Bismillâh…
Ve’l-hamdu lillâh…
Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ Rasûlillâh…
Emmâ ba’d…
Kıymetli okurlarımız!
Yüce Rabbimiz, yüzyıllarca İslam’a hizmet eden bu millete bir kez daha merhamet etti, 15 Temmuz’da büyük bir belayı atlattı. İslam, vatan, namus ve bayrak uğruna can veren tüm şehitlerimize rahmet, gazilerimize sağlık ve hayırlarla dolu bir ömür diliyoruz. Hepsine müteşekkiriz.
Büyüklerimiz ’Vatan sevgisi imandandır.’ demişler ve ne kadar da isabet etmişler! Abdullah b. Adî b. Hamrâ ez-Zuhrî (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.)’i, (devesi üstünde, Mekke’nin) Hazvera (mevkiin)’de dururken gördüm, (Mekke şehrine doğru dönüp) şöyle buyurdu: ’Vallahi, muhakkak sen, Allah’ın arzının mutlaka en hayırlısısın ve Allah’ın arzının Allah’a en sevimli olanısın. Şayet senden çıkarılmamış olmasaydım, (senden) çıkmazdım.’ (Tirmizî, Menâkıb, 69)
Evet, Efendimiz, ’ümmü’l-kurâ/vatanların, beldelerin anası’ olan Mekke’ye karşı sevgisini ve ondan ayrılış hüznünü bu sözlerle dile getirmekte, bizlerin de vatanımıza karşı beslememiz gereken sevgi ve bağlılığa bir yol açmaktadır. Müminlerin cennete olan özlem ve iştiyakı da temelde herhalde bu vatan sevgisine dayanmakta, çıktığı ana yurduna tekrar dönebilme azmi iman ve salih amele sevk etmektedir.
Vatan kutsaldır. Zira o olmazsa ne din ne devlet kalır, namus ve mal güvende olmaz. Suriye ve Irak halkının hali ortada. Onları görünce vatanın, kötü de olsa devlet sahibi olmanın kıymetini daha iyi anlıyoruz. Ve bu ülkede nice alimlerin, dinine bağlı Müslüman halkın ne kadar sıkıntı ve zulüm görseler de devlete baş kaldırmayıp acılarını sinelerine gömmelerinin sebebini bugün daha iyi idrak ediyoruz. Zira darbe başarılı olsaydı;
- ülkenin büyük bir iç savaşa sürükleneceğini,
- terör örgütlerinin nasıl da pusuda beklediğini,
- ülke topraklarının parçalanacağını,
- aç kurtlar gibi fırsat kollayan dost görünümlü düşman devletlerin nasıl saldıracağını
ayan beyan hepimiz gördük. Bunu idrak eden vatan aşıklarının ölümü göze alarak tankın önüne yatmalarını, kurşunlara hedef olmalarını çok görmemek gerek.
Bu kahraman Müslüman millet, nasıl askerî ve yargısal darbelerin farkına varıp püskürttüyse aynı şekilde yıllardır itikâdî ve amelî planda vurulan ve sümenaltı edilen darbelerin de artık farkına varmalı ve gerekli tedbirleri almalıdır.
Müslümanlara bu ülkede hak ve hürriyet tanımayan zalimlerin, ’Allah’ın tesettür emrini yerine getiriyor’ diye kızlarımızı kendi paramızla yaptırdığımız okullara sokmadığı yılları hatırlayın. Müslümanlar bu zulme direnirken, bugün darbeye kalkışanlar: ’Başörtüsü teferruattır. Başörtülerinizi açın ve okulunuzu okuyun!’ diyerek yangına körükle giderek Müslümanları yalnız bırakmamışlar mıydı?
Bugün ulaştıkları mevkilere gelebilmek için kul hakkı yemeyi, amme menfaatini ihlali, beynamazlığı, bırakın dinsizine, en Müslüman’ına bile takiyye yaparak münafıklığı ve daha nice haramı mubah saymamışlar mıydı?
Evet, amelî darbelerin ardından en nihayet itikadî alandaki darbe geldi ve bu güruh, Müslüman cemaatlerin veya liderlerinin hiçbiriyle irtibat kurmaya tenezzül etmezken ’dinler arası diyalog’ adı altında papazlarla, hahamlarla görüşüp Peygamberimiz (s.a.v.)’e imanı yok saydılar. Ebedi cehennemde oldukları Kur’an’da açıkça ifade edilen Yahudi ve Hıristiyanlara daha dünyada sıratı geçirip onları cennete sokma gayreti içerisine girdiler.
Ve tüm bu batıl anlayışları, yalancı gözyaşlarıyla, yaldızlı sözlerle, türlü akıl oyunlarıyla saf Müslümanlara masum gösterdiler. Öyle ki tabileri, her batıl iş ve sözlerinde hep birer hikmet aradılar. Çünkü kisve hoca sarığı ve cüppesiydi, sözler ayetti, hadisti, işin adı hizmetti.
