’Göklerin ve yerin ve onlarda yaydığı her hareketli mahlûkun yaratılışı O’nun delillerindendir…’
(eş-Şûrâ, 42/29)
Bu balıklar 4 yıl susuz yaşayabilirler.
Afrika akciğer balıkları yağmurların kesildiği kurak dönemlerde susuz halde, çamur kozaları içinde dört yıldan fazla bir süre hayatta kalabiliyorlar.
Kıymetli okuyucularımız, öncelikle göklerin, yerin ve arasındakilerin kısacası tüm kâinatın yegâne sahibi Cenâb-ı Hakk’a (c.c.) sonsuz hamd-ü senalar, O’nun Habibi (s.a.v.) ve dostlarına salat ve selamlar olsun. Yazımızı okuduğunuzda, kâinatın sahibine atfedilen mutlak güç sahipliğinin, tüm ilimlerin sahibi oluşunun kuru bir lafızdan ibaret olmayıp doğadaki kısmî tezahürlerinin bile ilim ehli insanları ne denli hayretler içerisinde bıraktığına şahitlik edeceksiniz. Bu cihetle yazımızın girişinde Cenâb-ı Hakk’a (c.c.) atfettiğimiz sıfatların kuru sözlerden ibaret olmadığını ve hatta bu hususta ne kadar nakıs kaldığımızı yazımızın sonunda sizler de tasdik edeceksiniz.
Bu yazımızda dikkat çekmek istediğimiz husus Cenâb-ı Hakk’ın (c.c.) bir nesne ya da canlı yaratmasında sınırının olmadığının delillendirilmesidir. Sınırlılık kavramı biz canlılar için geçerli bir kavramdır. Şöyle ki, bizlerin de içerisinde dâhil olduğu kara canlıları, akciğer solunumu adı verdiğimiz atmosfer içerisindeki hava (oksijen) aracılığıyla vücudundaki besinleri yakarak açığa enerji çıkaran ve o enerjiyle de canlılığını idame ettiren canlı gurubuyuz. Sucul canlılar ise solungaç solunumu adı verdiğimiz suyun içerisindeki erimiş haldeki oksijeni kullanarak besinlerini yakıp, elde ettiği enerjiyle de canlılığını devam ettiren canlılar gurubudur. Kara canlıları suya girince sudaki oksijeni kullanamaz iken, sudaki canlılar da sudan dışarı çıkınca havadaki oksijeni kullanamadığı için ölüyorlar. Dolayısıyla bizler zannediyoruz ki yeryüzünde yaşayan bitkiler harici bir canlı ya havadaki oksijeni kullanarak karada yaşar ya da sudaki oksijeni kullanarak suda yaşar. Bunun dışında bir canlı grubu olmaması gerekir, hatta olamaz şeklinde algılıyoruz. Dünyadaki ya da bizim dışımızdaki bir âlemdeki canlıların ancak bu sınırlar içerisinde olması gerektiği algısı bizlerde hâkimdir. Örneğin, Fahr-i Kâinat Efendimizin (s.a.v.) Miraç hadisesini algılayamamamızın sebebi de işte budur. Yatağının daha soğumadan (ki bu en fazla saniyelerle ölçülebilecek bir zaman dilimidir) İsra ve Miraç hadiselerinin gerçekleşmiş olması biz insanların dünyadaki nesnelerin hızını düşündüğümüzde algılayamadığı bir zaman kavramıdır. Bunu algılayamamamız bunun olmadığı anlamına gelmez. 14 asır önce 10 saat içerisinde Avrupa kıtasından Uzak Doğu’daki Japonya’ya gideceğinizi söyleseniz sizi yalancı yerine koyarlardı. Oysa, bu günümüzde olan bir gerçektir. Örneğin insanoğlu uzaya gitmeden önce ben taşı havaya atacağım ama taş yere düşmeyecek deseler bunu söyleyen kişiyi yalancı olmakla suçlanırdı. Çünkü bizim tüm kavrayabildiğimiz gerçekler, algılar yer çekiminin var olduğu dünya gezegenine ait gerçeklerdir de ondan. Zannediyoruz ki evren sadece adına güneş ismini verdiğimiz ve dünya dâhil 9 adet gezegenin olduğu bir güneş sisteminden ibarettir. Oysa, uzayda nice güneşler etrafında nice gezegenler dönmektedir. Sadece galaksimiz Samanyolu’nda iki yüz milyar yıldız bulunduğunu göz önüne alırsak, bir galakside iki trilyona yakın gezegenin varlığından söz edilebilir. Yani anlatmaya çalıştığım olay sınırlar biz yaratılmış, fâni canlılar içindir. Sonsuz kudret ve ilmin sahibi Cenâb-ı Hak için sınır yoktur. Çünkü bu kudret ve ilmin sınırlarını ancak Allah (c.c.) bilir. Biz canlılar ancak olayları Mevla’mızın (c.c.) bize müsaade ettiği sınırları olan, cüz-i ilim dâhilinde algılayabiliriz ki bunlar da örneğin Peygamberlerin gösterdiği mucizeler gibi olayların nasıl gerçekleştiğine anlam vermede yetersiz kalmaktadır.
