Özlenen Rehber Dergisi

161.Sayı

Editörden - 161.sayı

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 161. Sayı
Bismillâh…
Ve’l-hamdu lillâh…
Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ Rasûlillâh…
Emmâ ba’d…
Kıymetli okurlarımız!
İster müslüman ister gayr-i müslim olsun, fıtratı bozulmamış insanların arzusu, yeryüzünde adalet ve hakkaniyetin hakim olup zulüm ve haksızlığın son bulmasıdır. Bu maksada yönelik olarak kanunlar konuyor, sistemler kuruluyor ve bunlar üzerinde sürekli tartışmalar ve değişiklikler yapılıyor. Ancak tüm bu çalışmalara rağmen beşer ve onun ortaya koyduğu kanun ve sistemler bunu başaramamış, başarması da pek mümkün gözükmüyor. Aksine bu noktada gün geçtikçe keşmekeşliğin yaşandığına ve insanlık üzerinde topyekun bir ümitsizliğin hakim olduğuna şahit olmaktayız. ’Artık bu düzen değişmez, yeryüzüne adalet gelmez’ gibi sözleri çok duyuyoruz.
Kanaatimizce bu noktada esas problem, beşer ve akıl merkezli hareket edilmesidir. Zira insan sayısı kadar akıl, akıl sayısı kadar görüş ve ihtilafın olacağı muhakkaktır. Yahudi ve Hıristiyanlığın dahi semavî hitap ve peygamberlere sahip olmalarına rağmen tahrif edilmelerinden dolayı bu noktadaki boşluğu doldurması ve ümitleri yeşertmesi mümkün değildir. Zira kendi içerisinde tezatlar bulunan ve problemlerini çözemeyen bir sistemin tüm insanlığı kapsayacak bir çözüme ulaşması muhaldir.
Bu sebeple tek çare Allah’ın insanlığa reçete hükmünde sunduğu Kur’ân-ı Hakîm’dir. Nitekim bu yüce kitap, daha başında kendisinde hiçbir şüphe ve tereddüdün olmadığını, Âlemlerin Rabbi’nden inanan muttakilere hidayet rehberi olarak gönderildiğini ifade ederek başlar. (Bkz., el-Bakara, 2/2) Sonra kendisinde herhangi bir tezat olmadığı beyan eder. (Bkz., en-Nisâ, 4/82) Ki bu husus, onun hak ve Allah katından olduğunun apaçık bir delilidir. Şu halde adaletin tesisi için Kur’an ayetlerinin, Sünnet-i Seniyye’nin tefsiri ışığında bir bütün olarak ele alınması gerekmektedir.
Yıllardır süren kültür emperyalizminin, algı operasyonlarının, geri kalmışlık, cehalet ve DAEŞ gibi kötü örneklerin bir neticesi olarak ’şeriat’ kelimesini duyduklarında insanların ve hatta Müslümanların zihninde; el kesme, recim, kısas vb. hadler, cezalar canlanmakta, kalplerde insan hürriyetine baskı hissi uyanmakta olduğu bir gerçek. Halbuki şeriat, İslam’ın tüm emir ve yasaklarını, itikadî, ahlakî ve amelî öğreti ve prensiplerinin tümünü içine alır. 6 bin küsur ayet ve binlerce hadis-i şerif var. Dolayısıyla sadece birkaç tanesi değil, tümünü ele alarak bir bakış açısı ortaya koymadan Asr-ı Saadet ve sonraki dönemleri kapsayan İslam’ın 1400 küsur yıldır ikame ettiği adaleti yeniden tesis etmek mümkün olamaz.
Öncelikle insanlık ve hatta Müslümanlar, İslâm’a, Kur’an ve Sünnet’e güvenmelidir. Bugün Müslümanların çoğunluğu, yukarıda saymış olduğumuz sebepler neticesinde dinlerine olan güveni büyük ölçüde kaybettiklerinden ümitsizliğe düşmüşlerdir. Bu itibarla her şeyden evvel yeniden bu güven ve iman kuvveti sağlanmalıdır.
Şu ayet-i kerime, emirlerin ve dolayısıyla nehiylerin adaleti ikame etmek amacını güttüğünü ifade etmektedir:
’Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.’ (en-Nahl, 16/90) Buna göre emirler, ancak adaleti, iyiliği tesis için gelmiştir.
Kur’ân’ın emirlerinden birine misal verecek olursak, ayette şöyle ifade edilir:
’Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.’ (en-Nisâ, 4/58)
Şayet biz Müslümanlar bu emri yerine getirebilsek, amirinden memuruna görevleri ehil olana tevdi edebilsek, torpil ve adam kayırmanın önüne geçebilsek, adalet kısa sürede her yanı saracak, toplumda barış, huzur ve istikrar hakim olacaktır. Bu emir yerine gelmediği zaman ise ne yaparsak yapalım, kin ve nefretin, toplumsal anarşinin önüne geçmemiz mümkün değildir. Yine hakimlerin, hükümlerinde hakkaniyet ve adaleti esas almaları şarttır. Şayet kanunlar güçsüzler için varsa, cezalar sadece zayıflara uygulanıyorsa o toplumun huzura kavuşması mümkün değildir. Hz. Üsâme’nin, şerefli bir kadına uygulanacak had cezasının affı için aracı olması üzerine Efendimizin şu sert çıkışı, dinimizin adalet tesisinde ne kadar önde olduğunu gösterir:
’Sizden önceki insanları ancak (şu) helak etti: Muhakkak ki onlar, içlerinde şerefli (nüfuzlu) kimse hırsızlık ettiği zaman onu (cezasız) bırakırlardı. İçlerinde zayıf kim­se çaldığı zaman ise ona had uygularlardı. Muhammed’in canı yed(-i kudret)inde olan (Allah’a) yemin olsun ki, şayet Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık etseydi mutlaka onun elini de keserdim!’ (Buhârî, Meğâzî, 53)
Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Yeryüzünde adaleti tesis edecek potansiyel güç Kur’an ve Sünnet’te fazlasıyla mevcut. Yeter ki bizler, dinimize olan güvenimizi yitirmeyelim. Onları doğru anlayıp tatbik edelim. Ümitsizliğe düşmek bir mümin için haramdır. Bize düşen çalışmaktır. Neticeyi yaratacak olan ise ancak Allah’tır.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.