بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله رب العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى آله وصحبه أجمعين
Zamanın, arka plandaki felsefi ve hissî müdahalelerinin farkında olmadan bilinçaltında değer, duygu, fikir ve fiil kumaşının kimyasını bozduğu bir körleşme ve sathileşmeyle müteessir durumdayız. Zahirdeki şer vesilesi olan facir Batı, fitneci Yahudi ve diğer herhangi şer mihrakları kalıplarının ötesinde merdut şeytanın varlığı, gaybe kapalı, maddileşmiş ve esbabperestleşmiş insanın aleminde hakiki manada sabit olmadığından kötülüklerin mümessili şeytanın nereden yaklaştığını bile düşünemeyip, şuura tesir eden her menfi oluşun boşlukta, muallakta kalması zaruri bir tezahür oluyor. Yani, şer ve hayır mefhumlarının vasıf olarak gerçek bir varlığı olmayıp, dış alemde görünen tezahürler sırf izafi bir isimden ibaret kalıyor. Böylece zamanın insanı, alemi ve kendisini tarif ederken mana yönünü idam etmekte ve Hâlık-ı kâinatın ezeli hikmetine karşı katil derekesine düşmektedir.
’Ben varım’ demekteki yakin ile ’ervah-ı habise de var’ diyebilmek, helak edicilerin ve kurtarıcıların marifetine ermekle neticelenen bir nimettir. Muhbir-i Sadık (s.a.v.)’in: ’Muhakkak şeytan, insanın (bedeninde) kanın aktığı yerde (veya kanın akışı gibi) akar.’1 buyurması, elbette insanları teyakkuza getiren ve sakındıran bir nasihattir. Fakat gaflete dalmakla, günahlara girmekle, ve maddeye tevağğul neticesinde bu hayati nasihat, harici bir hakikat olmaktan çıkarak masal soyutluğuna bürünebilmektedir.
Hakikat yolunda, eser-fiil-isim ve sıfat silsilesiyle Zat-ı Akdes’e doğru marifet yolu açılır. Eserden müessire gidişte bu tarz tefekkür, marifeti sabitleştirip tenvir eder. Fakat öyle bir hastalık ki, gaflet buzları en bedihî ve zahir olan göz önündeki ’eseri’ bile unutturuyor. Sonuçta insan, kendisinden bile habersiz duruma geliyor.
وَلَ تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا ا لّٰ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ل
’Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir.’2
Allah’a iman ve tabiatı merci görmek arasındaki sonsuz uzaklık, hayat ve cansızlığın farkı misali gibi insanın bütün değerlerinde, hislerinde, fikirlerinde ve amellerinde farklılaşmaya sebep olur. Mü’minde iman nuru, ciddi tefekkürlerle küfrün hakikatinin anlaşılması derecesinde parlayarak amelin bütün sahasında tesir icra eder. İmam Gazâlî hazretleri:
Fikirle halin değişme keyfiyetine misal verecek olursak, ahireti düşünmek, bize ahiretin seçilmesinin daha evlâ olduğunu öğretir. Bu marifet, kalpte yerleşti mi kalpler ahirete yönelmek ve dünya hakkında zâhitlik yapmak hususunda değişirler. Bu marifet ile kalbin hali değişti. İradesi ve isteği tersine döndü. Sonra iradenin değişmesi, dünyayı atmak hususunda âzaların amellerinin değişmesini, ahiret amellerine yönelmeyi meyve olarak verir… Nasıl demire vurunca taştan bir ateş çıkar, bulunduğu yeri aydınlatırsa görmeyen göz görür olur, azalar çalışmaya koyulur, tıpkı onun gibi, marifet nûrunun çakmağı da tefekkürdür…’3 buyurmakla bu manaya işaret etmektedir. Aynı şekilde hadiste ifade edilen: ’küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi kerih görmek’4 ancak imanın küfür karşısındaki âli mevkisini idrak etmekle mümkündür.
Yediğine şükretmemek, yoldaki taşı kaldırmamak, kainattaki eserlerde kudret ve hikmet-i ilahiyeyi düşünmemek, Allah’ı zikretmeksizin uzun süre konuşmak, lehviyat ortamında kalmaktan rahatsızlık duymamak, doğuda bir Müslüman’ın ayağına dininden dolayı diken batsa bunun acısıyla muzdarip olmamak, rızık kazanmak için gereğinden fazla telaşlanmak, hayatın cüzi bir anına tekabül eden şeriatın hükmünü zait görmek hep küfre yakın hallerdir. Nefsimizde cüzi veya külli bulunuyor ve nübüvvet nurundan uzaklaşmış asırda gaybi hakikatlere kapalı gözlerle tehlikesi fark edilemeyip, ancak meşakkatli manevi ameliyatla tedavi edilebildiği zamanın ehl-i irfan zatlarınca ifade edilmektedir.