Bu yazımızda, Cenâb-ı Hakk’ın yoktan var ettiği, adına hava solunumu yapması sebebiyle ’akciğerli balıklar’ denilen bu canlıların doğadaki çoğu canlının sahip olduğu özellikten farklı özelliklere sahip olmasına (karada uzun süre yaşaması gibi) dikkatleri çekeceğiz. Cenâb-ı Allah (c.c.), doğadaki bu gibi akıl sınırlarını zorlayıcı örneklerle (Allahu â’lem) biz insanlara, ilmin ve kudretin yegâne sahibinin ancak kendisi (c.c.) olduğunu hatırlatarak Zatına (c.c.), Rasûlü’ne öğrettiği şekliyle ortaksız bir kulluğu öğütlemektedir. Nitekim, Mevla’mız (c.c.) Ankebût suresi 44. ayet-i kerimede göklerin ve yerin yaratılışından bahsederken ’…Şüphesiz, bunda iman edenler için bir ayet (delil) vardır.’ buyurarak bu yaratılışlardan Zatının (c.c.) kudretini katıksız kabullenme noktasında hisseyap olmamızı emretmektedir. Rabbim bizleri yazılanlardan ve bahse konu olan ayet-i kerimelerden hisseyab olanlardan eylesin.
1- HEM SUDA HEM DE KARADA YAŞAYABİLİR
Akciğerli balıklar, diğer balık türlerine nazaran oldukça farklı özellikler barındırmaktadır. Bu balıklar, solungaç solunumu yaparlar. Fakat gerektiği takdirde hava solunumu da yapabilmektedirler. Hem solungaç hem de hava (akciğer) solunumu yapabilme özelliğine sahip bu balıklar, tatlı sularda yaşamaktadırlar. Bu balık türü her ne kadar solungaçlara sahip olsa da yarım saatte bir oksijen alma ihtiyacı duyar ve oksijen alamadığı taktirde boğularak ölürler.1
2- KARADA YÜRÜYEREK YER DEĞİŞTİREBİLİRLER
Vücutları yuvarlakça ve de uzunca bir yapıya sahiptir. Günümüzde yaşayan akciğerli balıklarda, anal ve sırt yüzgeçler bulunmayıp gövdenin üçte ikisine kadar uzanan tek bir orta yüzgece sahiptir. Bu balık türü, zeminde sürünebilme özelliğine sahiptir. Bu sebeple, diğer balıkların sahip olduğunun aksine iki yan taraftaki yüzgeçleri (göğüs/pektoral yüzgeçler) nehir veya göl yatağı boyunca yürümek için kullandıkları uzun ince loblar şeklindedir. Bazı türlerinde, yuvarlak yapıdaki büyük pullar bütün vücutlarını kaplamaktadır. Vücudunun dış kısmında pul olmayan türlerde ise, pullar derilerinin altında bulunur. Bu balıkların bazı türlerinin boyu 2 metreye, ağırlıkları ise 15 kilograma kadar ulaşabilmektedir. Yaşayan akciğer balıkları normal dişlerin yerine, yemeği yemeden önce ezmek için ideal olan birbirine zıt yönde iki çift plağa sahiptir.2
3- ÇİFT SOLUNUMLUDURLAR
Bu balıkların burun delikleri, ağız boşluklarına açılmaktadır. Bu balıkları alışılagelmiş balık türlerinden ayıran en önemli özellik ise, bu balıkların akciğere sahip olmasıdır. İki adet akciğerleri bulunmaktadır. Bazı türlerde ise, bir akciğer bulunur. Bu akciğerler, bizim bildiğimiz manada gerçek bir akciğerler olmayıp akciğer görevi gören hava keseleridir. Bu hava keselerinin etrafında oldukça fazla miktarda kılcal damar bulunur ve bu damarlar hava keselerini örmüş şekildedir. Bu hava keseleri, istenildiği takdirde akciğer görevi yapabilmektedir. Normalde tatlı sularda yaşayan bu balıklar, suların kuruduğu ve çekildiği zaman akciğer solunumu yaparak susuz bölgede kurak mevsimi atlatabilmektedirler. Bu balıklara, hem solungaç hem de akciğer solunumu yapabildikleri için çift solunumlu anlamında ’Dipnoi’ ismi de verilmektedir.3
