Maksat, mürşit olmak mı, Allah’ın rızasını kazanmak mı?
Efendi hazretleri mescidin/dergâhın giriş kapısında bulunan beton merdivenlerde oturuyordu. Yanında birkaç kişiydik. Bize hitaben: ’Oğlum, bu şeyhlik makamı, irademize bırakılsa da müritlikle değişme imkânı olsa hemen değişirim ve mürit olarak verilen tesbihat vd. görevleri yerine getiririm. Mürit için bu vazifeleri yerine getirmesi kâfi. Fakat şeyhlik makamının mesuliyeti ağır ve vazifeleri çok. Gece gündüz demeden; misafirlerle ilgilenme, hastalara okuma, telefon görüşmeleri vs. çok meşguliyet var. Maksat Allah’ın rızasını kazanmaksa bunun için şeyh veya halife olmak gerekmez.’ dedi.
Baş olma sevdası ve iddiası…
Efendi hazretleri bir defasında: ’Bir kimse kendisine görev verilmeden: ’Ben şu soğanların başına geçeyim, onlara baş olayım!’ dese bundan dahi mesuldür. Çünkü kendi kendine, görev verilmeden basit ve ufak dahi olsa bir şeylerin başı olduğunu iddia ediyor.’ dedi ve baş olma iddiasının, vazife verilmeden baş olmaya çalışmanın ne kadar tehlikeli olduğunu ifade etti.
Peygamberimiz (s.a.v.) de bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır:
’Ey Abdurrahmân b. Semure! (Sakın) sen (kendiliğinden) idarecilik (vazifesi) isteme. Zira şüphesiz ki sen, şayet o (vazife) isteme(n)den dolayı sana verilirse, onunla baş başa bırakılırsın. (Allah’ın yardımına nail olamazsın). Eğer o (vazife) sana, istemeden verilirse (Allah tarafından) o (vazife) hususunda yardım olunursun…’1
Yüksek makamlar yüksek çabalarla elde edilir…
Efendi hazretleri bir defasında: ’Oğlum, adamı lime lime etmeden bir şey vermezler.’ dedi ve manevi makamların, Allah’a yakınlığın büyük imtihanlar ve belalara sabır neticesinde elde edilebileceğini haber verdi.
Evet, ’İnsan için ancak çalıştığı vardır.’2 ayet-i kerimesi mazerete mahal bırakmayacak derecede kulun nimetleri elde etmek için çaba ve gayretini ortaya koyması gerektiği hususunda gayet açıktır.
Bela ve musibetler dahi kişiye derecesine göre verilir. Kul, ibadet ve itaatte gayret gösterip de bu bela ve musibetlere sabrettikçe, Allah katındaki derecesi de yükselir.
Mus’ab b. Sa’d’ın babasından rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: ’Yâ Rasûlallah! İnsanların hangisi bela yönünden daha şiddetli olur (şiddetli sıkıntıya maruz kalır)?’ dedim. (Rasûlullah): ’Peygamberler, sonra sırayla (Allah katında derecesi) en üstün olanlar. Kişi, din(darlığ)ına göre imtihan edilir. Şayet dini kuvvetli ise belası da şiddetli olur. Şayet dininde zayıflık olursa din(darlığ)ına göre imtihan edilir. Üzerinde hiçbir hata (günah) kalmayarak yeryüzünde dolaşır bir halde terk edinceye kadar bela kuldan ayrılmaz.’3
DÜKKÂNINDAKİ HALLERİ
Açma kapama saati…
Efendi hazretleri dükkânını, sabah namazını cemaatle eda edip işrak vaktine kadar zikrullahla meşgul olup bu şekilde Peygamberimizin sünnetlerine riayet ettikten sonra bizzat kendisi açardı. Bu hususta şu hadis-i şerifi kendine esas almıştı:
Sahr el-Ğâmidî’nin Nebi (s.a.v.)’den rivayet ettiğine göre şöyle buyurmuştur: ’Allah’ım! Ümmetim için (gündüzün) erken vakitlerinde bereket kıl!’ (Sahr devamında şöyle dedi): (Rasûlullah), bir askerî birliği veya orduyu (cihada) gönderdiğinde, onları gündüzün ilk (vakt)inde gönderirdi.’ Sahr, tacir bir kimseydi. Ticaret (mallar)ını gündüzün ilk (vakt)inde gönderirdi. Bu nedenle zengin oldu ve malı çoğaldı.4
Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylanî hazretleri kendisine: ’Oğlum rızkına Allah kefil. Akşam namazı için mescitte cemaatte hazır ol.’ demiş, o da bu emri yerine getiriyor, çok büyük bir zaruret olmadığı sürece işyerinden akşam namazında mescitte olacak şekilde ayrılıyordu.
