Giriş
Camiler, biz Müslümanların hayatı boyunca merkezî konumda olup hem mabedi hem de mektebi olan yapılardır. Bu yapılar tarih boyunca insanımızın yetişmesi ve olgunlaşmasında büyük görevler üstlenmişlerdir.
Camiler, müslümanca yaşayabilmemiz için nasıl ki bir merkez ise İslam medeniyetinin inşasında da bizi biz yapan eğitim sistemimizin bir merkezidir. Camilerimizi bütün fonksiyonlarıyla ele aldığımız zaman, kadın erkek demeden her yaş grubuna hitap eden bir hizmet ekseninin olduğunu görmekteyiz.
Camilerimizde hem teori hem de pratik açıdan İslam medeniyetinin inşası söz konusudur. Çünkü Müslümanları doyurucu bilgilerle donatmakla beraber her daim kulluğa yönelten bir hizmet ağı da bulunmaktadır. Ayet-i kerimede: ’Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekatı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.’1 buyrularak medeniyetimizin imarında camilerin konumuna işaret edilmektedir.
İmardan maksat, müslümanca yaşamı inşa etmektir. İçerisini kullukla mamur edebilmektir. Bu hizmette koşturabilecek talebeler okutmak, onları ümmete ilmî ve fikrî derecede üstat makamına çıkarabilmektir. Nesli eğitip millî-manevî ruh ve şuuruyla donatmaktır. Öğretip öğretilenlerle eğitmektir. Dini, canı, aklı, nesli ve malı muhafaza edebilecek ve bu değerlere hizmet edebilecek şuurlu Müslümanlar yetiştirmektir.
İbn-i Abbâs (r.anhümâ): ’Mescitler yeryüzünde Allah’ın evleridir. Gökyüzünün yıldızları yer ehlini aydınlattığı gibi (onlar da) gök ehlini aydınlatır.’2 diyerek camilerin, medeniyetimizin inşasında ve hayat nizamımız olan müslümanca yaşantımızda, içerisinde adeta ilim irfan ve hikmetin harmanlanıp nur saçan bir kandil olduğunu bizlere bildirmektedir. İşte bu şuurla bu uhrevî ortamları değerlendirebilmeliyiz. Her bir önemine sahip olmalı ve yaşantımız boyunca bu önemlere hayat hakkı sunmalıyız. Bu nedenledir ki camilerimizi çok iyi okuyabilmeli, anlayabilmeli ve değerlendirebilmeliyiz. Derdimiz ve yazıdan maksadımız da bu noktaya hem dikkat çekmek hem de bu manada bir ışık yakalayabilmektir. Çünkü camiler hem yapı ve mimarî hem de simgelediği mana itibariyle bizlere ulaştırmak, vermek ve anlatmak istediği mesajlarla dopdoludur. Bundan dolayı ’cami müessesesi’ İslam medeniyetimizi inşa ve imar eden müesseselerin başında gelmektedir. Tohumdur. Merkezdir.
Camilerin Tarihçesi
İlk başta ’mescid ve cami’ kavramlarını açıklayalım. Efendimiz zamanında bugün bizlerin ’cami’ diye tabir ettiği kavram ’mescit’ olarak kullanılmaktaydı. Mescid-i Haram, Mescid-i Aksâ ve Mescid-i Nebî örneklerinde gördüğümüz gibi. Ülkeler fethedilip büyük şehirler kurulunca halkın çoğunluğuna göre büyük mescitler inşa edilmeye başlanmıştır. Bu mescitlereyse ’cami’ denilmiştir. Yani cami çok sonraları söylenmeye başlanmıştır.
Mescid: Secde edilen yer, namazgâh manasında cami yerine kullanılan namaz yeri. Aşırı saygı göstermek, alnı yere koymak, baş eğmek, eğilmek anlamlarına gelen ’sücûd’ masdarından yer ismi. Çoğulu ’mesâcid’.
Cami: Mescitlerin büyüğüne ’cami’ denir. Çoğulu ’cevâmi’dir. Cami; toplayan toplayıcı demektir. Beş vakit namazda cuma ve bayram namazlarında mü’minleri bir araya topladığı için bu isim verilmiştir. İbadet edilen yer, tapınak anlamında ’ma’bed’ ve çoğulu ’meâbid’ de kullanılır. Türkler Anadolu’da, ibadethanelerin büyük yapıda olanlarına ’cami’ küçüklerine ise ’mescit’ adını vermişlerdir.