İslam’ın temeli tevhit akidesidir. Tevhidin olmadığı yerde İslam da yoktur. Tevhit inancı, haram ve helal kılma, yasa ve hüküm koyma yetkisinin ancak Allah’a ait olduğunu ikrar etmeyi gerektirir.
Evet, hahamlar Yahudileri, rahipler de Hıristiyanları, hak dini tahrif ederek, helali haram, haramı helal kılarak hak yoldan saptırdılar. Öyle ki gönderdiği dini bırakıp onların peşinden gidenleri Rabbimiz şöyle vasfetmektedir: ’(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hıristiyanlar ise) rahiplerini rab edindiler.’ (et-Tevbe, 9/31)
Peygamberimiz (s.a.v.) bir defasında bu ayeti okumuş ve şöyle buyurmuştur: ’Dikkat edin, muhakkak ki onlar, bunlara (din âlimlerine) ibadet etmiyorlardı. Fakat onlar, (Allah’ın haram ettiği) bir şeyi kendileri için helâl kılınca onu helâl sayıyor, (Allah’ın helâl kıldığı) bir şeyi de kendilerine haram edince onu haram kabul ediyorlardı.’ (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, Min Sûrati’t-Tevbe, 10)
Her kim Allah’tan başka bir sistemin ya da din adamının her dediğinde bir hikmet arayıp şeriata uygun olup olmadığına bakmadan, körü körüne kabul eder ve yaşamını bunlara göre şekillendirirse tevhitten uzaklaşmış olur ve bugün yaşadığımız hayal kırıklıkları, ümitsizlikler ve sosyal buhranlar meydana gelir. Hele bir de ahirette yaşanılacak hüsranı düşünün?
Geldiğimiz noktada suret-i haktan görünerek insanları sırât-ı müstakimden saptıran bedbahtlar bizi ümitsizliğe ve güvensizliğe sevk etmemelidir. Peygamberimizden bu yana insanlığı hayra, hak ve hakikate davet eden istikamet sahibi gönül erleri ve âlimler eksik olmadığı gibi bundan sonra kıyamete kadar da eksik olmayacaktır. Yeter ki bizler onları arayalım, tanıyalım, onlara sımsıkı tutunup peşlerinden gidelim.
Şayet bizler yanlışları İslam’a mal eder, güvensizlik ortamı oluşturmaya hizmet edersek ’Ne tarikatı ne cemaati, ne hacısı ne de hocasına bu zamanda güvenme’ diyenlerin değirmenine su taşımış, İslam’a ve Müslümanlara asıl darbeyi biz vurmuş oluruz.
Müslümanların bir araya gelip cemaat olmaları rahmettir. Cenâb-ı Hak: ’(Ey Müslümanlar!) Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a, İslam’a, Peygambere) sımsıkı sarılın ve parçalanıp bölünmeyin.’ (Âl-i İmrân, 3/103) buyurarak birliği emretmiş, Peygamberimiz (s.a.v.) de: ’Cemaat rahmettir, ayrılık ise azaptır.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.30, s.390, h.no:18449, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997) buyurarak birbirimize kenetlenmeye çağırmıştır.
Birlik ve beraberlik, kuvveti, istikameti ve Allah’ın rahmetini celbeder, yeter ki o birliğe mensup olanlar; asıl çatının Kur’an ve Sünnet olduğunu, esas intisabın Allah ve Rasûlü’ne yapıldığını, öncelikle şeriatın emir ve nehiylerinden sorumlu olduğumuzu, Allah ve Peygamberine isyan noktasında kula itaat olmayacağını, Peygamber dışında herkesin hata yapabileceğini, cemaat ya da tarikat taassubuna düşmenin, kendimizden başkasını hatalı ve batıl yolda saymamızın yanlış olduğunu, Müslümanların kardeş olduğunu idrak etsinler. Bu hususlara dikkat edilmezse cemaatler, dar planda bir grup Müslüman’ı birleştirirken umum manada ümmeti bölmeye sebep olur. Halbuki bu ümmet, taassup ve ihtilaftan gördüğü zararı başka hiçbir şeyden görmemiştir.
Son olarak; zalimin zulmü, bizleri adaletten ayırmamalıdır. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
’Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutanlar, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan şiddetli öfke(niz), sakın ha sizi (onlar hakkında) âdil davranmamanıza sevk etmesin. Adil olun. Bu, takvaya en yakın olandır. Allah(’a karşı gelmek)ten sakının. Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.’ (el-Mâide, 5/8)
Vesselam.
Editörden - 157.sayı
Özlenen Rehber Dergisi 157. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.