Özlenen Rehber Dergisi

165.Sayı

Nurlu Hatıralar - SÜNNET-İ SENİYYE’YE İTTİBA

Osman YURTÇU Özlenen Rehber Dergisi 165. Sayı
Bismillâh…
Ve’l-hamdu lillâh…
Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ Rasûlillâh…

Yolumuzun esasları…
Abdullah Farukî (k.s.), Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in sünnet-i seniyyesine ittiba etmeyi, seyr-i sülük ve nefis tezkiyesinde aslî bir düstur olarak benimsemişti. Onun şu sözü bu hakikati en güzel şekilde ifade etmektedir:
’Ey sâlik, bilesin ki bizim yolumuz üç esasa bağlıdır:
Birinci esas; tevhit akidesinin hâkimiyetidir.
İkinci esas ise Sünnet-i Seniyye’nin yaşanmasıdır.
Üçüncü esas ise Ehlibeyt sevgisini yaşamaktır.’
Onun Rasûlullah (s.a.v.)’e bağlılık ve ittibası sözde kalmamış, hayatının her alanında yaşantı olarak kendini göstermiştir. O hayatının her parçasına sünnetleri hakim kılmaya çalışırdı. Sünnet-i Seniyye, onun yaşantı ve ahlakına öyle hakimdi ki insanlar, onun yaşantısını, hal ve hareketlerini takip ederek birçok sünneti öğrenir ve yaşantılarına kolayca aksettirebilirlerdi.
O, Peygamberimizin şu hadislerini kendine düstur edinmişti:
’Her kim sünnetimi ihya ederse muhakkak beni sevmiştir. Her kim de beni severse Cennet’te benimle beraber olur.’1
’Her kim, ümmetim fesada uğradığında sünnetime sımsıkı tutunu(p amel ede)rse onun için yüz şehit sevabı vardır.’2
’Her kim, sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.’3
’Sünnete uygun az bir amel, bidat çerçevesindeki çok amelden daha hayırlıdır. Her kim bana (sünnetime) tabi olursa işte o bendendir. Her kim de sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.’4
’Muhakkak ki din, yılanın deliğine çekildiği gibi mutlaka Hicaz’a çekilir. Yaban keçisinin dağın tepesine sığınması gibi, din de mutlaka Hicaz’a sığınacaktır. Muhakkak ki din, garip olarak başladı, garip olarak dönecektir. Ne mutlu o gariblere ki, benden sonra insanların sünnetimden bozduğu şeyleri ıslah edip (düzeltecekler).’5
’Size Allah’tan korkmayı, Habeşli bir köle olsa dahi (başınızdaki Müslüman idarecinin emirlerini) dinleyip, itaat etmeyi tavsiye ederim. Zira benden sonra sizden her kim yaşarsa, pek çok ihtilaf görecek. Şu halde size gereken, sünnetime ve hidayete erdirilmiş raşit halifelerin sünnetine (sarılmaktır). Bunlara tutunun ve azı dişlerinizle (yapışır gibi sımsıkı) yapışın. Sonradan uydurulan (yani dinde olmayan ve dine sokulmak istenen) şeylerden sakının. Zira her sonradan uydurulan, bidattir. Her bidat de sapıklıktır.’6
İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’i işittim: ’Allah’ım, halifelerimize rahmet et!’ buyurdu. (Biz): ’Yâ Rasûlallah halifeleriniz kimlerdir?’ dedik. (Rasûlullah): ’Benden sonra gelen, hadislerimi ve sünnetimi rivayet eden ve onları insanlara öğretenlerdir.’ buyurdu.7
Efendi hazretleri, talebelerini ve ihvanlarını her daim Sünnet-i Seniyye’ye uymaya teşvik eder, sünnetleri işlemenin nefisteki kötü ahlakları temizleyip terbiye ettiğini ifade ederdi.
Sünnet’e ittibanın manadaki karşılığı…
Zahirde sünnetlere tutunmanın manadaki karşılığını şöyle izah etmişti:
’Sâlik önce mürşidini sever, eşyadan sevgisi kesilir. Mürşidin sevgi havuzunda fena olur, fena fi’ş-şeyh mertebesine ulaşır. Sonra Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in sevgi havuzunda fena olur, fena fi’r-Rasûl mertebesine erer. Manada onu bulur ve sünnetini yaşar. Sonra sevgisi Cenâb-ı Hakk’a yönelir, O’nu çok sever, o havuzda fena olur, fena fillâh mertebesine vasıl olur. Bu hallerde manevi sarhoşluk meydana gelir. Daha sonra sâlik, bu makamdan Hz. Muhammed (s.a.v.)’in velayetine iner. Artık her işi şeriat ve Sünnet’le olur. O zaman kendisine irşat görevi verilir, buradan geçemeyene irşat vazifesi verilmez. Manen Rasûlullah’ın şehrine inemezse meczup olur, meczup ise başkasını irşat edemez, ama duası hemen kabul olur.’