Cami, en öz tabirle cem eden ve toplayan manasına gelir. Bu toplama işleminde muhatap Müslümanlardır. İnananları bir araya getirmesi, birlik ve beraberlik ruhuyla bir toplum, daha geniş manasıyla ’ümmet’ oluşturmaya çalışmasıdır. İslamiyet’in emirlerini, tavsiyelerini, yasaklarını ve hikmetlerini vaaz ederek ’müslümanca yaşamı’ hayata hâkim kılmayı amaç edinmesidir. Böyle bir çalışma ve amacı ilk olarak Efendimiz (s.a.v.) zamanında görmekteyiz. Yani Dâru’l-Erkâm’da.
Dâru’l-Erkâm, aslında günümüz camilerinin işlem fonksiyonlarının ilk işlendiği ya da uygulandığı bir öneme sahiptir. Birlik ve beraberliği vurgulamakla birlikte irşat ve tebliğ vazifeleriyle tevhidin de temelleri atılmaktaydı. Dâru’l-Erkâm; mücadelenin, hizmetin ve zorluğunun Dâru’n-Nedve’lere karşı Hakk’ın simgesi durumundaydı. Günümüz cemaat, cemiyet ve tarikatlarının hizmet ekseni ele alınınca aslında bu oluşumların her birinin Dâru’l-Erkâm’ın birer şubesi olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek.
Asr-ı Saadet’in ilk zamanlarında Ashab’ın kendi evlerini mescit olarak kullanması yanında, Müslümanları cem edebilen ilk merkez Dâru’l-Erkâm olmuştur. Dâru’l-Erkâm hicrete kadar bu kutlu görevi üstlenmiştir. Hazret-i Nebi (s.a.v.), hicret yolculuğu esnasında Ranuna Vadisi’ne geldiği esnada Cuma namazının farz kılınmasıyla birlikte burada ilk Cuma namazını kılmış ve kıldırmıştır. Bununla birlikte Kuba’da Kuba Mescidi inşa edilmiştir. Bu mescit, İslam tarihinde yapılan ilk mescit olma özelliğine de sahiptir.
Ulaştığı ’Yesrib’ ilini kutlu Medine şehrine çeviren Hazret-i Nebiyyi Muhterem (s.a.v.) burada ilk iş olarak bir mescit inşasına başladı. Çünkü ’devletleşme’ aşamasında olan bir davanın merkezi ve idaresi bu mescitten olacaktı. Bundan dolayı ilk iş bu mescidin inşası oldu.
Yapımı tamamlanan mescit, ’Peygamber Mescidi’ manasına gelen ’Mescid-i Nebevî’ ismini aldı. Bu mescit, Hazret-i Nebiyyi Muhterem (s.a.v.) zamanında çok amaçlı kullanıldı: İbadet, devlet idaresi, talebe okutmak, gelen misafirleri ağırlamak, mahkeme vb. gibi bir çok amaca hizmet vermekteydi. Bu da hayatın imar ve inşasında caminin ne kadar büyük bir görevinin ve hizmetinin olduğunu bizlere tüm detaylarıyla göstermektedir.
Gerek Dâru’l-Erkâm ve gerekse Mescid-i Nebevî, Asr-ı Saadet zamanında çok amaçlı kullanılmıştır. Bir çok hizmete ev sahipliği yapmıştır. İslamiyet’in sadırlara işlenmesi için inşa eylemlerinde ilki yaşamıştır. Bu yaşanmışlıklar da daha sonraki cami kültürlerinde devam ettirilmeye çalışılmıştır.
Hazret-i Nebiyyi Muhterem’in (s.a.v.) Mescid-i Nebevî’yi yaptırması daha sonraki zamanlara adeta bir örnek davranış olarak kalmıştır. Yani demek istediğim mevzuu fethedilen bir yer, mekân ve şehir alındıktan sonra ilk olarak bir mescit yani cami inşa edilmesiydi. Alınan bu toprakların, artık İslam beldesi olduğunun ezan sesleriyle ilan edilmesiydi. Bu işlem ’cami’ yapımını teşvik etmiş ve bir çok cami, medeniyetimize kısmen de olsa bu şekilde kazandırılmıştır: Lahor’daki Badşahi Camii, Nijer’deki Cenne Camii, Kurtuba Camii, Şam Ümeyye Ulu Camii, Selçuklu Ulu Camileri, Süleymaniye, Selimiye ve Sultan Ahmet Camileri vb. gibi bir çok cami bu ruhla hayat bulmuştur.
