Özlenen Rehber Dergisi

160.Sayı

Sünnet'in Dinimizdeki Yeri

Yusuf DOĞANER Özlenen Rehber Dergisi 160. Sayı
Hamd bütün noksan sıfatlardan münezzeh, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selam âlemlere rahmet olarak gönderdiği ins ve cinnin meb’usu Rasûl-i Kibriya Efendimizin, sahabesinin, ehlibeytinin üzerine olsun.

Sünnet-i Mutahhara’nın düşmanları neyi hedefliyor?
Günümüzde ’Kur’ancılar’, ’Akılcılar’, ’Müfekkirler’ adı altında Efendimizin (s.a.v.) sünnet-i seniyyesine hücum edip Sünnet-i Mustafa’yı itibarsızlaştırma çabaları sarf edilmektedir. Bu hedef ile dinimiz İslam’ın ve şeriatın ikinci rüknü olan Sünnet’i ortadan kaldırmayı hedeflemektedirler. ’Sünnet-i Seniyye’ düşmanlığı bulunduğumuz zamanda çok yaygın olup tabiisi çok olmakla birlikte yeni bir oluşum değildir. Alimlerimiz büyük çaba sarf ederek, bu oluşum önünde bir set olmuşlardır. Ne yazık ki gerek alimlerimizin azalması, gerek alim kisvesiyle medyada propaganda yapan mürekkep cahillerin desteklenmesi sonucu geçmiş zamanda ekilen tohumlar şimdi zehirli meyve olarak Müslümanlara sunulmakta ve Müslümanlar bu meyveleri hiç düşünmeden yemektedirler.

Kendilerine ’müfekkir’ diyenler neyi tefkir ederler?
İnsanları nasıl dinden saptırırım diye düşünürler, gecelerini gündüzlerine katıp sabah akşam demeden dinde şüphe uyandıra bilecek veya beyana ihtiyaç duyacak şeyler araştırıp, Müslümanların kalplerinde şüphe tohumlarını ekip, dinden nasıl soğuturuz diye tefkir ederler. Beyana ihtiyaç duyulan eserleri alıp, Sahabe’nin, Tâbiîn alimlerin görüşünü anlatmaksızın kendi reyleriyle, ’böyle hadis mi olur?’ diyerek Müslümanların akıllarıyla adeta dalga geçercesine şüphe ettirme yolları ararlar. Yeri gelir, dinimizin tevatür yoluyla bize ulaşmasına vesile olan Sahabe-i Kiram’ı (r.anhüm) taan ederler, yeri gelir ümmetin ittifak ettiği sahih hadisleri inkar ederler.

Sahabe’yi taan etmek
Sahabe’yi taan etmek, onların en hayırlı ümmet, hakiki mümin, cennet ehli, razı olunmuş olduklarını beyan eden ve onları sevmeyi emreden Allah’ın kitabını inkar etmektir.
Ebû Zur’a şöyle demiştir: ’(Herhangi bir) kişiyi, Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından birini eksik görür (kusurlandırır) gördüğün zaman bil ki şüphesiz o zındıktır. Bu böyledir zira şüphesiz ki Rasûlullah (s.a.v.) bizim yanımızda haktır, Kur’an da haktır. Bu Kur’ân’ı ve Sünnetleri bize ancak Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabı nakletmiştir. (Sahâbe’yi taan edenler) ancak, Kitap ve Sünnet’i batıl kılmak için şahitlerimizi cerh etmek istiyorlar. Halbuki onları (Sahâbe’yi taan edenleri) cerh etmek daha evladır, zira onlar zındıklardır.’1
Sahih eserleri reddetmek
Sahih eserleri reddetmek masum ümmetin icmasını reddetmektir, nitekim Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Muhakkak ki ümmetim, dalalet üzerinde birleşmez.’2 ’Aziz ve Celil olan Allah’tan ümmetimi dalalet üzere birleştirmemesi istedim, bunu bana verdi.’3
Onlar cemaatten ve icmadan ayrılarak kendilerinin dalalette ve sapık yolda olduklarını ispat ederler.
Burada onların Sünnet üzerinde uyandırmak istedikleri iki esaslı şüpheye değinecek ve bunlara özlü bir şekilde cevap vermeye çalışacağız.

1. Şüphe:
Sünnet’ten istiğna mümkün müdür?
Zamanımızda Sünnet’ten istiğnanın mümkün olduğunu, Sünnet’e ihtiyaç olmadığını, Kur’ân’ın tek başına her şeye yettiğini ve bütün her şeyi kapsadığını iddia eden güruh ortaya çıkmıştır ki, söylediklerini: ’Biz Kitap’ta hiç bir şeyi eksik bırakmadık.’4 ayetiyle delillendirmeye çalışıyorlar. ’İslam kanunları (hükümleri) sadece Kur’ân’da geçendir, Sünnet ise Peygamberimizin zamanına ait olan ve o asrın şartlarına göre verilen hükümlerdir, bizim zamanımızda Kur’ân dışında hiç bir şeye ihtiyaç duymuyoruz.’ diye iddia ediyorlar. ’Allah Kur’ân’ı muhafaza etmiş, ama Sünnet’i muhafaza ettiğine dair bir şey söylememiştir, o halde sünnetler şüphelidir.’ diyerek insanlara iddialarını süsleyip sunmaya çalışmaktadırlar.

