’Boynumun ağrısını 5 gündür masa üstünde uyuyakalmama mı yoksa aynı anda öğrenmeye çalıştığım onlarca bilginin ağırlığına mı bağlamak lazım bilmiyorum. Daha üç tane sınav var önümde. İktisat 202’den 70 alsam ortalama ile kurtarırım inşallah. Diferansiyeli kesin tekrar etmem gerekecek seneye. Ah ben o hafta sonu film izlemeyip ödevi yapacaktım da, kızlara uydum işte. Ama ne güzel eğlenmiştik…’
Kırtasiyeye giderken yolda bunları düşünüyordum. Final döneminin klasik öğrenci hesaplaşmaları. Aslı’nın girişimcilik notlarını fotokopi çektirmem lazım, içimden ’inşallah fazla kopyaları vardır da beklemem’ diye geçiriyordum ki bizim fakülteden birkaç kişi ile karşılaştım. Sınavlardan, notlardan, nemden, yağmurdan muhabbet ederken zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım. Notları alıp koştur koştur otobüs durağına gittim.
Bir taraftan çantamdan otobüs kartını arayıp bir taraftan kendi kendime ’Of ya, kesin yetiştiremeyeceğim konuları, sabahlayacağım yine’ diye söylenirken. Mavi çiçekli kolalı ceketi ve siyah rugan çantasıyla iki dirhem bir çekirdek 70 yaşlarında bir teyze konuşmaya başladı:
- Her 15 dakikada bir otobüs var bizim eve bu duraktan. Oysa 1 saattir bekliyorum gelen giden yok. Kızım bir bakıver şu telefonuna 235SB nerde kalmış!
Gülümsemekten kendimi alıkoyamadım;
- Tabi teyzeciğim, bakayım hemen. Uygulaması var artık bunların, liste liste görebiliyoruz kaç dakikaya gelecek otobüsler. Daha 5 dakikası varmış, benimkinden önce gelirse ben size yardımcı olurum.
- Hay Allah razı olsun kızım. O telefonlardan kafanızı kaldırmıyorsunuz, hepinizin boynu beli hasta ama her şey de onun içinde artık.
- Doğru söylüyorsun teyzeciğim.
Tam o sırada annem aradı, kirayı yatırmamı bana hatırlatmak için alarm kurmuş kendine onu anlatıyor. İnternete fotoğraf koymuş Harun amcalar, çocukların karneleri hep takdirmiş, ’gelirken ufak tefek hediye al da akşama veririz’ dedi. Annemle konuştuktan sonra açıklanmış not var mı diye okul sisteminden kontrol ettim. Kafamı telefondan kaldırınca baktım ki teyze gülümseyerek bana bakıyor. Ben de gülümsedim ve telefonu cebime koydum.
Senelerdir aynıdır bizim otobüs durağının yeri, bir yanında gölgesi kendine yetmeyen cılızdan bir ağaç vardır. Kafamı bir kaldırdım ağaç büyümüş serpilmiş, üstünde minik minik çiçekler var. Demek ki bakmamışlar ağaca bunca zaman diye düşünürken uzaktan teyzenin bineceği otobüsün geldiğini gördüm. Teyzenin elinde bir tesbih o da gözlerini kısmış yola bakıyor.
- Teyzeciğim bu gelen sizin otobüsünüz, yardım edeyim size.
- Ben de baktım ama uzak gözlüğümü almamışım yanıma, okuyamadım ki üstünde ne yazdığını. Hay canına deysin kızım. Sen öyle uzağa gidince seni gücendirdim diye düşündüm.
- Estağfurullah teyzeciğim, olur mu hiç, annemle konuşuyordum ben.
- Hah iyi iyi. Hakkını helal et kızım.
- Helal olsun teyzeciğim siz de helal edin.
Teyzeyi otobüsüne sağ salim bindirdim. Durakta en az 5 kişi daha vardı, ’ben olmasam da bu teyzeye yardım eden biri olurdu herhalde’ diye düşündüm. Hiçbirinin yüzünden kötü insanlar olduğu izlenimine kapılmadım. Ben 70 yaşına geldiğimde balkona çıkmaya bile üşenirim herhalde. Teyze benden daha enerjik görünüyordu. Enerjimizi kendimizi üretiyor ve tüketiyoruz sanırım. Eve doğru giderken artık insanlardan yardım isteyen birine ne kadar az rastladığımı düşündüm. Bazen toplum içerisinde yaşadığımızı unutuyoruz. dünya yalnızca kendi çevremizden ibaret gibi geliyor. Final döneminde tek önemli şeyin sınavlarım olması gibi. ’Allah hayatın akışını sarsan imtihanlar vermesin’ diye dua eder dedem. Kirayı yatırmayı unuttum yaa…
Kulaklığımı taktım, kafamı otobüs camına dayadım. Otobüsteki onlarca kişi ile aynı güzergahta giderken hiçbirini tanımıyor oluşum çok ilginç geldi. Aralarından birkaçı ile otobüste denk gelmiş olmam lazım yani istatistiksel olarak hesaplarsak çok mümkün ama bu otobüsteki kimseyi tanımıyorum. Eskiden mahallede oturan herkesin birbirini tanıdığını, kimin eksiği varsa daha o söylemeden giderildiğini anlatırlar. Eski ile yeniyi kıyasıya yarıştırıp birini yererken birini şaha çıkartmayı doğru bulmuyorum. Evet maalesef apartmandaki 40 dairenin yalnızda 5’ini tanıyoruz, komşumuzun derdinden haberdar değiliz. Fakat bu yaşayış şeklimizi değiştirmenin getirdiği bir sonuç. Birlikte yaşamak birbirini daha çok kırmayı, daha çok yıpratmayı da içeriyor sanırım. Sosyolojik açıdan bireyselleşmeyi tetikleyen etkenlerden biri de bu bence.