Dikkat edilirse büyük camilerimiz, bünyesinde birçok müesseseye ev sahipliği yapmıştır. Mesela aşhaneler, şifahaneler, medreseler, misafirhaneler, hanlar, hamamlar, tekke ve zaviyeler gibi. Bu tür müesseseleri bünyesinde toplayabilen ’cami’, halka hizmet Hakk’a hizmet düsturuyla hareket etmiş ve bu hizmet ekseniyle de medeniyetimizin imar ve inşasında önemli motif desenlerine neden olmuştur. Ayrıca ilim irfan halkaları kurarak vermiş olduğu eğitim de cabasıdır.
Camilerin Mimarî Gelişimi
Kuba Mescidi ve Mescid-i Nebevî, mimarî özellikleriyle sade bir yapı şeklindeydi. İlk zaman camileri bu sade imar şekliyle inşa edilmeye devam etmiştir. Zamanla yeni coğrafyaların fethedilmesi ve İslam’la şereflenen farklı dil, renk, kültür ve medeniyetteki insanların kültürel tesirleri, coğrafî şartları, malzemenin farklılığı ve zengin imkânların da etkisiyle cami mimarisi günden güne gelişerek bir üslûp, ekol ve kimlik kazanmaya başlamıştır. İran, Afrika, Asya, Anadolu ve Endülüs gibi medeniyetlere ev sahipliği yapmış coğrafyaların İslam’la tanışmasından sonra buralardaki kültürel tesirle birlikte daima gelişme gösteren cami mimarisi, Selçukluklarda Ulu Camiler ve akabindeki Osmanlı Cihan Devleti camileriyle adeta şaha kalkmış ve Mimar Sinan eliyle ’Süleymaniye Camii’ cami mimarisinde zirveyi yakalayabilmiştir.
İşte bu estetik anlayışı, bizlerde ve medeniyetimizin gelişmesinde büyük bir yer ve önem teşkil etmiştir. Özellikle de cami yapımlarında sanat ruhlu estetik anlayışın usta bir mimar vasıtasıyla nasıl da şahesere dönüştüğünü yıllara direnen Selatin Camilerimizde müşahede edebiliyoruz.
Üç Büyük Mescit
Şunu belirtmekte fayda var ki: üç büyük mescidin ilki ’Mescid-i Haram’ yani Kâbe, ikincisi ’Mescid-i Aksâ’, üçüncüsü ’Mescid-i Nebevî’dir. Bu üç mescit Müslümanlar için üç büyük değerdir. Buhârî’de geçen bir hadis-i şerifte Nebiyyi Muhterem (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: ’(İbadet maksadıyla özel olarak) ancak (şu) üç mescide doğru devenin semeri(, yükü vb.) bağlanır (yani yolculuk edilir): Mescid-i Harâm, Rasûl(ullah) (s.a.v.)’in mescidi ve Mescid-i Aksâ.’3
Mescid-i Haram’ın inşası ilk olarak Hazret-i Âdem (a.s.) tarafından yapılmıştır. Zamanla yıkılıp tahrip olmasıyla Hazret-i İbrahim (a.s.) oğlu Hazret-i İsmail (a.s.) ile birlikte yeniden inşa etmiştir. Bir hadis-i şerifte: ’Mescidimde (yani Mescid-i Nebevî’de kılınan) bir namaz, Mescid-i Haram hariç onun dışındaki (yer)lerde (kılınan) bin namazdan daha hayırlıdır. Mescid-i Haram’da (kılınan) bir namaz da onun dışındaki (yer)lerde (kılınan) yüz bin namazdan daha hayırlıdır.’4 buyrulmuştur.