4- EVRİME MEYDAN OKUMUŞLARDIR
Devoniyen ve Trias zamanlarında dünyada oldukça yaygın olan bu ilkel kemikli balıkların günümüzde birçok türünün nesli tükenmiştir. Fakat nesli tükenmeyen dipnoiler de bulunmaktadır. Akciğerli balıkların günümüzde yaşayan 6 türü vardır. Bunlardan biri Güney Amerika, bir diğeri Avustralya ve dördü ise Afrika Akciğerli Balıklardır. Güney Amerika ve Afrika türleri birbiriyle yakın ilişkilidir. Avustralya akciğer balığı, Queensland’daki ırmaklarda yaşayan günümüz akciğerli balıkların en nadiri ve zamanla en az değişime uğramış olanıdır. Günümüzde 90 yaşına kadar yaşayan Avustralya akciğer balığı örnekleri de vardır.4
En eski akciğer fosilleri ise yaklaşık 419.2 ile 393.3 milyon yıl öncesine dayanmaktadır. Bu yönüyle bu balıklar, evrimin yok denecek kadar yavaş işlediğinin en mükemmel bir örneğidir. 100 milyon yıl öncesine ait tespit edilen akciğerli balık fosillerinin günümüzdeki canlı akciğerli balıklara çok benzemesi de yine evrim görüşünü savunanları şaşırtan bir olaydır. Bazı evrimciler, kara canlılarının ataları olarak akciğerli balıkları kabul ettiler. 1850’li yıllardan beri, bu balıkların ilkel amfibilere (iki yaşamlılara) evrimleştikleri, yani bunların balıklar ile iki yaşamlılar arasında bir geçiş formu oluşturduğu düşünülmekteydi. 1950’li yıllara gelindiğinde bu balıkların çok istisnai bir örnek olmaları sebebiyle ara geçiş formu olarak kabul görmekten uzaklaşıldı. Bu tarihte bunların kara canlılarının ataları oldukları düşüncesi de artık desteklenmiyordu. Ayrıca Avustralya akciğer balığı kalıntılarının 380 milyon yıllık bir geçmişe sahip olduklarının kabul edilmesi ve bu süre içerisinde hiçbir değişikliğe uğramamış olmaları, bunları ara geçiş formu statüsünden tamamen uzaklaştırmıştır. Bu hayvanlar, günümüzde iki tür arasında ’geçiş’ oluşturup sonra da yok olmuş formlar değil, çok eski zamanlardan beri yaşamakta olan orijinal bir ’tür’ olarak kabul edilmektedir.5
5- BALÇIĞA TÜNEL KAZARLAR
Yaşadıkları bölgeler itibariyle, yaşadıkları tatlı sular kuraklıktan etkilenerek kuruyabilmektedir. Kurak mevsimlerde sular çekilmeye başlayınca, akciğerli balıkların her biri kendine balçık içinde bir tünel kazarak içine yerleşir. Tünelin üzerinde havanın girişine yarayan gözenekli bir kapak bulunur. Balık, oluşturduğu çamurdan koza içine mukuslu bir sıvı salgılar. İçinde nemli hava bulunan mukus kozası havanın ısınmasıyla sertleşir ve akciğerli balığı korumaya alır. Bunun sayesinde derisinin kuruması önlenmiş olur. Balık, bu koza içerisinde derin bir uykuya dalar. Bu süre zarfında