Reddiye:
Kur’ân-ı Kerim en fasih ve beliğ şekilde Arapça inmiştir ki; Arapça’da hakiki ve mecaz, teşbih ve temsil, kinaye ve istiare, umum ve husus ve nice belağat üslupları görürüz. Bir kelimenin umuma mı yoksa hususa mı, ondan hakikat mi yoksa mecaz mı olduğunu anlayabilmek için Sünnet’e müracaat etmemiz gerekir.

Sünnet, Kur’ân’ın beyanıdır
Nitekim Allah (c.c.) Nahl suresi 44. ayette şöyle buyurmaktadır: ’… İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.’
Bu ayette açıkça Kur’ân’ın ahkamının beyanına ihtiyaç duyulduğunu ve bu beyanın Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından yapılacağı belirtilmiştir.

Sünnet’in Kur’ân ile alakası
Sünnet’in Kur’ân-ı Kerim’in beyanı olduğunu açıkladıktan sonra, beyanın vecihlerini açıklayalım:
1. Vecih: Sünnet Kur’ân’ın destekçisidir.
Misal: Allah (c.c.) bir ayet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır: ’Allah a ibadet edin ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın…’5
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu ayeti, şu hadisi ile destekliyor: Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; bir bedevi Nebi (s.a.v.)’e geldi ve: ’Bana, öyle bir ameli işaret et ki, onu işlediğim zaman cennete gireyim!’ dedi. (Rasûlullah): ’Allah’a ibadet eder; ona hiç bir şeyi ortak koşmazsın. Farz kılınan (beş vakit) na­mazı dosdoğru kılarsın; farz kılınan zekâtı verirsin ve Ramazan (orucunu) tutarsın.’ buyurdu.6
2. Vecih: Kur’an’da varit olan mücmel kelimeleri beyan ve tefsir eder.
Misal: ’الصلاة / salât’ kelimesi Kur’ân’da tafsilî değil icmâlî olarak varit olmuştur, ne vakit, ne rekatlar, ne de nasıl kılınacağı hakkında Kur’ân’da tafsilat yoktur. İşte bu kapalı hususları Efendimiz (s.a.v.) fiiliyatıyla beyan etti ve: ’Beni namaz kılarken gördüğünüz gibi namaz kılın.’7 buyurdu.
3. Vecih: Kur’ân’da âm (genel, umumi) olan şeyin tahsisi (bir şeye has kılınması).
Misal: Miras ayetlerinde Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: ’Allah, size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder…’8
Bu ayette zikredilen miras hükmü; erkek ve kız evladı, anne-baba, küçük büyük herkesi kapsayan genel bir ayettir, nebileri ve diğer insanları ayırt etmemiştir. Efendimiz (s.a.v.) bu ayeti tahsis etmiştir ve katilin mirastan nasibinin olmadığını: ’Katil, (öldürdüğü kişiden) hiçbir şeye varis ola­maz.’9 Buyurarak ifade etmiştir. Yine ’Muhakkak ki biz, (yani) peygamberler topluluğu mirasçı olunmayız.’10 buyurarak, peygamberlerin bu ayete dahil olmadığını bildirmiştir.
4. Vecih: Müphemin (kapalının) izahı.
Kur’ân’da müphem (manası açık olmayan) lafızlar vardır. Bunları Sünnet dışında bir vesileyle anlamamız imkansızdır.
Misal: Kur’ân’da ’قرء’ kelimesi11 geçmektedir. Bu kelimenin bir manası hayız, bir diğer manası ise temizliktir.
Burada Sünnet’e baktığımızda şu hadis karşımıza çıkmaktadır:
Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Fâtıma binti Hubeyş Nebi (s.a.v.)’in yanına geldi ve: ’Yâ Rasûlallâh! Muhakkak ki ben, (devamlı) hayız olan ve temizl(ik dönemine er)emeyen bir kadınım. Namazı terk edeyim mi?’ dedi. Bunun üzerine (Rasûlullah): ’(Mutat olan) hayız günlerinde namazı bı­rak. (Bu hayız günleri bittikten) sonra kan hasırın üzerine damlasa dahi guslet ve namaz kıl.’ buyurdu. Başkası Vekî’den rivayetle (Rasûlullâh’ın şöyle) dedi(ğini nakletti): ’Ve her namaz (vakti girdiğinde) abdest al.’12
Bu hadiste ’قرء’ kelimesinin çoğulu ile ’أَيَّامَ أَقْرَائِكِ’ ifadesi geçmektedir. Namazların sadece hayızlıyken terk edildiğini düşünürsek, bu kelimenin kadınlardaki hayız/aybaşı halini ifade ettiğini anlamış oluruz.