Mescid-i Haram’dan epeyce sonra Mescid-i Aksâ inşa edilmiştir. İlk olarak Hazret-i Dâvûd (a.s.) peygamberin inşasına başlayıp oğlu Hazret-i Süleyman (a.s.) peygamberin tamamladığı kaynaklarda geçmektedir. Müslümanların ilk kıblesi olma özelliğine de sahip olan bu mescit, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık için önemlidir. Hazret-i Ömer (r.a.) efendimizin 636 yılında Kudüs’ü fethetmesiyle birlikte Müslümanların olan bu mescit, 1099 yılı ilk haçlı birliklerinin istilasıyla elden çıkmıştır. Ta ki 1187’de büyük komutan Selahaddin Eyyûbî tarafından bir cuma ve Miraç Gecesi geri alınana kadar. Daha sonra ise halkın zalim ve baskıcı Memlük valilerinden bıkıp da zamanın süper devleti olan Devlet-i Aliyyeyi Osmaniye sultanı Yavuz Sultan Selim Han’a gönderdikleri yardım mektupları ve kendisinden imdat beklediklerini belirtmeleri neticesinde 1516 Mercidabık Seferi’nde zamanın valisi tarafından şehrin anahtarları teslim alınmıştır.
Bu tarihten itibaren yönetimimizde bulunan ’Kudüs’ şehri ta Birinci Cihan Harbi’ne dek sakin ve refah içerisinde, kan ve gözyaşından uzak bir hayat yaşamaktaydı. Ne zaman ki şerli odaklar Ortadoğu coğrafyasında at koşturmaya başladılar, işte o zaman türlü entrikalar neticesinde şanlı askerimiz bu topraklardan geri çekilmek zorunda kaldı. O coğrafyada o gün bu gündür kan ve gözyaşı eksik olmamaktadır.
Mescid-i Nebevî ise yeryüzünde Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksâ’dan sonra en kıymetli mescittir. Hazret-i Nebiyyi Muhterem (s.a.v.) tarafından hicretten hemen sonra 622-623 yıllarında bizzat kendisinin de çalışmalara iştirak eylemesiyle yapılmıştır. Üç bölümden oluşmaktadır. Mescit bölümü, suffa bölümü ve Efendimizin odalarından oluşan hane bölümüdür. Zamanla tadilat ya da genişletme çalışmaları da olmuştur.
Camilerin Fonksiyonları
Camilerimizin, Asr-ı Saadet’ten günümüze kadar birçok misyona ev sahipliği yaptığını söylemiştik. Günümüzdeyse bu ev sahipliklerinin bir çoğundan sıyrılıp sadece ’mabet’ ve ’mektep’ hizmeti görmektedir. Bu hizmet ’iyidir’ veya ’kötüdür’ diye tartışılabilir ama neticede günümüz camilerinde bugün bu işlev mevcuttur.
Camiler, minare, minber, mihrap ve kürsü unsurlarıyla ’mabet ve mektep’ olma özelliğini kazanmıştır. Tabir yerindeyse caminin bünyesinde olan bu dört unsur, (minber-mihrap-kürsü-minare) insanımıza ve medeniyetimize mabetlik ve mekteplik hizmetinde bulunmaktadırlar. Bu dört işçi, görevleriyle birlikte ele alındığı zaman:
Minare, İslam gibi bir kurtuluşa çağırmaktadır. Saadetin ve kurtuluşun bu İslam çağrısında olduğunu ilan etmektedir. Sözcülük yapmaktadır.
Minber’in hutbelerinde, her daim bir dirilişe ve milli-manevi varoluşa sebep olan muştusunu yani müjdesini görmekteyiz. Haftalık ve bayram hutbelerinde daima canlı ve uyanık olmayı haykıran kısa ve öz anlatımlara hâkim üslubu gözden kaçmamaktadır.
Mihrap, namaza durulduğu vakit bütün zerrelerce kulluğa yönelmenin ve ilahi huzura varmanın kanıtı olmaktadır. Mihrap secde demektir. Secde de aferini kazanma makamıdır.
Kürsü ise, her an ilim, irfan ve hikmet soluklu bir müderris ve muallimdir. Aynı zamanda kürsü öğretir ve öğrettikleriyle de eğitir.