Gaybe Karşı Yabani Olmanın Sebepleri
- Gaflet, günahlara ve maddiyata dalmak
Kur’an-ı Hakim’de: اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ ’onlar ki gaybe iman ederler’5 buyurulur. Allah’a iman etmenin
ilk basamağını, görünmeyen alemlerin ve varlıkların vücuduna inanmak oluşturuyor. Bu alemlerin, Zat-ı Akdesin ve sıfat-ı ilahiyenin özünde bir azamet ve kibriya ve aşkınlık söz konusudur. Bu geniş meselelere karşı akıldan uzak görme tavırları aklın darlaşmasının alametidir. ’Kur’an’ı Kerîm’in zahirinden başka manası yoktur’ diyenin sadece kendi ilminin hududundan haber vermesi gibi gaybı ve vücud-u ilahiyeyi inkâr edenler de kendi akıllarının ve alemlerinin darlığından haber vermektedir. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bunun bazı sebeplerini şöyle açıklıyor:
’Azamet ve kibriya ve nihayetsizlik noktasında, ya gaflete veya masiyete veya maddiyata dalmak sebebiyle darlaşan akıllar, azametli mes’eleleri ihata edemediklerinden, bir gurur-u ilmî ile inkâra saparlar ve nefyederler. Evet o manen sıkışmış ve kurumuş akıllarına ve bozulmuş ve maneviyatta ölmüş olan kalblerine, çok geniş ve derin ve ihatalı olan imanî mes’eleleri sığıştıramadıklarından, kendilerini küfre ve dalalete
atarlar, boğulurlar.’6
- Alışılan şeylerin ilim zannedilmesi (ülfet)
Rivayet edildiği üzere Efendimiz (s.a.v.)’in ilminin7 artması için dua etmiştir. Yine hakikatlere vasıl olmanın alametlerinden biri de ilimden sonra kişide hayretin uyanmasıdır. Allah’ın sanat eserine bakarken:
سبحان من تحير في صنعه العقول
’İşlerinde akılların hayrette kaldığı o Zât her türlü kusurdan nihayet derecede münezzehtir.’ denilmesi gerekirken bütün eserleri adi ve tabii görerek hayret kapısı kapatılabilmektedir. Elhasıl insan doğduğu andan itibaren Allah’ın tekvini şeriatını, tabiattaki tasarruflarını sürekli görmesiyle oluşan alışmışlığını def etmek için -nisyan hastalığına sahip olduğunu bildiği halde- devamlı tezekkür ve hakikat mücadelesi içinde olmazsa ülfet, kendisini kaplar, hakikatin üzerini kapar, hayret verici gaybi tasarrufu göremeyerek fikri dalalete düşer.
- Kendi nefsine aşırı muhabbet
İnsanın kendi nefsine yönelttiği aşırı sevgi, ister istemez kendisine yücelik sıfatları vermeye sebep olur. Kendisini tenzih ederek herhangi bir kulluk vazifesi altında olduğunu idrak etmekten gittikçe uzaklaşır, yaratılış gereği bir vazife içinde olduğu halde kendisini bundan azade görürse, alemin bütün unsurlarının yalnız kendi kendilerine hizmet ettiğini ve bizatihi kaim olduklarını vehmetmeye başlar. Böylece kendisinde madde ötesi hiç bir bağlantı ve tevhide karşı hiç bir yakin hissetmez, gaybe bakan gözü kör olur.
اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتََّذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ وَاَضَلَّهُ ا لُّٰ عَ عِلْمٍ وَخَتَمَ عَ سَْعِه۪ وَقَلْبِه۪ وَجَعَلَ عَ بَصَرِه۪ غِشَاوَةًۜ فَمَنْ يَهْد۪يهِ مِنْ بَعْدِ ا لِّٰ ل ل ل ل ل
اَفَ تَذَكَّرُونَ ﴿﴾ وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّ حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَْيَا وَمَا يُهْلِكُنَآ اِلَّ الدَّهْرُۚ وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ اِنْ هُمْ اِلَّ يَظُنُّونَ ل
﴾﴿
’Nefsinin heva ve hevesini ilah edinen, Allah’ın; halini bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız? Dediler ki: ’Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder.’ Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar.’8 ayet-i kerimeleri buna delalet etmektedir.
Elhasıl
Gayb alemiyle şehadet alemi arasında bulunup insani berzah olan vicdanı uyutan ve donduran düşmanlar, dikkatli ve insaflı şekilde teemmül edilirse fark edilebilir. Yoksa harici ve dahili alemden gelip kalbe bulaşan hastalıklarımız bizi öyle bir hale sürükler ki neticede manevi alemimizin bütün yıldızları kalın perdelerle çevrilir. Bu hastalıklardan ve dünyanın fani yönü ile mukayyet akıldan kurtulmak ise Allah’ın hususi inayetine mazhar olmakla mümkündür.
Son notlar
1 Buhârî, İ’tikâf, 11.
2 el-Haşr, 59/19.
3 Ahmed Serdaroğlu, İhyâ Ulûmi’d-Dîn Tercümesi, ’Tefekkürün Hakikati ve Semeresi Bölümü’nden tasarruf ile alıntı yapılmıştır.
4 Buhârî, Îmân, 9.
5 el-Bakara, 2/3.
6 Şualar, s. 103.
اَللّٰهُمَ زِدن۪ي عِلْمًا 7 ’Allah’ım, ilmimi artır’ (Ebû Dâvûd, Edeb, 109)
8 el-Câsiye, 45/23-24.
HAYAL MERTEBESİNDE KALAN ŞER ve GAYBIN KAYBOLUŞU
Özlenen Rehber Dergisi 165. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.