Tertip ve düzen…
Dükkânda tertip ve düzene son derece dikkat edilirdi. Öyle ki dükkânda inşaat malzemeleri satıldığı ve çok sayıda ürün ve farklı çeşitler olduğu halde her bir malzemenin yeri belliydi ve diğerleriyle hiç karışmazdı. Bu denli bir düzeni görünce müşteriler: ’Bazı dükkânlardan biz bir ürün istiyoruz, fakat o kadar karışık ki bulamıyorlar. Burası ise çok düzenli.’ derlerdi ve işyerinin düzeni hususundaki hayranlıklarını ifade ederlerdi.
Efendi hazretleri dükkânında olduğu gibi hayatının her alanında dahi düzeni, intizamı kendisine düstur edinmişti. O, Cenâb-ı Hakk’ın kâinatta halk ettiği düzeni örnek gösterir, Müslüman’ın da hayatının her alanında bu düzeni yerleştirmesi ve koruması gerektiğini ifade ederdi.
Müslüman’a yardım…
Efendi hazretleri çalışanlarına: ’Adres soranlara adresi güzelce tarif edin. Dükkânda olmayan bir malı sorana ’bu mal bizde yok’ demeyin. ’Filanca yerde var, oraya git.’ deyin ve gideceği yeri güzelce tarif edin.’ derdi.
Bu ahlakı, Müslümanlar arasında olması gereken nasihate yani hayırhah olmaya, iyilik ve takvada yardımlaşmaya bir numunedir. Cenâb-ı Hak bir ayetinde:
’İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Günah ve düşmanlık (haddi aşmak) üzere yardımlaşmayın.’5 buyuruyor. Peygamber Efendimiz ise bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
’Müslüman, Müslüman’ın (din) kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (tehlikede, musibette) terk etmez. Her kim (din) kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını yerine getirir. Her kim bir Müslüman’dan bir keder (ve sıkıntıy)ı giderirse, Allah da ondan kıyamet gününün keder (ve sıkıntı)larından bir kederi giderir. Her kim bir müslümanı(n aybını) örterse, Allah da kıyamet günü onu(n aybını) örter.’6
Dükkânın bir bölümü mescit idi
Efendi hazretlerinin Ankara’ya hicret ettikten sonra açtığı ilk ve ikinci dükkânında yerden 2 metre kadar yükseklikte kendi yaptırdığı mescit bulunmaktaydı.
Namaz vaktine ehemmiyet…
Namaz vakti yaklaşıp da namaz için mescide çıkıldığında bir müşteri gelirse güzel bir lisanla: ’Biz şimdi namaz kılacağız. İster namaz kılıncaya kadar bekle, ister sonra gel. İstersen de yandaki komşuya var, ihtiyacını ondan al.’ derdi. Asla namazı geciktirip de müşteriyle ilgilenmezdi. Şeytanın insanı namazdan ve onu ilk vaktinde cemaatle kılmaktan alıkoymaya çalıştığını ifade etmek üzere: ’Namaz vakti şeytan müşteri gönderir.’ derdi.
İkindi namazı…
Hanefî mezhebi imamları arasında öğle vaktinin sonu ve ikindi vaktinin başı ile alakalı ihtilaftan dolayı dükkânda ikindi namazı biraz tehir edilerek kılınırdı. Bu tutumu onun, hayatındaki amellerinde hücceti esas aldığını, keyfi ve nefsi davranmaktan kaçındığını göstermektedir.
