Onlar yaptıkları işlerin adına ıslah diyorlar. Allah Azze ve Celle ise ifsat diyor. Bunun bir tipik örneğini ülkemiz 15 Temmuzda yaşadı… Müslüman âlem-i yaşamakta…
Hala ıslah adı altında, insan hakları adı altında ’yurtta sulh konseyi’ adı altında Suriye’ye girmek istiyorlar, Irak’a girdiler, ıslah adına, düzeltmek adına, hepsi ıslah adına idi; fakat onlar ifsat ettiler. İnsanları katlettiler, bombalarla, silahlarla, kendi milletini ve devletini vurdular.
Ebû Hureyre (r.a.), Efendimiz (s.a.v.)’den şöyle rivayet ediyor: ’Her kim bize karşı silah taşırsa bizden değildir. Her kim de bizi aldatırsa bizden değildir.’1 İnsanlıktan nasibi olmayan bu kansızlar, halkımıza, milletimize silah da çektiler, aldattılar da ve daha neler neler…
Makalemizde vereceğimiz ayetler de adeta bizlere bir bakış açısı kazandırıyor. Bakara Suresi’nin 11 ve 12. ayetlerinin sebeb-i nüzulünü münafıklar için sınırlandırmayalım. Şayet insan, İslam dininin, Kur’an’ın ve Sünnet’in dışına çıkıyorsa onun için de geçerli olmalıdır. Bunda şüphe yoktur, zira bir akıl vahyin, Kur’ân’ın, Sünnet’in bağlamından çıkmışsa ’Mufsidûn/fesatçılar’dan sayılır…
Cümle âlem biliyor ki bizler Müslümanları kardeş ilan eden2 bir dinin mensuplarıyız. Bu kardeşliğin bize lütfettiği ilahi nimetlerden birisi de fedakârlıktır. Ve yine insanları iyiliğe ulaştıracak temel ahlaklardan biri de ’fedakârlık’tır. Türk milleti bu fedakârlığı hiçbir ayrım yapmadan Türk’ü-Kürt’ü, Sünni’si-Alevi’si, Laz’ı-Çerkez’i ile uykularından, yemelerinden ve içmelerinden daha sayamayacağımız birçok işlerinden fedakârlık yaparak bu devleti büyük bir darbe girişiminden korumuştur. En büyük yürüyüşü ve gövde gösterisini yapmış, sadece Türkiye’yi değil Ümmet-i Muhammed’i kurtarmıştır.
İslam’ın birçok gayeleri vardır, bu gayelerinden biri de; yeryüzünde barışı, adaleti ve huzuru sağlamaktır. İslâm’ın prensiplerini, gayelerini tam olarak yaşayan toplumlarda birlik, beraberlik ve huzur yaşanırken, bu hükümlerden uzaklaşan toplumlarda ise tarih boyunca fitneler zuhur etmiş, bu fitneler insanları çeşitli felaketlere sürüklemiş, hatta yok olmuşlardır.
İçinde yaşadığımız bu çağ, neredeyse her şeyin aslının bozulduğu ve fesada uğradığı bir çağdır. Islah elbisesi giydirilmiş nice ifsatçıların Ümmet-i Muhammed’i yok etmeye çalıştığı bir çağ…
Kısa bir genel bakıştan sonra bu ayki makalemizde mü’minler arasında bozgunculuğa ve kargaşaya sebep olan fitne’den ve sonucu olan zulüm’den bahsetmek ve ilk olarak fitnenin ne manaya geldiğini açıklamak istiyorum.
Aslında dikkatlice baktığımız zaman aşağıdaki vereceğimiz Kur’ân-ı Kerim bağlamındaki tarifler bizlere bir bakış açısı kazandırıyor.
’Fitne’ kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de: ’Saptırma’3; ’Fenalık yapma’4; ’Belaya uğratma’5; ’Kargaşa ve ölümü temenni ettiren hal’6 gibi manalarda kullanılmış, Rabbimiz Teâlâ: ’Fitne, (adam) öldürmekten daha şiddetlidir.’7 buyurarak onun ne kadar vahim bir şey olduğunu bizlere bildirmiştir.
Genel bir ifadeyle Allah (c.c.)’dan, O’nun rızasından uzaklaştıran, zelil bir hayat yaşamaya neden olan her şeye fitne denir. Burayı vurgulayarak söylüyorum ki fitnenin temelinde enaniyet, makam, hırs ve dünya sevgisi yatmaktadır. Bu ise çoğu zaman; ırkçılık, makam ve iktidar hırsı olarak tezahür etmektedir.
