Özlenen Rehber Dergisi

163.Sayı

Müesseseler Tarihi -IV- TEKKE ve ZAVİYELER

Abdunnasir KIMIŞOĞLU Özlenen Rehber Dergisi 163. Sayı
Müesseseye Genel Bir Bakış
İslamiyet gibi çok güzel bir dinimiz var. Dinimiz dört temel üzerine inşa edilmiştir. Bunlar: İtikat, ibadet, ahlak ve cihattır. Bu ana temelleri açıklayan ve bizlere vazeden ilimler ise şunlardır: Kelâm, Fıkıh, Tasavvuf. Bu üç temeli harekete geçirip teoriden pratiğe aktararak canlı hale getiren eylem de cihattır.
Bu dört ana temel üzerine inşa edilen ve açıklanan İslamiyet, öğrenilip yaşantı haline getirilmesi gereken bir inanç sistemidir. Asla bir zamanla veya mekânla kısıtlanacak ve hapsedilecek bir din değildir. Hayatın bütün şartları ve zamanları dâhilinde öğrenilip hayata tatbik edilmesi gereklidir. İşte bu bağlamda da tasavvuf devreye girecek ve bu hasletin yaşanmasında etkili olacaktır.
İslamiyet’in teorisini veya öğrenilmesini ’medrese müessesesi’ üstlenirken, İslamiyet’in en güzel şekilde yaşanmasını sağlamaya çalışan ve bu amaçla kendisini meydana getiren de tekke ve zaviye müessesesidir.
Tekke ve zaviyeler, cemiyet hayatımız içerisinde büyük bir öneme sahiptir. Kişilerin ve nesillerin İslami, insani ve vicdanlı yetişmelerinde azımsanmayacak bir emeğe ve değere sahiptir. İnsanların İslamlaşmalarında ve fethedilen yurtların İslami hüviyete bürünmelerinde azami derecede mesai harcamışlardır. Mesela Türklerin Müslümanlaşmalarında dergâhların ve dervişlerin çok büyük etkisi vardır. Türkler silah zoruyla değil kalem ve kelamın ilahi etkisiyle Müslümanlığı seçmişlerdir.
Gönülleri huzura kavuşturmada ve cemiyet hayatımızın disiplin halinde işlevini yürütmesinde bu dergâh müessesesi danışmanlık yapmıştır diyebiliriz. Bu müessese bunalım ve buhranlardan uzak havasıyla gönüllerde, diyarlarda da derviş bülbüllerinin vasıtasıyla birçok nadide güzelliklere vesile olmuştur. Daima müjdeleyici ve sevdirici bir usulle İslamiyet’in gönülleri okşayan ve huzura erdiren yönünü kendisine şiar edinmiştir.
İslam kültür ve medeniyeti içerisinde ehemmiyetli yer edinen müessese özellikle tasavvuf düşüncesinin yaşanıp yaşatılmasında, İslamiyet’in edep, erkân, hak, hukuk, ahlaki müeyyideler gibi güzel hasletlerinin öğrenilmesinde; saygı, sevgi, şefkat, hürmet, merhamet gibi hasletlerle de iletişim ve etkileşim içerisinde olunmasını insanlara anlatan, açıklayan, izah eden ve yaşanmasını alışkanlık haline getiren dualı bir mekândır.
Aynı zamanda bu müessese kapısı, insanların meşakkatli dünya hayatından, sıkıntılı durumlardan; yorulan, bunalan, bulanan, usanan ve bıkkınlık yaşayan ruhun bir nebze de olsa durulmak ve dinlenmek istedikleri ve eşiklerinin aşındırıldığı rahmet kapısıdır.
Şurası da bir gerçektir tarih boyunca en çok istismar edilen, nefsani çıkarlara alet olan ve tartışmalara konu edilen bir müessese olmuştur. Bunun nedeni olarak; tam anlatılamadığı için anlaşılamaması, zamanla asli hüviyetini koruyamayıp işlevinden uzaklaşması, ilimsiz intisaplar nedeniyle şarlatanlığın ve yobazlığın etkisi altına girmesi gibi etkenleri sıralayabiliriz. Ama bütün bu olumsuzluklara rağmen asli hüviyetini muhafaza eden bir müessesedir.
Tekke, Zaviye ve Dergâhın Tanımı
Tekke, zaviye, dergâh, hankah-hânakâh ve âsitane aynı manaya gelen tabirlerdir. Çok küçük farklılıkları vardır. Bu farklılıklar büyüklüklerine, görevlerine ve kullanım amaçlarına göre isimlendirilmişlerdir.
Arapça ve Farsça’dan türeyen kelimelerdir. Kapı, eşik, dip, köşe gibi manalara gelen bu kelimeler terim olarak; tasavvufi düşüncenin anlatılıp yaşantıya aktarılmasını sağlayan ve tarikatta olanların barınıp ibadet ettikleri yerdir. Onurlandırma ve yüceltme manalarına da gelmektedir. Bu onur ve yücelik ahlaki müeyyidelerle vasıflı olma haliyledir. O makama veya konuma atfedilen bir değerden dolayıdır. Mesela dergâh-ı ilahî veya dergâh-ı âlî denildiği gibi.