Namazın vacipleri…
Efendi hazretleri dükkâna, bizzat kendisinin fıkıh kitapları üzerinde araştırma yaparak hazırladığı ’namazın 33 vacibi’ diye bir liste asmıştı. Bir defasında bir ziyaretçi, bu listede yazılan vacipleri okuyunca: ’Bunların hepsi birbirine benziyor.’ diyerek itiraz etti. Efendi hazretleri ona: ’Şu kalemi al ve listeden aynı olanları işaretle.’ dedi. Adam kalemi aldı, fakat dikkatle incelediğinde hiçbirinin, diğerinin aynı olmadığını gördü. Evet, birbirine benziyorlardı; ama hiçbiri tekrar değildi.
Dükkânda yemek…
Yemekler dükkânda pişirilirdi. Yemekler, mevsim sebzeleriyle hazırlanır ve genelde de menemen olurdu. Misafirler ve o anda dükkânda bulunan müşteriler mutlaka yemeğe buyur edilirdi. Müşterilerin bazısı yer, bazısı yemezdi; ancak Efendi hazretleri misafirlere evinde, evinde olmazsa dükkânda mutlaka yemek ikram ederdi.
Ben cumartesi günleri dükkâna hizmet etmek için giderdim ve her gittiğimde mutlaka misafire şahit olurdum.
Çay ocağı…
Dükkânda her daim çay hazır olurdu. Birinci dükkânında, ilk başta çaylar, çay ocağından gelirdi. Efendi hazretleri hiç demedi; ama gelen misafir ve müşterilere ikram ettiği çaylar için bir ayda neredeyse benim memur maaşım kadar çay ocağına para öderdi.
Emr-i bi’l-ma’rûf…
Bir defasında kötü yola giden bir misafirine: ’Şu tespihi al ve 100 defa ’lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm’ zikrini çek.’ dedi. Adam hemen orada bu zikri yaptı. Bir gün sonra tekrar dükkâna geldiğinde, gittiği mekândaki kötü kadınla arasının bozulup tartıştığını söyledi. Bunun üzerine Efendi hazretleri: ’O, 100 defa bu zikri yapınca Allah (c.c.)’dan bir yardım geldi ve o kötülüğe karşı durmak için kalbinde kuvvet buldu, o kadına karşı bu kuvvetle durabildi.’ dedi.
El emeğiyle geçinen şeyhe can kurban…
Efendi hazretlerinin yaşantısı, insanların görmeye alışık oldukları; insanlara el açarak, para toplayarak geçinen günümüz müteşeyyihlerinin/şeyh geçinenlerin yaşantısından çok farklıydı. Kimseden bir şey istemiyor, kendi rızkını el emeğiyle, ticaretiyle kazanıyordu. Bu nedenle bir defasında malzeme satan bir toptancı çalışanı, Efendi hazretlerini ve yaşantısını görünce çok mutlu olmuş ve: ’Ticaret yaparak kendi kazanıp herkese yedirip içiren, ikram eden, helal yoldan kazanan ve başkasından bir şey istemeyen şeyhe can kurban.’ demişti.
Efendi hazretleri alın teriyle, ticaretle helal yoldan kendi kazandığını yemeye büyük önem veriyordu. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyuruyordu:
’Hiçbir kimse, elinin emeğinden yemekten daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir. Muhakkak ki Allah’ın nebisi Dâvud (a.s.) da elinin emeğinden yerdi.’7
Çocuk hırsız…
Bir defasında bir çocuk, Efendi hazretlerinin dükkânından bir malzeme çalarken yakalandı. Efendi hazretleri ona: ’Sana dayak mı atayım, karakola mı götüreyim, yoksa tevbe mi edeceksin?’ dedi. Çocuk: ’Tevbe ettim.’ deyince onu serbest bıraktı.
Efendi hazretleri çocuğu, çaldığı malzemeyi ve yaptığı yanlışı görmezlikten gelebilirdi, fakat hırsızlığa alışmasın ve bir daha yapmasın diye onu tevbeye sevk etti.
