Bismillâh…
Ve’l-hamdu lillâh…
Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ Rasûlillâh…
Emmâ ba’d…
Kıymetli okurlarımız!
Ümitsizliğe kapılmayalım, ancak boş yere kendimizi de avutmayalım. Son dönemde Müslümanlar, ekonomik yönden diriliş yaşarken manen yıkımı ve hatta tedricî bir ölümü yaşıyor. Geçmişte para-hizmet, refah-cihat orantısı kuranlar, maddî yönden rahat olursak, şu makamlara gelirsek daha büyük hizmetler yaparız diyenler hayal kırıklığı yaşıyor olmalı.
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor:
Bir gün mescitte Rasûlullah’ın yanına oturdum. O, ashabından bir grupla birlikteydi. (Az sonra) yanımıza, deri parçasıyla yamanmış hırkası içerisinde Mus’âb b. Umeyr geldi. (Bir zamanlar o,) Mekke’nin en bakımlı genci ve yaşantı bakımından en müreffeh olanıydı. Nebi (s.a.v.) onu görünce, (bir zamanlar onun) içerisinde bulunduğu rahatlığı (konforu) hatırladı ve onun içerisinde bulunduğu (yokluk ve fakirlik) halini gördü. Gözleri doldu ve ağladı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.): ’Siz bugün mü, yoksa sizden birine sabah bir avuç dolusu ekmek ve et getirilip akşam da bir diğerinin getirildiği, sabah bir elbiseyle gidip, akşam bir diğeriyle gittiği, evlerinizi Kâbe’nin örtüldüğü gibi (türlü halı ve perdelerle) örttüğünüz zaman mı daha hayırlı olursunuz?’ buyurdu. (Biz): ’Bilakis biz o gün daha hayırlı oluruz. (Çünkü hayat külfetimiz karşılanmış olacak, biz de) ibadete (kulluğa) vakit ayıracağız.’ dedik. (Rasûlullah): ’Bilakis sizler, bugün daha hayırlısınız.’ buyurdu. (Ebû Ya’lâ, Müsned, c.1, s.387, h.no:242/502, Dâru’l-Me’mûni Li’t-Turâsi, Beyrut, 1990)
Bolluk içinde darlık yaşıyoruz. Bünyesinde rabbânî âlim yetişmeyen eğitim kurumları, İslam’a ve vatana faydalı olacak bireyler yetiştiremeyen aileler, fayda vermeyen nasihatler, kağıt israfı kitaplar, yapmacık işler, duygusuz ameller... Kısırlık her yanımızı sarmış durumda.
Son dönemde yükselen isim mi yoksa mana mı, suret mi yoksa hakikat mı, egolar mı yoksa İslam mı, binalar mı yoksa kalpler ve ruhlar mı oldu, bunun derinden muhasebesini yapmak zorundayız. Her ortamda mahremiyet duygusu hızla yıkılırken hayadan, İslam’ın temelini oluşturan ibadet, züht ve takva yok olurken hizmetten ve dahi ihlastan nasıl bahsedebiliriz?
İslam, bugün biz Müslümanların zannettiği gibi birkaç kelimeyi telaffuz etmekten ibaret bir din olsaydı, ne Peygamberimiz, ne Sahâbe, ne de onları takip edenler, canları, malları ve rahatlarını terk etmek suretiyle büyük bedeller ödemek durumunda kalmazdı. Bu bedeller ödendi, zira İslam bir hayat nizamıdır. Hayatın her alanına müdahale eder. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivayet olunur:
’Hevası (arzusu) getirdiğim şeylere tâbi olmadıkça hiç biriniz (kâmil manada) iman etmiş olmaz.’ (İbn-i Ebî Âsım, es-Sünne, Bâb:5, c.1, s.12, h.no:15, el-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut, 1980)
Ev ve iş hayatımıza, kılık kıyafetimize, yeme içmemize, kazancımıza, eğitim sistemimize ve kurumlarımıza bir baksak, İslâm’ı mı yoksa Batı’nın belirlediği ve nefsimizin arzuladığı şekli mi bulacağız? Kafalar ve hatta kalpler laiklikten temizlenmediği sürece İslâm’ın yeryüzüne hakim olması mümkün değil. Bugün ne yazık ki İslam’ın uygulanamayan onlarca hükmüne aldırmayan, daha da acısı bunun hiç farkında olmayan bir Müslüman güruh var. ’İslam eşittir ibadet, yardım kuruluşlarına verilen birkaç kuruş sadaka’, ’din, sadece camiye hükmeder’ anlayışı hakim.
Şehirlerimizi, oturduğumuz ve çalıştığımız binaları, hatta mezarlıklarımızı ve mezar taşlarımızı tezyin edip imar ettiğimiz kadar kalpleri ve akılları imarla meşgul olsaydık yıkılan medeniyetimiz çoktan yeniden inşa edilmiş olurdu. Evet, İslam medeniyetinin merkezinde insan vardır. Kalpler, iman hakikatleri ile imar edilmedikçe yüksek binalar, mamure mekanlar ile asla bir medeniyet inşa edilemez.
Arap şair ne güzel diyor:
لِدُوا لِلْمَوْتِ وَابْنُوا لِلْخَرَابِ
’Ölüm için doğurun, harap olup yıkılması için bina yapın.’
Evet, süslü sarayları, mükellef sofraları, devasa binaları Endülüs medeniyetini çökmekten koruyamadı. Çünkü medeniyet bina değil, insandır. Kurtların içerden kemirdiği yüce bir ağaç gibi Endülüs, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetleri; İslam’dan uzaklaşması, refah ve lüks bataklığına saplanıp cihadı terk etmesi, şahsî menfaatlerin dinî ve millî menfaatlere tercih edilmesi vb. şeklinde yaşanan kalbî çöküntüler sebebiyle bir biri ardınca yıkıldı.
Unutulmamalı ki zayıflayan, yıpranan ve sonra ölen önce ruhtur, şuurdur, kalptir, sonra devlet ve medeniyetler yıkılır. Bunun için imanımızı zinde tutmalı, hayata yansıtarak pratiğe dökmeli, onu dinin ahkamı ve adabıyla muhafaza etmeliyiz. Efendimiz (s.a.v.):
’Muhakkak ki iman, birinizin içinde eski elbisenin eski(yip yıpran)dığı gibi elbette eskir (ve yıpranır). Şu halde Allah’tan imanı kalplerinizde yenilemesini (tazelemesini) isteyin.’ (Taberânî, Kebîr, c.14, s.69, h.no:14668, Mektebetu’bni Teymiyye, Kahire) buyuruyor. Ancak bu şekilde ümmet olur, yeryüzünde yeniden hakimiyet kurar ve izzete kavuşuruz.
Editörden - 160.sayı
Özlenen Rehber Dergisi 160. Sayı
1 kişi yorum yazdı.