Kurtuluş Sünnet’e ittibadadır…
Sık sık şöyle derdi:
’Bu zamanda ancak sünnetlere sarılarak kurtulabiliriz, tek çare budur.’
Çünkü o, Efendimiz (s.a.v.)’in ümmetin kurtuluşu için çizdiği yolun bu olduğunu biliyordu. Nitekim bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
’Size iki şey bırakıyorum. O ikisine (sımsıkı) sarıldığınız takdirde asla dalalete düşmezsiniz: Allah’ın Kitabı (Kur’an) ve Peygamberi’nin sünneti.’8
Abdullah b. Amr (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Muhakkak ki İsrail oğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bir fırka hariç hepsi cehennemdedir.’ (Sahabeler): ’O (kurtulacak fırka) kimdir yâ Rasûlallah?’ dediler. (Rasûlullah): ’Ben ve ashabımın üzerinde olduğu (yol üzere olan fırka)dır.’ buyurdu.9
Sünnet’e ittiba kerametten üstündür…
Yine farklı zamanlarda Sünnet’e ittiba ile alakalı şunları söylemişti:
’Sünnetler farzları koruyucudur. Sünnetleri bırakmak, zikri ve tesbihatı bırakmak insanı er geç bir gün farzlardan eder. Sünnetleri yerine getiren farzlara can verir, aşkla yapar.’
’Bir sünneti işlemek milyar tane kerametten üstündür. Keramette sevap yoktur, ancak bir kulun hidayetine vesile olduysa müstesna.’
’Seyr-i sülukta en çok yolu sünnetleri en çok işleyen alır. Cennette dereceler, sünnetleri işlemeye göredir.’
Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
’Muhakkak ki Allah şöyle buyurdu: ’Her kim benim bir veli (kulu)ma düşmanlık ederse, mutlaka ona harp ilan ederim. Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden (amellerden) bana daha sevgili olan hiç bir şeyle (amelle) yaklaşamaz. Kulum bana, nafile (ibadet)lerle yaklaşmaya devam eder. Nihayet onu severim. Onu sevdiğim zaman ise, onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum. Benden (bir şey) isterse mutlaka ona veririm. Şayet bana sığınırsa mutlaka onu korurum.’10
Hevaya değil Sünnet’e ittiba…
Efendi hazretleri bir defasında şöyle demişti:
’Ramazan’da son on günde itikafa girmek sünnettir. Bu on günde değil de senenin diğer günlerinde girsen, son on günde girdiğin itikafın bir saniyesinde aldığın kadar sevap alamazsın. Çünkü onu kafandan, nefsinden yapıyorsun. Bunun daha ilerisi, bunun arkasında gizli peygamberlik iddiası vardır. Din, peygamber’in yaptığı şekilde yaşanır.’
Onun bu ifadeleri, yolunun ve anlayışının Selef-i Sâlihîn’e birebir uygunluk arz ettiğinin bir delilidir. Şöyle
ki:
Süfyân b. Uyeyne’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bir adam (İmam) Mâlik (b. Enes)’e: ’(İhrama) nereden (gireyim)?’ dedi. (Mâlik): ’Rasûlullah (s.a.v.)’in ihrama girdiği yer(olan Zülhuleyfe’)den (gir)!’ dedi. Bunun üzerine (adam, aynı soruyu) ona defalarca tekrar etti (ve): ’Ben (daha uzak mesafeden yani Mescid-i Nebevî’den girmek suretiyle) bunun üzerine ilave etsem!?’ dedi. (Mâlik): ’Yapma! (Şayet yaparsan) muhakkak ki ben, başına fitne (gelmesin)den korkarım.’ dedi. (Adam): ’Bunda fitneden ne var ki? Bu (yapacağım iş), artıracağım millerden ibarettir.’ dedi. (Mâlik): ’Muhakkak Allah: ’Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir fitnenin gelmesinden veya kendilerine elim bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar.’11 buyuruyor.’ dedi. (Adam yine): ’Bunda hangi fitne vardır ki?’ dedi. (Mâlik): ’Hangi fitne, kendi (nefsi)ni, Rasûlullah (s.a.v.)’in on(a ulaşma hususun)da kusurlu davrandığı(nı zannettiğin) bir fazilete ulaşmış görmenden ya da kendin için yaptığın seçimin Allah’ın seçiminden ve Rasûlullah (s.a.v.)’in tercihinden daha hayırlı olduğunu görmenden daha büyüktür?’12
Evet, nefsi terbiye eden, aklî hükümleri ve hevasının emirlerini bir kenara bırakıp onlara rağmen Sünnet’i Seniyye’ye ittibasıdır. Nitekim Peygamberimize isnat edilen bir rivayette şöyle buyrulmuştur:
’Hevası (arzusu) getirdiğim şeylere tâbi olmadıkça hiç biriniz (kâmil manada) iman etmiş olmaz.’13
Efendi hazretleri, her halinde gerek Cenâb-ı Hakk’a gerekse de Rasûllah (s.a.v.)’e karşı edebi muhafaza ederdi. Hayatının her alanında: ’Ey iman edenler! Allah’ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin.’14 ayetinin gereği üzere hareket ederdi. Bu itibarla o, kendisine sorulan soruları, konuyla alakalı ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri zikredip onlar ışığında cevaplandırmaya gayret eder, adeta ayet ve hadislerin nurundan istimdat ederdi.
