Özlenen Rehber Dergisi

165.Sayı

TEVEKKÜL

Ömer Faruk EJDER Özlenen Rehber Dergisi 165. Sayı
Tevekkül, Arapça lügatte وَكَلَ fiilinin tefe’ul babından mastarıdır. فَعَّلَ vezninden muhtelif manalara
gelmektedir. Tevekkül, itimat etmek, teslim olmak, garanti ve taahhüt etmek, vekil sıfatıyla başkalarının işlerini yerine getirmektir. Kaynaklarda çoğunlukla ’vekil’ kelimesi ’kefil’le eş anlamlı gösterilmişse de Râgıb el-İsfehânî’ye göre vekil, kefilden daha geneldir; her vekil kefildir, fakat her kefil vekil değildir.
Tevekkül dinî ve tasavvufî bir terim olarak ’bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi, rızkında ve işlerinde Allah’ı kefil bilip sadece O’na güvenmesi’ şeklinde tanımlanmaktadır.1
Kur’ân-ı Kerîm’de tevekkül kavramı kırk âyette değişik fiil kalıplarında, dört âyette ’mütevekkil’ şeklinde yer almakta, vekil kelimesi çoğu Allah’ın sıfatı şeklinde yirmi dört yerde geçmektedir. Bazı âyetlerde peygamberlerin inkârcılara kefil olmadığı, onların yaptıklarından sorumlu tutulmayacağı, dört âyette de inkârcıların âhirette kendilerini savunacak bir vekillerinin bulunmayacağı belirtilmiştir. Bir âyette Allah tarafından inkârcı Kureyş kabilesinin yerine inkâra sapmayan başka bir topluluğun getirilmesi, diğer bir âyette ölüm meleğine can alma görevinin verilmesi ’tevkîl’ kavramıyla ifade edilmiştir.2 Tevekkül kelimesinin geçtiği bazı ayetler şöyledir:
’Sana ’baş üstüne’ derler. Fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden bir kısmı, geceleyin; (senin gündüz) söylediklerinin aksini kurarlar. Allah, onların geceleyin kurduklarını yazmaktadır. Sen onlara aldırma. Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.’3
’(Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin geçmiş olduğu bir ümmete gönderdik ki, onlar Rahmân’ı inkâr ederken sana vahyettiğimizi kendilerine okuyasın. De ki: ’O, benim Rabbimdir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben yalnız O’na tevekkül ettim, dönüşüm de yalnız O’nadır.’4
’Allah, bize yollarımızı dosdoğru göstermişken, biz ne diye O’na tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.’5
Hadis-i şeriflerde tevekküle şu misal verilebilir: Abdullah İbni Abbas rahm’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah s.a.v şöyle söylemeyi itiyat edinmişti: ’Allah’ım! Ancak sana teslim oldum; yalnız sana iman ettim; ancak sana tevekkül ettim; yalnız sana yöneldim ve (düşmana karşı) ancak seninle mücadele ettim. Allah’ım! Muhakkak ki ben, beni dalalete düşürmenden, senin -ki senden başka hiçbir ilah yoktur- izzetine sığınırım. Sen ölmeyen dirisin. Cinler ve insanlar ise ölürler.’6
Tasavvufî ıstılahta tevekkül, Allah’ın katındakine güvenip halkın elinde ve avucundakine göz dikmemektir. Vaat edilene güvenmeme, her halükarda yalnızca Allah’a sığınma, kalbin Hakk’a itimadı, vesvese, endişe ve rızık kaygısı halini yok edip insanı huzura ve rahata kavuşturan Mevlâ’ya güven hali, Hakk’ın inayet ve vaadini yeterli görüp nefsin tedbiri terk etmesi, terk-i tedbir, terk-i ihtiyâr gibi manalara gelmektedir.7 Tevekkül avama göre en zor makamdır. İnsanların dünyevî hazlarına köle oluşları, müsebbibu’l-esbâbı görmelerine mani olur.8
