Özlenen Rehber Dergisi

165.Sayı

Müesseseler Tarihi - 5 - NİKÂBET ve NAKÎBÜ’L-EŞRÂF

Abdunnasir KIMIŞOĞLU Özlenen Rehber Dergisi 165. Sayı
Giriş
Tarih boyunca Hazreti Peygamber (s.a.v.) efendimizin soyundan gelen seyyit ve şeriflere büyük saygı ve hürmet gösterilmiştir. Dünya geneline yayılmışlar ve gittikleri her bir coğrafyanın insanıyla uyum içerisinde olmuşlardır. Özellikle Anadolu içerisinde birçok ilde ikamet eden bu insanlar daima korunup gözetlenmiştir.

Müntesibi oldukları devlet erkânı nazarında daima kıymetli ve saygın bir konuma sahiptiler. Hükümdar veya Padişahın koruması altında olup özel ilgi ve hürmetle muhafaza edilirlerdi. Mümkün mertebe ağır işlerde çalıştırılmaz ve vergiden de muaf tutulurlardı.

İşte tüm bu ve buna benzer nedenlerden ve ayrıcalıklı özelliklerden dolayı bu özellik, suiistimal edilmeye başlanılmıştı. Bu art niyetlilerin istismarı üzerine ’müteseyyid’ yani seyyitlik iddiasında bulunanların oyununu bozmak ve bu tür iddiaların önünü alabilmek için böyle bir müessesenin kurulması kaçınılmaz olmuştur. Her doğan seyyit veya şerifin ismi, hüviyeti, silsilesi, evladı, ahvali ve ikametgâhına dair yazılı bilgiler bulunurdu. Belirli bir şekilde yazılıp kayıt altında tutulması icap eden bu kayıtlara ’şecere-i tayyibe’ adı verilirdi. Bu şekilde bir kaydın yapılması ve akabinde de ’temessük’ adı verilen bir kimliğin verilmesi, seyyitlik iddiasında bulunanların iddialarını ve tehlikelerini bertaraf etmiştir.

Ecdat, işte bu ve buna benzer nedenlerden ve tedbirlerden dolayı özellikle bu müesseseyi kurmuş ve sistemli hale getirmiştir.

Tanımı
Devlet-i Aliye-i Osmanî tarafından kurulan bu Nikâbet müessesesi, Hazreti Peygamberin soyundan gelen seyyit ve şeriflerin tamamını temsil eden kurumun adıdır. Nikâb, Hazreti Peygamberin soyundan gelen seyyit ve şeriflerin işleriyle ilgilenen kişiye verilen isimdir. Bu kurumun başında olup da bu müesseseye başkanlık yapana Nakîbü’l-Eşrâf denilmiştir. Zamanla bu müessese Nikâbet ile değil de Nakîbü’l-Eşrâf tabiriyle anılır olmuştur. Yaygın olarak bu ismin kullanılması da bu yüzdendir. Nakîbü’l-Eşrâf, en şereflilerin vekili veya naibi manasına gelmektedir.

II. Bayezit devrinde Sâdât Nazırlığı kurulmuştur. Bunların başına da Seyyit Ali Nuttağ getirilmiştir.1 Bu müessese hem idari hem de ilmiye sınıfına dâhil olmuştur. II. Bayezit devrinde Sadat Nazırlığının adı Seyyit Mahmut Efendinin teklifi üzerine Nakîbü’l-Eşrâf olarak değiştirildi. Ve Nakîbü’l-Eşrâf teşkilatı kuruldu.2

Bu müessese her ne kadar II. Bayezit zamanında kurumsal hale gelmiş olsa da bunun evveliyatı da vardır. Bu zamana kadar diğer beyler ve hükümdarlar tarafından seyit ve şerifler saygınlıkla karşılanıp onlara hürmet gösterilmiştir.

Özellikleri

Devlet-i Aliye’de Nakîbü’l-Eşrâflar, askerlikten muaf olurlardı. Kendilerine ait konakları, resmi giysileri ve hizmetçileri mevcuttu. Özellikle yeşil sarık sarar, yeşil cüppe giyinirlerdi. İstedikleri zaman hükümdarla görüşebilirlerdi. Zekât ve sadaka almazlardı. Genelde ulema ve meşayıhtandılar. Tekke ve medreselerde görevliydiler. İlmiyeye bağlı devlet kurumlarında görev alırlardı. Rasgele işlerde çalışmazlardı.