İhlâsın yolu Sünnet’e ittibadır…
’Cenâb-ı Hak bir kalbe iman verdiği zaman o kalp Cenâb-ı Hak’kı zikirle ve Allah dostlarıyla haşir neşir olur, Allah’ın emirlerini yerine getirir ve Rasûlullah’ın sünnetlerini işlerse işte o kalpte ’ihlâs’ meydana gelir.’
Hadis ilmiyle iştigali…
Elbette ki amel için ilim lazımdır. Efendi hazretleri üveysî terbiyesine seçildikten sonra manevi terbiyesini üstlenen Hz. Ali (k.v.)’ye: ’Efendim, hangi ilmi okuyayım?’ diye sorunca kendisine ’hadis ilmi’ okumasını tavsiye etmiş. Bunun üzerine hadis-i şerif kitaplarından birçoğunu hem de defalarca okuyup tekrarlamış, bir çoğunu ezberlemiş, onların en ince manalarını öğrenip amel etmişti. Bu hal onda öyle kemal bulmuştu ki şu sözler onun lisanından dökülmüştü:
’Biz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) askeriyiz. Yat derse yatarız, kalk derse kalkarız.’
Efendi hazretleri, Peygamberimiz (s.a.v.)’in: ’Allah, bizden bir hadis işitip onu ezberleyen ve nihayet (başkasına) aktaran kimse(nin yüzünü güzelleştirsin) ak etsin!’15 hadisini kendine düstur edinmişti. Her bir ihvanını da bunun mucibince hadis okumaya, ezberlemeye ve bunların gereğince amel etmeye sevk ederdi.
Peygamberimizden rivayet edilen: ’Her kim, ümmetime ulaştırmak maksadıyla dininin iş(ler)inden kırk hadis ezberlerse, Allah onu fakîh olarak haşreder ve (ben de) kıyamet günü onun için şefaatçi ve şahit olurum.’16 hadisinden hareketle taliplerinin en az kırk hadis ezberlemelerini tavsiye ederdi.
Sohbetlerde önce Kur’an tilavet edilir, ardından hadis-i şerifler okunur, ondan sonra tefsir, akait, fıkıh, tasavvuf vb. konularda sohbetler yapılırdı. Zikrullah öncesinde de yine güzel sesli hafızlar tarafından Kur’an tilavet edilir, ardından özellikle ilk halkada bulunanlar, ezberden, Türkçe tercümesiyle birlikte birer hadis okurlardı.
Mescitte sürekli bir hadis kitabı takip edilirdi. Her Cuma günü, Cuma namazından önce Kehf Suresi ve kendi derlemesi olan ’Salavât’ kitabı okunduktan sonra yaklaşık yarım saat süresince hadis okunurdu. Sabah hatmesinden önce de mutlaka en az üç hadis, Arapça metni ve Türkçe tercümesiyle birlikte okunurdu. Mescitte genelde şu hadis kitapları takip edilirdi:
- Ömer Ziyâeddin Dağıstanî’nin ’Sahîh-i Buhârî’nin muhtasarı olarak telif ettiği eseri ’Zübdetü’l-Buhârî’.
Efendi hazretleri, bir defasında mana aleminde Hz. Ali (k.v.)’i başında sarık olduğu halde ’Zübdetü’l-Buhârî’
okurken gördüğü için bu esere ayrı bir ehemmiyet gösterirdi.
- İmam Nevevî’nin ’Riyazu’s-Sâlih’i,
- İmam Münzirî’nin ’et-Terğîb Ve’t-Terhîb’i,
- Muhammed Esad Erbilî’nin ’Kenzü’l-İrfân’ı,
- Rûdânî’nin ’Cem’u’l-Fevâid’i
Cem’u’l-Fevâid, içerisinde fıkhî, itikâdî vb. yönlerden açıklanması lüzumlu olan muhtelif hadislerden müteşekkil olduğu için daha hususi bir ortam olan sabah namazından sonra yapılan hatmeden evvel okunur ve izaha gerek duyulan yerler izah edilirdi.