Sûfîlerin tevekkül anlayışında da farklı yaklaşımlar karşımıza çıkmaktadır. Genel olarak bir makam ve hâl olarak kabul edilir. Tevekkülün nispetleri de yaşanan hâllere göre değişiklik arz etmektedir. Tevekkül, rızık kaygısı taşımama biçiminde ele alınmıştır. Şakîk-i Belhî tevekkülü, ’Elinde avucunda olandan çok Allah’ın vaadine güvenmendir’ diye tanımlar. Yine tevekkül, ’kazaya rıza, kaderin tecellilerini gönül hoşnutluğuyla kabullenmek’ diye de tanımlanmaktadır.
Gazâlî tevekkülü iman kapsamında değerlendirmektedir. Diğerleri ise, tevekkülü muhabbet ve takva ile alakalı bir konu olarak görürler. Bu manaya şu ayet delil getirilir: ’Mümin iseniz Allah’a tevekkül edin.’9
Bazılarınca tevekkül, kalbî bir amel, çalışma ise bedenî eylem olarak görülür. Tevekkülün ’gassalın önünde meyyit’ benzetmesiyle açıklanması, tasavvuf literatüründe kabul görmüş, Gazâlî de bunu tevekkülün en yüksek derecesi diye nitelemiştir.10
Bazı sûfîler tevekkülü iman ile kimisi ise onu kalbin hâli şeklinde değerlendirmiştir. Bazı sûfîler de tevekkülü, avamın, havassın ve ehass-ı havâsın tevekkülü şeklinde derecelere taksim etmiştir.. Tevekkülü makam olarak görenler olduğu gibi, herkeste var olduğunu söyleyenler de olmuş. İhvân-ı Safâ tevekküle farklı bir bakış açısı getirmiş. O tevekkül hakkında şunları söylemektedir: ’Kardeşim bil ki aslında herkes tevekkül etmektedir. Ne var ki bu tevekkül çoğunlukla Allah’tan başkasına yönelir. Bu, tıpkı çocukların, yeme, içme, elbise ve diğer ihtiyaçları için babalarına güvenmesi türünden bir tevekküldür.’11 O bu yaklaşımla tevekkülün gerçek sahibine yapılmasını gerektiğini pratik bir misalle izah etmiş. Sûfîler, bu tanımlamayı ölçüt alarak, yaşamlarındaki tevekkülün farklı tezahürlerine bakarak nasıl bir tevekkül halinde olduğunu kolayca anlayabilir. Yine bu tanıma göre tevekkülün gerçek mahiyeti aslında şuur halinin derecesi ile açıklanabilir. Buna göre sâlikin şuur seviyesi yükseldikçe tevekkülün hakikatine ulaşılabileceği anlaşılabilir. Bunun yolunun ise seyr u sülûkten geçtiği de erbabınca bilinen bir hakikattir.
Son notlar
1 Râğib el-Esfahânî, el-Müfredât, ’vkl’ md.; Lisânü’l-’Arab, ’vkl’ md.; Tâcü’l-’Arûs, ’vkl’ md.; İmam-ı Gazzâlî, İhyâu ’Ulûmi’d-Dîn, c. IV, s. 259.
2 M. F. Abdülbâkī, el-Mu’cem, ’vkl’ md.
3 en-Nisâ, 4/81.
4 er-Ra’d, 13/30.
5 İbrâhîm, 14/12.
6 Müslim, Zikr-Dua-Tevbe-İstiğfâr, 18.
7 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2012, s. 357.
8 Abdürrazzâk Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, Çeviri: Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul 2015, s. 164.
9 el-Mâide, 5/23.
10 Gazzâlî, İhyâu ’Ulûmi’d-Dîn, c. IV, s. 259.
11 İhvân-ı Safâ, Rasâilu’l-İhvân, Beyrut, th., c. II, s. 68.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.