Nakîbü’l-Eşrâf’ın maiyetindeki en önemli memur ’alemdar’dır. Alemdar, Sancak-ı Şerif’i taşıyana verilen isimdir. Savaşlarda veya diğer resmi törenlerde sancağı taşır ve bu işle meşgul olurdu. Alemdar sancağı taşıdığı zaman yanında seyyitlerden ve şeriflerden de bir grup olurdu.

Müntesibi oldukları devletçe daima bir liderleri olmuş ve bu lider veya vekil daima devlet erkânında yerini almıştır. Hatta hürmeten halifeden sonra gelen ikinci kişi olmuştur. Devlet-i Aliye’de daima devlet protokolünde yer verilmiştir.
Devlet-i Aliye tarafından korunup gözetilen bütün seyyit ve şeriflere devlet tarafından günlük yevmiyeler tahsis edilmiştir.

Görevleri

- Özellikle seyyitlik iddiasında olanlarla mücadele etmekti. Yani sahte seyyit ve şeriflerle mücadele etmek.
- Seyyit ve şeriflerin şecerelerini tutup kayıt altına almak.
- Bölgelerinde olan seyyit ve şerifleri resmi defterlere kayıt edip ellerine de temessük adı verilen kimlik kartları vermek.
- Seyyit ve şeriflerden suç işleyenlere karşı mahkeme kurup suça göre ceza vermek.
- Devlet hazinesinden yardım alarak seyyit ve şeriflerin ihtiyaçlarını karşılamak.
- Bölgelerinde olan bütün sâdâtların yaşantılarını kontrol etmek.
- Sancak-ı Şerif’i taşımak ve muhafaza etmek.

Netice

Netice itibariyle şunu rahatça söyleyebiliriz ki şanlı ecdadımız sahip olduğu ahlaki meziyetleriyle Peygamber nesline saygı ve hürmette kusur etmemiştir. Özellikle Kur’an-ı Kerim ruhunu ve Hazreti Peygamber sevgisini kendisine şiar edinmiş bir millet olarak Allah Teâlâ’nın dinine hizmet etmeye azami derecede çalışmıştır. Kurmuş olduğu bütün kurum, kuruluş ve müesseseleriyle yaratandan ötürü yaratılana merhamet ve mesuliyet duygusuyla hizmetkâr olmuştur.
Yapmış olduğu bütün seferler gönülleri fethetmek içindir. Ne kuru bir taht için ne de toprak davası içindir. İ’la-yı Kelimetullah için rahmani gayeye hizmettir asıl olan.

Ecdat işte tüm bu hizmetleri içerisinde hürmetinden asla taviz vermeden adil olmayı başarmıştır. Ta ki müesseselerinde bozulmalar baş gösterene kadar. Çünkü devlet kurmuş olduğu ve sistemleştirdiği müesseseleriyle vardır ve ayakta durabilir.

Bozulmaların ve asli görevleri dışında işlere bulaşmasıyla ve ayrıca liyakatsiz ve ehliyetsiz insanların bu müesseselerde söz hakkı elde etmesiyle gerileyişin, çöküşün ve yıkılışın kaçınılmaz olduğu müşahede edilmiştir.
Bütün bu olumsuzluklar ve çöküşle birlikte dağılmaya yüz tutan Devlet-i Aliye bünyesinde barındırdığı müesseseleriyle birlikte dağılmıştır. Ve bu dağılıştan Nakîbü’l-Eşrâf da payına düşeni almıştır.
Tarih ve toplum hayatında büyük yer edinen bu müessese sistemini kaybettiğindendir ki günümüz dünyasında seyyitlik iddiasında bulunanlar azımsanmayacak kadar fazladır. Ve günümüzde böyle bir müessesenin olmayışı peygamber soyunun istismar edilmesinin en büyük nedenidir.

Son notlar
1 Hüseyin Uslu, ’İslam Müesseseleri Tarihi’, Gonca Yayınevi, İstanbul 1985, s. 48.
2 Hüseyin Uslu, ’İslam Müesseseler Tarihi’, s. 49.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.