İşte böyle ’dört önemli mabet ve mektep işcisi’ne sahip olan cami, medeniyetimizin imar ve inşasında ve insanlığın İslamiyet’le yoğrulmasında ’müslümanca yaşamı’ hâkim kılmak için bir mekteptir. Ve aynı zamanda öğrettiklerini de eğitimle hayata tatbik ettirerek ’mabet’ olduğunu izhar etmektedir. Ama unutulmamalıdır ki camilerin asıl maksadı, topluca ibadet etmek için inşa edilmiş olmalarıdır. Genelde bu itibarla meşruiyet kazanmıştır. Topluca ibadete teşvik eden dinimiz her renkten ve sınıftan insanın aynı saf çizgisinde ve omuz omuza ibadet etmelerini sağlayarak, sosyal dayanışmanın önemine vurgu yapmaktadır. İşte bu dayanışmayla öğrenilenlerin, eğitim ve ibadetle sadırlara işlenmesi sağlanmaktadır. Bu hâl de kişiliklerin, İslamiyet’in ruhu ve şuuruyla oluşmasına çok büyük katkı sağlamaktadır. ’Mabet’ olurken ’mektep’ olması da bu yüzdendir.
Ayrıca ilim-irfana çok büyük önem veren dinimiz, bu alanda hizmetini camiler vasıtasıyla gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bundan dolayıdır ki camilerimiz adeta bir ilim ve kültür merkezi haline getirilmiştir.
Cami Adabı
Yüce Rabbimiz ayet-i kerimesinde buyurmaktadır ki: ’Ey Ademoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin).’5 Ziynetten maksat güzel giyimdir.
Bu ayetten edep de anlaşılabilir. Edepten maksat, hem cami gibi bir müesseseye saygı hem de ibadet esnasında ve diğer zamanlarda dahil cemaate rahatsızlık verilmemesi hususudur. Bu edep kısmını da Hazret-i Nebiyyi Muhterem (s.a.v.) efendimizden öğrenmekteyiz. Mesela mümkün mertebe konuşmamak, ihtiyaç hasıl olursa yüksek sesle konuşmamak, rahatsız edici durumlardan kaçınmak, dikkat dağıtıcı tavırlar sergilememek, saf düzenini bozmamak, uyuklama esneme gibi davranışlardan kaçınmak, rahatsız edici kokulardan kaçınmak, temizliğe özellikle dikkat etmek vb.
Soğan ve sarımsak helal olup sağlığa da çok faydalı olmalarına rağmen camilere gelirken sırf kokusundan dolayı yasaklanmıştır. Ayrıca sigara içip de cami kapılarına varmak, bu yapılara ve temsil ettiği manaya karşı yapılan en büyük haksızlık ve saygısızlık olsa gerek. Ki artık sigaranın hükmü de apaçık belli olmuşken...
Hazret-i Nebiyyi Muhterem (s.a.v.) Efendimiz, mescitlere girerken sağ ayağı ile girer sol ayağıyla da çıkardı. Girerken ve çıkarken dua ederdi. Cami içerisinde sıkça misvak kullanırdı. Açık renkte, temiz ve yeni elbise giyerdi. Mescitlere girildiğinde –kerahet vakti değilse- iki rekat ’tahiyyetü’l-mescid’ namazı kılmak da Hz. Peygamber’in sünnetindendir.
Netice
Netice itibariyle camilerimiz bizlerin asla boş geçemeyeceği uhrevî mekânlardır. Bu yüzden geliniz, bu kutlu mekânın ilahi mesajına kulak vererek camilerimizi hayatımızın merkezine alıp cami odaklı bir medeniyeti inşa edelim. Ve ayrıca cami merkezli bir eğitimi de kendimize ve neslimize şiar edinelim. Sistemlerimizi, cami ve temsil ettiği dava çerçevesinde ikame edelim. Sadece ’mabet’ olarak yetinmeyip ’mektep’ olarak da dolu dolu yaşamaya çalışalım.
Camilerimizin medeniyetimizi şekillendirmede ve insanlığı topluca iki cihan saadet ve kurtuluşuna davette ne kadar büyük bir önem arz ettiğinin şuurunda olalım. Ve bu ruh ve şuurla camilerimizi dolduralım. Ne olur özellikle ilahi nazargâha mazhar olmuş bu güzelim mekânları mahzun, mağdur, yalnız ve garip bırakmayalım.
İşte bu derece bizleri kuşatan ve medeniyetimizin inşasında da mühim bir konuma sahip olan camilerimiz kadar, bu camilerde görevleri ’hizmet’ olan, kendilerini de camilerde ’hizmet eri ve din görevlisi gönüllüleri’ olarak bilen ve camilerimizi bu derece bir ilim irfan yuvası haline getiren: imam, müezzin, vaiz ve müftülerimizi de unutmamak gerekir. Görevlerinin ağır bir mesuliyeti olması hasebiyle Rabb-i Rahman indinde mükafatlarının da büyük olacağı ümidindeyim. Ve mesleklerinin de bir peygamber mesleği olduğu şuuruyla kendilerine saygı, hürmet ve başarılar diliyorum.