Efendimize (s.a.v.) ittibanın, itticahın ve muhabbetin vacip olması:
Bu hususu Allah (c.c.) ayetlerinde, Efendimiz (s.a.v.) hadis-i şeriflerinde beyan etmişlerdir. Bu muhabbetin manası, sadece akli olarak Efendimizin (s.a.v.) son peygamber olduğuna itikat etmek değildir, bilakis bunun çok fevkindedir, yani sevmek, hayatını Peygamber Efendimize göre şekillendirmek, sünnetlerine sımsıkı sarılmaktır. Bu ise ancak şu beş şey ile olur:
1. Efendimize (s.a.v.) iman etmek
2. Ona itaat etmek
3. İhtiram ve tazim etmek
4. Sevmek
5. Efendimize (s.a.v.) karşı edebi muhafaza etmek
Şimdi bunları kısaca açalım:

1. Efendimize (s.a.v.) iman etmek.
Efendimize (s.a.v.) imanın zaruri olduğunu Kur’ân’da Allah (c.c.) şöyle beyan eder:
’Artık siz Allah’a, peygamberine ve indirdiğimiz nûra (Kur’an’a) iman edin. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.’13
’Allah’a ve Rasûlüne iman edin…’14
Efendimize (s.a.v.) iman ne demektir?
Onu tasdik etmek ve getirdiklerini şeksiz şüphesiz kabul etmektir. Efendimize iman etmek vaciptir, O’nsuz İslam sahih olmaz. Sözler fiillere, dil kalbe tâbidir. Kalp ile tasdik edip dil ile ikrarı cem ettiğimiz takdirde imanımız sahih bir iman olur.

2. Ona itaat etmek
Allah (c.c.) müminlere, Efendimizin emirlerini yerine getirip nehiy ettiklerini terk etmek konusunda emir buyurmuştur.
Nitekim O, bir ayet-i kerimesinde: ’Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin…’15 buyurmaktadır.
Efendimiz (s.a.v.) de: ’Her kim bana itaat ederse, muhakkak ki Allah’a itaat etmiştir. Her kim de bana isyan ederse, muhakkak ki Allah’a isyan etmiştir.’16 buyurmuştur.
İttibanın vacip oluşu:
Allah (c.c.): ’De ki: ’Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafûrdur, Rahimdir.’17
İttiba ancak Efendimizin sünnetlerine sarılmamız, kendimize O’nu örnek almamız, gerek fiili gerek kavli nehiylerinden kaçınmamız ile olur.
Allah (c.c.) ittibanın mükafatını ayet-i kerimelerde açıkladığı gibi, muhalif olanların hallerini de şu ayet ile bizlere bildirmiştir: ’Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.’18

3. İhtiram ve tazim etmek
Allah (c.c.) şu ayetiyle Efendimize hürmet ve tazimi emretmiştir:
’(Ey Muhammed!) Şüphesiz biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ey insanlar! Allah’a ve Peygamberine inanasınız, ona yardım edesiniz, ona saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tespih edesiniz diye (Peygamber’i gönderdik.)’19

4. Sevmek
Efendimize karşı muhabbetin zaruretini, sadık bir Müslüman’ın Efendimizin sevgisinden tesirlenmesi ve tüm dünya işini buna göre şekillendirmesi gerektiğini Allah (c.c.) bize şu ayeti ile açıklamıştır: ’De ki: ’Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.’20
Bu ayet-i kerime, Peygamberimizi sevmenin zaruret olduğunu ispat için yeterlidir.
Sahih hadiste Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: ’(Ben) kendisine; (anne ve) babasından, çocuk(lar)ından ve tüm insanlardan daha sevgili olmadığım sürece hiç biriniz (kâmil manada) iman etmiş olmaz.’21
İnsanlar sevginin hakikatinden konuşurlar, sevginin hakikati konuşmakla olmaz, seven sevdiğine benzer, sevdiğinin yolundan gider. Sevgin sadık ise itaat edersin, muhakkak ki seven sevdiğine mutidir.
Sevginin tercümesini bize en iyi Sahabe efendilerimiz ve Selef-i Salihin yapmıştır. Nitekim onlar sevgilerini Efendimize (s.a.v.) her sözüne uymak ve her fiilini taklit etmek suretiyle ispat etmişlerdir. Ebû Bekr (r.a.) şöyle demiştir: ’Rasûlullah’ın (s.a.v) yapıyor olduğu hiçbir şeyi terk edici değilim. Mutlaka onu yaparım. Zira ben, O’nun emrinden (işinden) bir şey terk edersem (haktan) sapacağımdan (kayacağımdan) korkarım.’22
İşte hakiki iman ve sevgi bu anlayış üzere yaşayabilmektedir.