Kanaati…
Efendi hazretleri bir defasında: ’Kalbime öyle geliyor ki tinere zam gelecek. Fakat ben kalbime böyle geliyor diye daha fazla kar etmek için fazla fazla değil, her defasında aldığım kadar alıyorum.’ dedi. Hâlbuki zam gelecek diye o maldan fazla alabilirdi; ama Efendi hazretleri maneviyatı dünyalık elde etmek için hiç kullanmadı.
Onun, kapısına gelen hastalara herhangi bir karşılık almaksızın okuması da bu mevzuda çok güzel bir misaldir. O, bir hastaya okumadan evvel, namaz kılıp kılmadığını sorardı. Şayet hasta namaz kılmıyorsa önce ondan namaz kılacağına dair söz alır, namaz kılacağına, Allah’a itaat edeceğine söz verirse okurdu. Ve okuduğu hastalar çoğu kere şifa bulup gittikleri halde hiçbir zaman onlardan bir ücret istemez, verenlerden ise asla kabul etmezdi.
Doğruluk ve dürüstlüğü…
Efendi hazretleri borcunu zamanında öder, hiç aksatmazdı. Doğruluk ve dürüstlüğü sayesinde esnaf ve toptancılar içerisinde öyle bir yer edinmişti ki hangi malı sipariş etse toptancılar istediği kadar gönderir, hangi esnaftan bir şey talep etse isteği derhal karşılanırdı. Çünkü onlar, paralarının zamanında ödeneceğinden emindiler.
Sermayenizi geniş tutun…
İhvanlarından esnaf olanlara: ’Sermayenizi biraz geniş tutun, elinizde fazladan bir miktar paranız olsun ki ödemelerde zorluk çekmeyesiniz. Mesela: 10 bin sermayen varsa bunu 15 bin yap. Zira sana borcunu, çek ve senedini gününde ödemeyen olabilir. Hesapların tutmaz, bu sebeple kendi borçlarını ödemekte zorluk çekersin, yalancı durumuna düşebilirsin.’ diyerek uyarırdı.
Esnafın 3 kötü ahlakı…
’Siteler esnafının üç kötü ahlakı var. Bu ahlaklar onları batırıyor:
1- İmkânı olduğu halde işçinin, çırağın ücretini tam ve zamanında ödememek.
2- İmkânı olduğu halde borçlarını zamanında ödememek, geciktirmek.
3- Eline para geçince bunu kötü yollarda harcamak.’
Biz de o zaman görüyorduk ki, sitelerde dürüst bir şekilde esnaflık yapmak çok zor. Zira birçokları faizle iş tutuyor, birbirini göz göre göre kandırmaya çalışıyor. Fakat Efendi hazretleri, böyle bir ortamda helal ticaretle para kazanıp harama tenezzül etmiyor, kazancına haram para karıştırmıyor ve bu haliyle diğer esnafa örnek oluyordu.
Muhalefet…
Efendi hazretleri İslâm’a uygun olmayan yılbaşı vb. herkesin dükkânını kapattığı tatil günlerinde, o dönemde yanında çalışan ağabeyim Ahmet’e: ’Dükkânı aç, biraz bekle, sonra kapat.’ derdi ve İslam’a uygun olmayan tatil günlerinde, o günleri kutlayanlara ve tatil yapanlara muhalefet ederdi.
Bir Müslüman, Ehlikitap ve müşriklere benzememe, elden geldiği kadar muhalefet etme ahlakını muhafaza etmelidir. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde:
’Her kim, bir kavme benzerse, o onlardandır.’8 buyurmuş ve her fırsatta onlara muhalefet etmekten geri durmamıştır. Öyle ki Ehlikitap’tan Yahudiler:
’Bu adam (yani Muhammed), iş(ler)imizden, bize muhalefet etmedik hiç bir şey bırakmak istemiyor.’9 demekten kendilerini alamamışlardır.
Telefon kullanımı…
Efendi hazretleri, telefonun tuşlarına her zaman sağ elinin şahadet parmağı ve orta parmağıyla basardı. O, hakkında açık bir nas olmayan ve sonradan çıkan hususlarda sünnette ona benzer fiillere veya kavillere itimat ederek hareket ederdi ki sağ elini ve işaret parmağını kullanması da zannımca onlardan biriydi.
