı alem taştan değil. Adem aşktan yaratıldı etle kandan değil.’
Bu sözlerle Şems’i aramaya çıkar ve bulur. Bazı kaynaklara göre ise Mevlana: ’Peygamber efendimiz her gün yetmiş mâkam aşıyordu. Her mâkamın yüceliğine vardığında önceki mâkam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Beyâzîd ulaştığı mâkamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı, onun için böyle konuştu.’ dedi.
Tebrizli Şems bu yorum karşısında: ’Allah, Allah’ diye haykırarak onu kucakladı. Evet, aradığı O’ydu. Kaynaklar, bu buluşmanın olduğu yeri Merace’l-Bahrayn (iki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırdı.’ Fakat biz birincil kaynakların doğruluğu üzerinden gideceğiz. Hz Mevlânâ, Şems-i Tebrizi hazretlerini gördüğü andan itibaren kimseyle görüşmek istemiyor, konuşmuyor ve Kur’ân-ı Kerim okuyarak, zikirler yaparak yalnız başına geçiriyordu.
Hz. Mevlânâ’nın eşi Gevher Hanım, oğlu Sultan Veled’e şu sözleri söylüyor: Baban günlerdir bitkin ve suskun.
Sultan Veled: Evet anne, ben de farkındayım onun için çok endişeleniyorum.
Gevher Hanım : Fakat baban Allah aşkı çekmekte, onun tüm derdi Allah’a daha yakın olmak.
Sultan Veled: Aradığı dervişin izini buldum anne, bunu ona müjdelesem iyi olacak, der ve babasına iletir.
Hz Mevlânâ: Beni ona götür oğlum, der ve ona giderler.
Orada bulunan yemekler yapan bir kişiye Şemsi sorarlar. Mevlana: ’Bir derviş baktığı her şeyi delip geçen nazarların sahibi’ der ona gitmek ister.
Soruyu cevaplayan kişi: Hoş geldiniz Konya’nın bilgini, şu Şemsi mi arıyorsunuz? Onunla ne işiniz olabilir ki, garip birisi, bütün gün odasından çıkmıyor, sürekli derin düşünceler içinde.
Hz. Mevlânâ ve oğlu, Şems hazretlerinin odasına giriyorlar. Şems-i Tebrizî hazretleri, Mevlana’ya: ’Nihayet izimi buldun, oysa senin aradığın başka bir şey’ der. Fakat Hz. Mevlana bütün bilinmezlerin kapısını kendisine onun açacağını söyler ve bütün makam, ilim ve birçok şeyi terk ettiğini söyler, böylece dostluğa kabul edilir.
Mevlânâ’nın yaşamında bu sırada büyük bir değişme oldu ve yepyeni bir kişilik, yepyeni bir görünüm ortaya çıktı. Mevlânâ artık vaazlarını, derslerini, görevlerini, zorunluluklarını, kısaca her davranışı, her eylemi terk etmişti. Her gün okuduğu kitapları bir yana bırakmış, dostlarını, talebelerini aramaz olmuştu. Konya’nın hemen her kesiminde, bu yeni duruma karşı bir itiraz, bir isyan havası esiyordu. Kimdi bu gelen derviş? Ne istiyordu? Mevlânâ ile hayranları arasına nasıl girmiş, ona bütün görevlerini nasıl unutturmuştu. Şikayetler, ayıplamalar o dereceye vardı ki, bazıları Tebrizli Şems’i ölümle bile tehdit ettiler. Olaylar böyle üzücü bir görünüm kazanınca, bir gün canı çok sıkılan Tebrizli Şems, Mevlânâ’ya Kur’ân-ı Kerim’den Kehf Suresi 78. ayet-i kerimesini okumuştur.
قَالَ هٰذَا فِرَاقُ بَيْن۪ي وَبَيْنِكَۚ سَاُنَبِّئُكَ بِتَاْو۪يلِ مَا لَمْ تَسْتَطِعْ عَلَيْهِ صَبْرًا
’İşte bu benimle senin ayrılmamız demektir. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin içyüzünü anlatacağım, dedi.’