Diğer yönden fitne, Cenâb-ı Hakk’ın sadık kullarıyla sadık olmayanlarını birbirinden ayıran bir imtihanıdır. Fitne seline kendini kaptıranlar, hakikat ölçülerini terk ederek nefsin, heva ve hevesin oyuncağı olurlar ve olmuşlardır da.
Fitne, bir zorluk ve imtihan olduğuna göre, mü’min onunla her an karşı karşıya gelebilir.
Fitne çıkarırken ’ıslah’ adı altında dini görevlerini hakkıyla yapmayan, dinden taviz veren kimseler, fitne ve ifsat faaliyetleriyle toplumun bütününün helâkine yol açarlar. Böyle durumlarda değer ölçüleri yerle yeksan ederler. Hak ile batılı, doğru ile yanlışı yer değiştirirler ve insanlar, ’doğru yapıyoruz’ düşüncesiyle yanlışlıklar içinde battıkça batarlar.
Nitekim Rabbimiz Azze ve Celle; ’Onlara: ’Yeryüzünde fesat çıkarmayın!’ denildiği zaman: ’Biz ancak ıslah edici kimseleriz’ derler.’8 buyuruyor.
Ayet-i kerimede işaret edildiği gibi tarih boyunca yeryüzünde en büyük fitne, ıslah adı altında yapılmıştır. En büyük bozgunculuk ise din kisvesine bürünerek, dini alet ederek yapılmıştır.
Hz. Âdem’den başlayıp çağımıza kadar kesintisiz olarak devam etmiş ve bundan sonra da kıyamete kadar sürecek olan ıslah-ifsat meselesi, insanlığın insanlıkla imtihanı olmuştur ki, imtihan süreci olan bu mesele sonucunda yeryüzünü ifsat edenler kaybetmişler, hakiki manada ıslah edenler ise kazananlardan olmuşlardır.
Unutmamak lazımdır ki Efendimiz (s.a.v.) döneminde de İslam’ın güç ve iktidar sahibi olduğu Medine devrinde dahi imanlarını izhar edip küfür ve düşmanlığı kalplerinde gizleyerek Müslümanlara en büyük darbeyi vurmaya çalışan münafıklar var olmuştur.
Rehberimiz Kur’ân-ı Kerim’de de bu tür insanları tanımamız için Allah Azze ve Celle birçok ayetleri Habibi olan Efendimiz (s.a.v.)’e indirmiş ve onların nitelikleri bizlere anlatılmıştır.
Şüphe yok ki bozguncuların, fitnecilerin yöntemleri değişse de gerekçeleri hiçbir zaman değişmemiştir. Bu nedenle Müslümanlar ayık olmalıdırlar. Böyle bir davada atılan adımların, konuşulan sözlerin, kıyamet gününde hesabını vereceklerini unutmamalıdırlar.
Günümüzde özellikle İslâm dünyasına yönelik garb’ın tasallutlarının hangi gerekçelerle yapıldığına baktığımız zaman şunu görüyoruz: Önce insanların değerleri ile oynanıyor. Arkasından da ’ıslah ve ifsat’ mücadelesi başlıyor!..
Çözüm: Birlik ve Beraberlik
Bir olmamız lazımdır, zira Allah Azze ve Celle Kur’ân-ı Kerim’inde biz Müslümanlara hitaben şöyle buyuruyor: ’Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece âyetlerini açıklar.’9
Dünya genelinde ve özellikle ülkemizde Müslümanlar olarak birliğe sebep olacak işlere tutunmalı, ayrılıktan şiddetle sakınmalıyız. Zira ’Cemaat (birleşmek) rahmettir, ayrılık ise azaptır.’10 Çevremizdeki yangınlar bizi de sarmadan uyanmalıyız. Mü’minler tarihte, birlik oldukları sürece kuvvetli olmuş, ayrıldıkça zayıflamış, kâfirlerin zulmüne maruz kalmışlardır.
’İfsat’ Eşittir ’Zulüm’
Zulüm, hakkı sahibine vermemek veya sahibinin elinden almaktır. Zulüm, insanların ırz ve namusuna, mal ve servetine, haysiyet ve şerefine, hak ve hürriyetlerine tecavüzde bulunmaktır. Allah Teâlâ, insanları bu gibi haksız davranışlarda bulunmaktan menetmiş ve: ’Sakın zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız).’11 buyurarak değil zulmetmeyi, zulme ve zalime meyletmeyi dahi nehyetmiştir.