Zaman şekillendiriyor yaşama şekillerimizi, insan zamanla şekillenirken aynı zamanda ona şekil veriyor. Ama insan her şartta insan, ürettiği ve tükettiğiyle. Hepimiz bir önceki neslin şekillendirdiği, bıraktığı ve tükettiği dünyanın içinde onların aktardığı hikayelerle büyüyoruz. Üstünlüğü yalnızca takvada arayan bir dine mensup olmanın en güzel yanı da bu sanırım, eşitlik insanın ilk nefes alışıyla başlıyor. Ailesinden, maddiyatından, eğitiminden, yaşayışından, zamanın getirdiği ve götürdüğü tüm eksiklik ve fazlalıklarını var olan canı ile eşitliyor insanı.
Yollar çukurlu, başımı hep cama vuruyorum, ana cadde üstündeki cami inşaatı da bir senedir bitmedi. Önüne kocaman bir park yapacaklar. Ben çocukken mahalle arasındaki parka götürürdü annem beni. Oraya gelen tüm çocuklar arkadaşımdı, hayatımızın her günü orda buluşacakmışız gibi gelirdi. Kocaman bir ceviz ağacı vardı, hiç alçak dalı yoktu bir türlü istediğim gibi tırmanamazdım o ağaca ama altına oturup ışık huzmelerini izlemek keyif verirdi bana. Geçen o parka götürdüm komşunun kızını, adını bile sormadan oyun oynamaya başladı çocuklarla. Ceviz ağacı eskisi gibi olmasa da yine geniş yapraklarıyla gölgelendiriyordu parkı. Biz parktan ayrılırken komşu kızı hiç arkasına dönüp bakmadı, ne oynadığı çocukları sordu bir daha ne de ceviz ağacını.
Otobüs durağındaki teyze bizim mahallede otursaydı o ceviz ağacının fidan halini hatırlardı büyük ihtimalle. Tahtadan tahterevallide oynamış olurdu, benim gibi demirden salıncağı havalara kadar fırlatmış olurdu. Kendimi bildim bileli binası 5 kere, rengi 10 kere değişen okulun nasıl inşa edildiğini anlatırdı. Şimdi bizim komşu kızı, zamanında zemini taş beton olan sınıflarında sine vizyonla sunum yapıyor.
Otobüsten indim, ’Harun amcanın çocuklara ne alsam?’ diye yana döne düşünürken kırtasiyede simli kalemler gördüm. Çocuklara kalsa tabletten yeni oyun indirelim diyecekler, 3D film gelmiş ona götürmek varken küçük müyüz ki biz simli kalemle resim yapalım. Haklı çocuklar, hayatı algılama biçimleri dijitalleşti. Oysa 20’li yaşlarımda tüm teknolojik aletleri kullansam da hala saklıyorum simli kalemlerimi. Eşyaya bir aidiyet yüklemekle ilgili sanırım onlara karşı takındığımız tavır.
Söylene söylene eve girdim; ’kızlar ’sınava beraber çalışalım’ diye gruptan mesaj atmış. Şunu yarım saat önce söyleseler eve gelmezdim.’ Elimdekileri mutfak masasının üstüne bıraktım, yatağa uzandım. Annem içerden, elini yüzünü yıka da çamaşırları as diye sesleniyor. Ben telefona gelen mesajlara cevap vermekle meşgulüm. Duraktaki teyzenin dediği gibi boynumun ağrımasının bir nedeni de bu olabilir hakikaten.
Porto Riko’da deprem olmuş, emeklilere bayram ikramiyesi erken verilecekmiş, tekerlekli sandalyede tenisinde bir Türk ilk defa olimpiyatlara katılmış, Antalya’da bir Mevlevihane restore edilerek kültür merkezi olarak hizmete açılmış, Mars’ta 3.5 milyar yıllık kayalıkta organik maddeler bulunmuş…
- Kızım uyuya mı kaldın? Dur üstünü örteyim de sen biraz dinlen. Ben seni uyandırırım sonra çalışırsın…
ZAMANIN ŞEKİLLENDİRDİĞİ BİR SAAT
Özlenen Rehber Dergisi 165. Sayı
1 kişi yorum yazdı.