balığın vücut fonksiyonları da yavaşlamaktadır. Derin uyku sırasında bu balıklar, yuvanın üst kısmında bulunan delikli kapaktan oksijen almaya devam ederler. Bu yaz uykusu, adından da anlaşıldığı üzere suların çekildiği kurak yaz aylarında gerçekleşir. Bu balık türleri, suların tekrar yükselip akarsuların canlanmasıyla kozalarından çıkarak tatlı sularda yaşamaya devam ederler. Bu balık türleri, aynı zamanda yumurtalarını koruma alışkanlığı da vardır. 5000 tane yumurta yuvalarında bulunur ve 8 hafta kadar yavrular bu yuvalarda kalır.6
6- VÜCUTLARININ YARISINI ERİTEBİLİRLER
Yaz uykusu süresince gerekli enerji için kendi kas dokularının bir kısmını eriterek harcarlar. Bu suretle yağmurların tekrar başlayıp, akarsuların canlanmasına kadar hayatlarını sürdürürler. Kurak geçen bir yaz boyunca uykuya dalan akciğer balığı kuyruk kasını eriterek sindirmesi sayesinde vücudun yaşamsal faaliyetlerini sürdürmeye devam eder. Afrika akciğer balıklarında kas dokusunun besin olarak harcanması sonucu bir mevsimde 3 santimlik bir boy kaybı olur. Bazen uzun süren kuraklık dönemlerinde vücutlarının neredeyse yarısını eritebilirler. Afrika akciğer balıkları, çamur kozalarında dört yıldan fazla bir süre susuz halde yaşayabilir.
Bu balıklar, akarsuların canlandığı mevsimlerde günlerinin büyük bir kısmını dinlenerek geçirirler. Bu dinlenme eylemi, su diplerinde karın ve göğüs yüzgeçlerine dayanarak gerçekleşmektedir. Oldukça yavaş bir şekilde sürünerek, yer değiştirmektedirler. Akciğerli balıklar hem etçil hem otçul olup oldukça açgözlüdürler. Kendi türlerinin üyeleri dahil olmak üzere kurbağa, balık ve sümüklü böcek gibi çok çeşitli su canlılarını besin olarak tüketirler. Bazı durumlarda su dibinden su yüzeyine çıkarak hava solurlar ve böylece oksijen ikmali yapmış olurlar. Bu balıklar, geceleri oldukça uzaktan duyulan horultulu sesler çıkarırlar. Eğer kendilerine yaklaşılırsa, tıslayarak ısırırlar.7
(Endnotes)
1 Allen, G.R., 1989. Freshwater fishes of Australia. T.F.H. Publications, Inc., Neptune City, New Jersey.
2 Berra, T., 2001. Freshwater fish distribution. Academic Press, San Diego, California, USA. 604 p.
3 Allen, G.R., 1989. Freshwater fishes of Australia. T.F.H. Publications, Inc., Neptune City, New Jersey.
4 Clement, A.M. 2012. A new species of long-snouted lungfish from the Late Devonian of Australia, and its functional and biogeographical implications. Palaeontology 55: 51–71.
5 Kemp, A., 1995. Threatened fishes of the world: Neoceratodus forsteri (Krefft, 1870) (Neoceratodontidae). Environ. Biol. Fish. 43(3):310.
6 Allen, G.R., 1989. Freshwater fishes of Australia. T.F.H. Publications, Inc., Neptune City, New Jersey.
7 Berra, T., 2001. Freshwater fish distribution. Academic Press, San Diego, California, USA. 604 p.
Akciğerli Balıklar
Özlenen Rehber Dergisi 160. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.