2. Şüphe:
Nakil bakımından Sünnet’in sabit olmaması.
1. Şüphecilerin ’hadisler ya sahihtir ya da mevzudur’ demesi.
Bunu demekle ’hangisinin sahih hangisinin mevzu olduğunu bilemeyiz, o yüzden itibar edemeyiz’ demek istiyorlar. Bu tıpkı kişinin: ’Namaz kılanların vay haline…’23 ayetini okuyup susması ve devam etmemesi gibidir. Halbuki devamında Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: ’Onlar namazlarını ciddiye almazlar.’ Buna göre sadece 4. ayeti okuyup sussak mana ’namaz kılana azap edilir’ olur. Halbuki burada anlatılan ’namazında gaflet içinde olanlara azap vardır’ şeklindedir ve iki mana arasında dağlar kadar fark vardır.
Aynı şekilde ’Sünnet’te sahih ve mevzu hadisler vardır.’ deyip susan, Sünnet’te sahih ve mevzu hadisler birbirine karışmış demek istiyor. Bu büyük bir yanlıştır, asıl olan şudur: Sahih ve mevzu hadisler vardır, sahih hadisler malumdur, mevzu hadisler de malumdur. Diğer türlü, hadisleri ve ravileri araştıran, dirayet ve rivayet ilimleriyle iştigal edip ömrünü bu ilimlere veren alimlerimizin emeğine saygısızlık etmiş oluruz ve o büyük zatlara iftira atmış oluruz.
2. Şüphecilerin ’Sünnet haber-i âhâddır, zan ifade eder, huccet kabul edilemez.’ demeleri.
Bu cümle de yanlış ifade edilmiş cümledir. Her sünnet âhâd haber değildir, nesilden nesile tevatür sayısına ulaşan ravilerle gelen nice sünnetler vardır.
Ayrıca Sünnet olarak gelen rivayetler, muhaddislerin titizlikle yaptıkları çalışmalar sonucu konulan kaideler çerçevesinde nakledilmiş, o sözün Peygamberimizden geldiğine dair şüpheye mecal bırakılmamıştır.
İlim yoksullarının ifadelerini okuduğumuzda, ne kadar cahil olduklarını, hata üzerine hata yaptıklarını daha iyi anlamaktayız. ’Haber-i âhâd zan içerir’ demeleri ve ’zan olduğu zaman hüccet olarak kabul edilemez’ sözlerini ele aldığımızda, daha ’zan’dan kast edilenin ne olduğunu anlamadıklarını görmekteyiz. Onlar ’zan’ kelimesini şüphe ile tefsir ediyorlar. Halbuki hiç bir ilim ehli bu kelimeyi böyle tefsir etmemiştir. Muhaddislerimiz ’zan’ ifadesiyle yakinî ilimden daha alt bir mertebe olan ilmi kast etmişlerdir.
Sonuç olarak, İslam, onların ’ âhâd’ diye isimlendirdikleri habere itibar ediyor, muhaddisler tarafından konulan şartlara uyması takdirde, hüccet olarak kabul ediliyor. Nitekim Müslümanlar ’Haber-i âhâd’ ile ihticac ederler ve o sünnetlerle amel ederler.

(Endnotes)
1 el-Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye Fî İlmi’r-Rivâye, s.49, Dâiratu’l-Meârifi’l-Osmâniyye, Haydarabad, h.1357.
2 İbn-i Mâce, Fiten, 8.
3 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.45, s.200, h.no:27224, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997.
4 el-En’âm, 6/38.
5 en-Nisâ, 4/36.
6 Buhârî, Zekât, 1.
7 Buhârî, Ezân, 18.
8 en-Nisâ, 4/11.
9 Ebû Dâvûd, Diyât, 20.
10 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.16, s.47, h.no:9972, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997; Buhârî, Fardu’l-Humus, 1.
11 Bkz., el-Bakara, 2/228.
12 Dârakutnî, Sünen, Kitâbu’l-Hayz, c.1, s.394, h.no:822, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 2004.
13 et-Teğâbun, 64/8.
14 el-Hadîd, 57/7.
15 en-Nisâ, 4/59.
16 Buhârî, Ahkâm, 1.
17 Âl-i İmrân, 3/31.
18 en-Nûr, 24/63.
19 el-Feth, 48/8-9.
20 et-Tevbe, 9/24.
21 Buhârî, Îmân, 8.
22 Buhârî, Fardu’l-Humus, 1.
23 el-Mâûn, 107/4.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.