’Semet’ menteşe…
Efendi hazretleri, Esmâ-i Hüsnâ’nın kullanımında çok hassas davranırdı. O devirde ’Samet’ adlı bir menteşe satılırdı. Bir müşteri dükkâna gelerek: ’Samet menteşe var mı?’ dese: ’Semet menteşe var.’ derdi. Esasen ’Samed’ Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden olduğu için bu ismin bir menteşe için kullanılmasına razı olmuyor ve menteşenin adını değiştiriyordu.
Tavla menteşesi…
Efendi hazretleri, ’Dükkâna gelen müşterilerden ’tavla menteşesi’ sorana ’(tavla için) yok’ deyin.’ derdi. Eğer mobilyacı, o menteşeyi başka bir iş yapmak için isterse ’Var’ denir ve satılırdı. Bununla haram bir şeye vesile olmayı istemezdi. Çünkü dinimizce helal ve hayır olan bir işe yardım etmek, işaret etmek, vesile olmak tıpkı onu yapmak gibi mükâfat elde etmeye, şer bir işe yardım etmek, işaret etmek, vesile olmak ise tıpkı onu yapmak gibi cezaya çarptırılmaya sebep olmaktadır. Nitekim Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde:
’Muhakkak ki hayra delalet eden onu yapan gibidir.’10 buyurmuştur.
Zenginlik akılla değildir…
Efendi hazretleri, ’zenginliğin akılla olmadığını’ söyler ve: ’Zengin bir iş adamının yanında müşavir olarak çalışan bir profesör zenginden daha akıllı ve bilgili olup zengine akıl verdiği halde maaşını zenginden alıyor. Her akıllı ve bilgili zengin olacak olsaydı en önce profesörlerin zengin olması gerekirdi.’ derdi.
Komşunun zararına ortak olmak…
Efendi hazretlerinin birinci dükkânının karşısında kaplama satan Rasim ağa diye birisi vardı. Sami Efendi hazretlerinin müritlerindendi. Efendi hazretleri o ve birkaç kişiyle, yine onun arabasıyla bir müddet Ankara dışına sohbetlere gitmişlerdi.
Rasim ağa bir defasında nasıl olduysa ticaret yaptığı kaplamaları pahalıya ya da kalitesiz almış. Rasim ağanın bana bizzat kendi ifadesi şöyleydi: ’Ben malımın zarar edeceğini biliyorum. Çevre esnafta da zaten bu konuşuluyor.’ Efendi hazretleri buna rağmen kendisine: ’Ben bu sene aldığın kaplamalara ortak olacağım.’ diyor. Rasim ağa her ne kadar: ’Neden ortak oluyorsun, bak bu mallar zarar eder.’ dese de Efendi hazretleri onu kendi haline bırakmıyor ve sırf ona yardım olsun diye ona ortak oluyor. Nihayet bu mallar birkaç ay içerisinde satılıyor ve zarar değil aksine kar ediliyor.
Burada Efendi hazretlerinin ne kadar engin düşünceli, sadakatli, komşu hakkına riayetkâr ve yardımsever bir kişi olduğunu düşünün. ’Zarar etmişsin, geçmiş olsun.’ ya da ’Senin zararına yardım edeyim.’ veya ’Senin zararını azaltmak için seninle ortak oluyorum.’ demiyor. Bilmiyormuş gibi, karşı tarafı rencide etmeden ticaret ortağı olmak istiyor. Ne güzel bir ahlak!
Büyükleri anlamak…
Bir defasında Efendi hazretlerinin yanında, ’İmam-ı Azam’ın yatsı namazının abdestiyle sabah namazlarını kıldığı’ndan bahsedildi. Mecliste bir kimse: ’Efendim, bu gerçekten doğru mu?’ dedi. Efendi hazretleri ona cevaben: ’Sen 1000 gün oruç tutarsan doğru olduğunu belki anlarsın!’ dedi. Bu sözü söyleyen kimse, nefis penceresinden konuştuğu için büyüklerin hallerine Allah’ın yardım ve inayetini göremedi. Efendi hazretlerinin burada orucu tavsiye etmesi, nefsinin bu ahlakından kurtulmasıyla ancak bu nimeti idrak edebileceğine işaret içindir.