Özellikle imam kardeşimden görevinin şuurunda olmasını, müezzin kardeşimin 18 sene yasaklı kalan ezanımın acısını hissederek okumasını, vaiz kardeşimin Nebi’nin ayakları altında ağlayan kütük misali kürsüleri ağlatabilmesini ve müftü efendinin de sisli ve kirli bir zamanda sağlam ve yerini bulan fetvalar vermesini istirham ederek, dört kutlu işçinin imar ve inşa işlerinde camiye yardımcı olacaklarını ümit ediyorum.
Son söz olarak kıyam, kıraat, secde ve dualarımıza şahitlik edecek olan bu kutlu yerlerde ümmetin selameti için dualarda buluşalım. Asrımızın zalim ve firavunlarına karşı namaz saflarında kıyam edelim.
Kardeşlerim! Geliniz hep birlikte Rabb-i Rahman’ın ipine yani İslam’a sımsıkı sarılıp parçalanmayalım. Ayrılmayalım. Kopmayalım. Dağılmayalım. Küresel çarklara yem olmayalım. Ve Rabb-i Rahman’ın üzerimizdeki nimetini düşünelim...
Kardeşlerim! Geliniz, Nebiyyi Muhterem (s.a.v.) efendimizin: ’Cemaat rahmettir, ayrılık ise azaptır.6 Allah’ın yed(-i kudret)i (yani hıfzı, yardımı) de cemaatle beraberdir. Her kim (cemaatten) ayrılırsa Cehenneme ayrılmış olur.’7 buyruğunu, İslâm dininin bir toplum dini olduğu ve Müslümanların bu dini aynı amaç ve gayeyle; birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhu içerisinde yaşamaları gerektiği şeklinde anlayıp kavrayıp yaşayarak bunu hayat düstûru edinelim...
Kardeşlerim! Şu köhne dünyanın yıkıcı insanları, ayrı ayrı fikirler taşıdıkları için şeytani güçler, Müslümanlar arasına tefrika sokmaya çalışmaktadırlar. Müslüman’ı Müslüman’la karşı karşıya getirmek için, menfaat odakları meydana getirmektedirler. Bu tuzaklara düşen Müslümanlar ise kendilerinden başka İslâmî cemaatleri kötülemekte, İslâm’ın birlik, beraberlik ve kardeşlik mesajlarına sırt çevirmektedirler...
Kardeşlerim! Bugünün İslâm dünyası, böyle bananeci ve paramparça bir şekilde ise; Kur’ân’ın ve hadislerin bu birlik çağrılarına kulak vermediklerindendir. Bu durumu iyi değerlendiren ve silah olarak kullanan İslâm düşmanları, zafiyete düşmüş Müslümanlar arasında kendi hakimiyetlerini kolay bir şekilde kurmaktadırlar. Küfür politikası; ’Böl, parçala, yut’ sistemiyle, Müslümanlar arasına tefrika sokarak, Müslümanları bölme; İslâm cemaatçiliğini parçalama ve parçaladıklarını yutarak sindirme operasyonları düzenlemektedirler...
Top yekun olarak tüm bunlara alet olmamak için, bu duruma dikkatinizi çeker ve sizlere: ’Mü’minler ancak kardeştirler’ camii merkezli bir çağrıda bulunarak Rabb-i Rahman’dan, tüm İslâm düşmanlarına karşı, biz Müslümanlara birlik, beraberlik ve kardeşlik duygusu ve İslâmî cemaat şuuru vermesini niyaz ederim...
(Endnotes)
1 et-Tevbe, 9/18.
2 Taberânî, Kebîr, c.10, s.319, h.no:10608, Mektebetu’bni Teymiyye, Kahire.
3 Buhârî, Fadlu’s-Salât, 1.
4 İbn-i Mâce, İkâmetu’s-Salâti Ve’s-Sünneti Fîhâ, 195.
5 el-A’râf, 7/31.
6 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.30, s.390, h.no:18449, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997.
7 Tirmizî, Fiten, 7.
İslamî Müesseseler 'Camiler'
Özlenen Rehber Dergisi 160. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.