Bu kitaplar mescitte, bittikçe diğerine başlanmak suretiyle sürekli okunurdu.
Sünnet’e ittibanın tesiri…
Rahmetli İsmail Ejder ağabeyden dinlemiştim:
1980 öncesi. Keçiören’de oturan bir ihvanımız, çocuğunun sünnet düğününe eş dost, akrabasını davet ediyor. Davetliler arasında dinî bilgisi olan ve olmayan, makam mevki sahibi muhtelif statüde kişiler bulunmaktaydı. Aralarında memleketin durumu, sıkıntılar ve kurtuluş yolları hakkında konuşmalar geçmekte iken Efendi hazretleri de bir grup ihvanıyla düğün mekanına teşrif ediyor. Onların aralarında memleket meseleleri ile alakalı konuşmalarına şahit oluyor ve sükut ediyor. Dinî mevzularda sohbet etmek istiyor ama ortamın hali, dinî meseleleri konuşmaya, konuşulsa da dinlenilmeye müsait değil. Nihayet düğün sahibi tarafından yemek ikram ediliyor ve kalabalık olduğu için birkaç sofra kuruluyor. Yemeğin sonunda Efendi hazretleri, ev sahibinden bir ekmek (bazlama) istiyor ve ihvanlarla birlikte yemek yedikleri tepsiyi, bir şey kalmayacak şekilde güzelce sünnetliyor ve ekmek kırıntılarını toplayıp yiyor. Merasime katılanlar, yemekle ilgili sünnet ve adabı bilmedikleri ve buna alışık olmadıkları için onların bu hareketini hayret içerisinde izliyor. Durumu anlayan Efendi hazretleri: ’Biz her zaman, evimizde dahi yemek kaplarını güzelce sünnetler, yemek artığı bırakmayız.’ diyor. Herkes sükut ederek, bir Efendi hazretlerinin sofrasındaki temizlik ve tertibe, bir de kendi sofralarındaki dağınıklığa, dökülen yemek ve ekmek kırıntılarına bakıyorlar. Yemekten önce memleket meselelerini konuşan, Efendi hazretlerine söz hakkı vermeyen, konuşsa dahi dinlemeyecek durumda olanlar, Sünnet-i Seniyye’ye ittibasına şahit olunca dilinden dökülecek sözleri dinlemek üzere bekler bir hal alıyorlar. Ve sonrasında Efendi hazretleri onlara sohbet ediyor ve nasihatte bulunuyor.
Rabbim şefaatlerine nail eylesin, yolundan ayırmasın!
Âmin!
Son notlar
1 Tirmizî, İlm, 16.
2 İbn-i Adiy, el-Kâmilu Fi Duafâi’r-Ricâl, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1997, c. III, s. 174,; İbn-i Bişrân, el-Emâlî, Dâru’l-Vatan, Riyad 1997, h.no:503, c. I, s. 218; Beyhakî, ez-Zühdü’l-Kebîr, Dâru’l-Cinân, Beyrut 1987, h.no:207, s. 118.
3 Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 1.
4 Abdurrazzâk es-San’ânî, Musannef, el-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut 1983, el-Câmi’, Bâbu’r-Ruhasi Fi’l-a’mâl…, h.no:20568, c. XI, s. 291.
5 Tirmizî, Îmân, 13.
6 Ebû Dâvûd, Sünnet, 6.
7 Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, Dâru’l-Harameyn, Kahire 1995, h.no:5846, c. VI, s. 77; İbn-i Batta, el-İbâne An Şerîati’l-Fırkati’n-Nâciye…, Dâru’r-Râye, Riyad 1994, h.no:37, c. I, s. 201; İbn-i Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlmi Ve Fadlihî, Dâru’bni’l-Cevzî, Demmâm 1994, h.no:220, c. I, s. 207.
8 Muvattâ, Kader, 1.
9 Tirmizî, Îmân, 18.
10 Buhârî, Rikâk, 38.
11 en-Nûr, 24/63.
12 Heravî, Zemmu’l-Kelâm Ve Ehlih, Mektebetu’l-Ulûm Ve’l-Hikem, Medine, ts., h.no:463, c. III, s. 114; İbn-i Batta, el-İbâne An Şerîati’l-Fırkati’n-Nâciye…, Dâru’r-Râye, Riyad 1994, h.no:98, c. I, s. 261; İbnü’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2003, c. III, s. 432.
13 İbn-i Ebî Âsım, es-Sünne, el-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut 1980, Bâb:5, h.no:15, c. I, s. 12.
14 el-Hucurât, 49/1.
15 Ebû Dâvûd, İlm, 10.
16 Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2000, Bâb:7, h.no:1726 c. II, s. 270.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.