Bu onlar için ayrılık anlamına geliyordu. Bu ayrılık gerçekleşti ve Tebrizli Şems bir gece habersizce Konya’yı terk etti (1245). Tebrizli Şems’in gidişinden son derece etkilenen Mevlânâ kimseyi görmek istememiş, kimseyi kabul etmemiş, yemeden içmeden kesilmiş, sema (Mevlevilerin yaptıkları zikir) meclislerinden, dost toplantılarından büsbütün ayağını çekmişti. Özlem ve aşk dolu gazeller söylüyor, gidebileceği her yere gönderdiği ulaklar aracılığıyla Tebrizli Şems’i aratıyordu. Müritlerin bazıları pişmanlık duyup Mevlânâ’dan özür dilerken, bazıları da Tebrizli Şems’e büsbütün kızıp kinlenmekteydiler. Hz. Mevlânâ, kendisine: ’Senin ışığından uzak kalıyoruz, aydınlanamıyoruz!’ diyenlere şu cevabı verir: ’Çok yazık, insanlar bilmiyor, güneşe pencerelerini kapadılar, kandille aydınlanmaya çalışıyorlar.’
Sonunda onun Şam’da olduğu öğrenildi. Sultan Veled ve yirmi kadar arkadaşı Tebrizli Şems’i alıp getirmek üzere acele Şam’a gittiler. Mevlânâ’nın geri dönmesi için yanıp yakardığı gazelleri ona sundular. O şiirlerinden kısaca bir tanesini belirtelim:
’Gel gel ki ayrılığınla ne akıl kaldı ne fikir.
Bi çare gönlümdeki huzur da gitti senle birlikte
Dön şu uzun seferden dön gel Allah aşkına
Özleminle yanan gönlüme yağmur ol yine’
Sultan Veled, Şemsi bir camide Kur’ân-ı Kerim okurken bulur, yanına gelir, ona seslenir. Şems-i Tebrizî Hazretleri ise şu sözleri söyler: ’Beni istemeyen insanlar mı gönderdi seni. Denize ulaşamayan damla su yolunda buharlaşır gider. Köpeklerin ulumasıyla da ay parlaklığından bir şey kaybetmez. Dünyalık insanlar da erenlerin hallerinden bir şey anlamaz.’ der.
Sultan Veled: ’Babam sizin yokluğunuzda karanlıkta kaldı, gelsin diyor gelsin, onun ışığına ihtiyacım var. Bütün kapılarıma kilit vuruldu diyor. Size ise şu yazıyı gönderdi.’ diyerek kağıdı veriyor.
Şems-i Tebrizî hazretleri yazılanı görünce oldukça duygulanıyor ve geri dönmeyi kabul ediyor. Hz Mevlânâ şunu yazmıştır. ’Dostluğun şartı kendini dost uğruna feda etmek ve dost için mücadeleye atılmaktır.’
Şems Konya’ya dönünce kısa süreli bir barış yaşandı; aleyhinde olanlar gelip özür dilediler. Ama Mevlânâ ile Tebrizli Şems yine eski düzenlerini sürdürdüler. Ancak bu durum pek fazla uzun sürmedi. Dervişler, Mevlânâ’yı Tebrizli Şems’ten uzak tutmaya çalışıyorlardı. Halk da Mevlânâ’ya Tebrizli Şems geldikten sonra ders ve vaaz vermeyi bıraktığı, sema ve raksa başladığı, fıkıh bilginlerine özgü kıyafetini değiştirip Hint alacası renginde bir hırka ve bal rengi bir külah giydiği için kızıyordu. Tebrizli Şems’e karşı birleşenler arasında bu kez Mevlânâ’nın ikinci oğlu Alaeddin Çelebi de vardı.
Sonunda sabrı tükenen Tebrizli Şems ’Bu sefer öyle bir gideceğim ki, nerede olduğumu kimse bilmeyecek’ deyip, 1247 yılında bir gün ortadan kayboldu. (Ama Eflaki onun kaybolmadığını, aralarında Mevlânâ’nın oğlu Alaeddin’in de bulunduğu bir grup tarafından öldürüldüğünü ileri sürer.) Sultan Veled’in deyişine göre Mevlânâ adeta deliye dönmüştü; ama sonunda onun geleceğinden umudunu keserek yeniden derslerine, dostlarına, işlerine döndü.
Hz. Mevlânâ bizlere yedi öğütle seslendi:
1- Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
2- Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
3- Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
4- Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
5- Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
6- Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
7- Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.