Âlimlerimiz, zulmü üç kısma ayırmışlardır:
Birincisi; insanın Allah’a karşı işlediği en büyük zulümdür ki; bu da şirk ve küfürdür. Zira Rabbimiz Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: ’...Şüphesiz şirk çok büyük bir zulümdür...’12
İmanın gereklerinden birini dahi hafife almak veya inkâr etmek; başlı başına küfür ve başlı başına zulümdür.
İkincisi; insanın, insana ve çevresine karşı işlediği zulümdür. Bu da, insanın insanlara, diğer canlılara ve tabiata karşı işlemiş olduğu, yanlış ve zararlı davranışlardır. Yalan söylemek, yalan yere şahitlik etmek, haksız yere adam öldürmek, hırsızlık etmek, zina yapmak, suçluları koruyup suçsuzları cezalandırmak, Allah’ın hükümleriyle hükmetmemek gibi ana maddeler âyet-i kerimelerde özellikle üzerinde durulan zulüm şekilleridir.
İnsanoğlu, zulümde hep başrolde yer almıştır. Kâinatta hiçbir varlık yaratılış gayesinin dışına çıkmazken, insanoğlu, şeytana dost olmuş, isyanı ve küfrü sebebiyle; kâinatın düzenini bozmaya yeltenmiştir.
Zulmün üçüncü çeşidi ise; insanın kendisine karşı işlediği zulümdür. Nitekim: ’Şüphesiz Allah insanlara hiç bir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler.’13 âyeti, insanın kendi nefsine zulmettiğini ifade etmektedir. Çünkü insan; ilâhi emirleri görmezlikten gelir, inkâr eder ve neticede kendi eliyle kendisini cehennem azabına sürükler.
İnsanoğludur, Allah’a isyan etme cüretini gösteren. İnsanoğludur, Allah’ın gönderdiği peygamberlere muhalefet eden. Yine insanoğludur, insanlığa kan kusturan ve yine insandır, insanları kurşunlayan ve bombalayan.
Yeryüzünde meydana gelen olayları yakından izliyoruz. Müslümanlar dünyanın birçok yerinde eziyete ve zulme maruz kalıyor. Yıllar önce başlayan ve hala devam eden Suriye’de kâfir eliyle yapılan zulüm ve baskı, bugün kendisini Müslüman sayan kimseler tarafından icra ediliyor. Çoluk çocuk demeden, kadın ihtiyar demeden toplu katliamlar yapılıyor. İdareciler, geçici dünya metaı ve saltanatlarının bekası için kendi halklarını imha ediyor. Böylesine insanlık dışı muamelelere karşı insanlık âlemi, hürriyet ve adaletten dem vuranlar ise, her zaman olduğu gibi sessiz ve duyarsız kalıyor.
Küfür Ehli’nin Müslüman’a Merhamet Etmesi Beklenemez
Zaten küfür ehlinden, Müslüman’a merhamet etmesi beklenmez. Onlar, mü’minlere karşı kinlerinden dolayı parmaklarını ısıran, âyette bildirildiği üzere ’Mü’minlere bir iyilik dokununca üzülüp, başlarına bir kötülük gelince sevinen’14 kimselerdir.
Ey Ümmet-i Muhammed (s.a.v.); Hucurât Suresinin 10. âyeti hükmünce Müslümanlar kardeştir. Birbirlerine iman ve İslâm bağıyla bağlıdırlar. Bir Müslüman, başka bir Müslüman’ın başına gelenlere seyirci kalamaz, kalmaması da lazımdır, duyarsız olamaz ki bunu çok güzel olarak da göstermişlerdir. Elinden gelen her türlü yardımı maddî olarak yapmışlar, manevî olarak da Allah’ın Beytin’de ’Türkiye İçin’ ’Ümmet-i Muhammed’in Birliği için ’dualar edilmiştir.
Rabbim acziyetimizi bağışlasın. Bugün duadan ve ümmet’in birliği için başka elimizden ne geliyor? Bari onu kardeşlerimizden esirgemeyelim.
(Endnotes)
1 Müslim, Îmân, 45.
2 Bkz., el-Hucurât, 49/10.
3 Bkz., el-İsrâ, 17/73.
4 Bkz., en-Nisâ, 4/101.
5 Bkz., el-Burûc, 85/10.
6 Bkz., el-Bakara, 2/191.
7 el-Bakara, 2/191.
8 el-Bakara, 2/11.
9 Âli İmrân, 3/103.
10 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.30, s.390, h.no:18449, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997.
11 Hûd, 11/113.
12 Lokmân, 31/13.
13 Yûnus, 10/44.
14 Bkz., Âl-i İmrân, 3/119-120.
İslah Mı, ifsat Mı?
Özlenen Rehber Dergisi 157. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.