Aleyhinde olanların ilahî cezalara duçar olmaları…
Siteler esnafı içerisinde Efendi hazretlerini sevenler olduğu gibi çekemeyip düşmanlık edenler ya da aleyhinde ileri geri konuşanlar da vardı. Ahmet ağabeyim, Sitelerde alacakları tahsil etmek için esnafları dolaştığı esnada bazılarının Efendi hazretlerinin aleyhinde konuştuklarına şahit olmuş. Onlara: ’Efendi hazretlerinin aleyhinde konuşanların hemen hepsi iflas etti. Borcunu tam ödeyen, dürüst olanların işleri ise iyi gidiyor. İleri geri konuşmayın, Allah dostuna karşı edepli olun, ayağınızı denk alın. Yoksa siz de iflas edersiniz.’ demiş.
Efendi hazretleri bir defasında: ’Cenâb-ı Hakk’ın bir ism-i şerifini zikrediyordum, fakat daha sonra bıraktım. Çünkü baktım ki komşu esnaflardan aleyhimde konuşanların çalışma esnasında elleri veya parmakları kesiliyor. Onlar zarar görmesin istedim.’ demişti.
Bizzat şahit oldum:
Hemşeri bir komşumuz vardı. Efendi hazretlerinin gençlik yıllarında Malatya’da marangozluk yaparken yanlışlıkla makineye kestirdiği parmağı hakkında ileri geri konuşuyordu. Daha sonra kendisi, gıda fabrikasında çalışırken parmağını makineye kaptırdı.
Yine bir kadın komşumuz vardı. O da kıskançlık sebebiyle Efendi hazretleri hakkında hoş olmayan laflar ederdi. Nihayet bu kadın uzun süre kimsenin haberi olmadan gizli nikâhla beraber yaşadığı bir adamla birlikte kendi akrabaları tarafından rezil edildi. Ben bizzat olay gecesinde bir yerden gelirken bu kadının uygunsuz bir halde yolda koşturduğunu gördüm.
Allah (c.c.), dostlarının aleyhinde olanları er geç rezil eder. Çünkü Allah dostuna yapılan her bir hareket menfi ya da müspet direk Allah tarafından gözetilir ve daha dünyada iken karşılık görür. Zira bir kutsi hadiste şöyle buyruluyor:
’Her kim benim bir veli (kulu)ma düşmanlık ederse, mutlaka ona harp ilan ederim. Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden (amellerden) bana daha sevgili olan hiç bir şeyle (amelle) yaklaşamaz. Kulum bana, nafile (ibadet)lerle yaklaşmaya devam eder. Nihayet onu severim. Onu sevdiğim zaman ise, onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum. Benden (bir şey) isterse mutlaka ona veririm. Şayet bana sığınırsa mutlaka onu korurum. Ben, yapmayı dilediğim hiçbir şey hakkında, müminin canı(nı alma) hususundaki tereddüdüm gibi tereddüt etmedim. (O) ölümden hoşlanmıyor, ben ise ona, (dünyada yaşatıp yaşlandırarak ve cennet nimetlerinden uzak tutarak) eza vermeyi hoş görmüyorum.’11
(Endnotes)
1 Buhârî, el-Eymânu Ve’n-Nuzûr, 1.
2 en-Necm, 53/39.
3 Tirmizî, Zühd, 56.
4 Ebû Dâvûd, Cihâd, 85.
5 el-Mâide, 5/2.
6 Buhârî, Mezâlim, 3.
7 Buhârî, Buyû’, 15.
8 Ebû Dâvûd, Libâs, 5.
9 Müslim, Hayd, 3.
10 Tirmizî, İlm, 14.
11 Buhârî, Rikâk 38.
Nurlu Hatıralar - 157.Sayı
Özlenen Rehber Dergisi 157. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.