Bu müessesenin merkezine dergâh denir. Bir küçüğüne tekke, en küçüğüne de zaviye denilmektedir. Dergâh genelde şehir merkezlerinde açılır ve kurulurdu. Tekkeler ise genelde daha
küçük yerleşim merkezlerinde mesela köy kasaba gibi yerleşim yerlerinde açılırdı. Zaviyeler ise küçük yerleşim merkezlerinde açılmakla birlikte genelde yol güzergâhlarında açılırdı.
Merkezde olan dergâha şeyh efendi başkanlık yapardı. Tekkelere şeyh efendinin halifeleri ve zaviyelere de şeyh efendinin vekil kıldığı kişiler görevlendirilmekteydi. Bu şekilde bir hiyerarşiyle disiplin sağlanmaya çalışılırdı.
Dergâhlara merkez olduğu için âsitane ve hankah da denilmektedir. Hankâhlarda da bu dergâhların hiyerarşisi ve maddi manevi işleyişleri kayıt altına alınırdı.
Tekkelerde görevli olanlara halife denilmektedir. İslamiyet’in yayılması ve insanların dergâhların merkezlerine uzaklığı nedeniyle kolaylık olsun diye ’tekke’ gibi bir kolaylığa gidilmiştir. Dergâhların kolu işlevi görmüşlerdir.
Zaviyelerin ise genelde yol güzergâhlarında açılma nedeni yol güvenliğini sağlamak, yolculara yardımda bulunmak ve yine yolcuların dini vecibelerini yerine getirmelerinde yardımcı olmak içindir. Zaviyelerde, şeyh efendi tarafından vekil kılınan görevliye ’zaviyedâr’ denilmektedir.
Örneklendirecek olursak; dergâh, Sultan Ahmet Camii’dir. Tekke ise, köy veya kasabadaki her hangi bir camii; zaviye de yol boylarında, iş merkezlerinde veya herhangi bir binadaki küçük mescittir.
Tekke, Zaviye veya Dergâhların Tarihçesi
Mezheplerin, fakihler, kelamcılar, müfessir ve muhaddislerin vasıtasıyla şekillenmeye başlamasıyla birlikte ilk mutasavvıflar da belirmeye başlamıştır. Haliyle diğer ilimlerin kendilerine has usulleri oluştuğu gibi zamanla tasavvufun da usul ve içerik bakımından şekillenmeye başlaması kaçınılmazdır.
İslamiyet’in öğretilmesi, yaşatılması ve ahlakının benimsetilmesi için medrese ve dergâhların en çok çaba sarf eden iki müessese olduğu bilinmelidir. Kurulduğu ve teşkilatlandığı günden günümüze kadar bu iki müessesenin bu minvalde hizmetleri çok büyüktür.
’Tekke en önce Kûfeli Ebû Hâşim Sûfî adına hicrî ikinci yüzyıl sonlarına doğru, Şam yakınlarındaki Remle’de kuruldu. Dokuzuncu yüzyıldan itibaren Bâyezîd-i Bistâmî, Sehl-i Tüsterî, Cüneyd-i Bağdadî gibi din büyüklerinin temsil ettikleri tasavvuf ilmi, bir mektep hâlinde Mısır üzerinden Mağrib yâni Fas, Cezayir, Tunus, diğer taraftan İran yoluyla, Hârezm ve Mâverâünnehr’e geçti.’1
Tekkeler, zamanla şartların değişmesi, İslamiyet’in farklı coğrafyalara ulaşması, farklı kültürlerle karşılaşılması nedenleriyle çeşitli yerlerde açılmaya başlamıştır. İslamiyet’i anlatmak, yeni Müslüman olanlara İslam’ı ulaştırmak, sosyal yardımlaşmayı sağlamak gibi etkenler bu müessesenin gücünü artırmıştır.
Genelde şehir ve yerleşim merkezlerine kurulmalarının yanında gerek yol güvenliğini sağlamak için ’Ribatlar’ gibi güzergâhlara gerekse hudut boylarına cihat yapabilmek için kurulmuştur. Bundan dolayıdır ki ticaretin emniyetini, hudutların güvenini, şehir ve yerleşim yerlerinin de huzurunu sağlamaya çalışmış olan bir müessesedir.
Kurulduğu günden bu yana birçok devlet adamları tarafından desteklenmiş ve maddi yardımlarda bulunulmuştur. Yapmış oldukları hizmetler vesilesiyle devlet erkânının da dikkatlerini celp ederek gelişme göstermiştir. Devlet başkanlarının ve zengin kişilerin özellikle vakıflar tesis etmesiyle maddi giderlerinin karşılanması amaçlanmıştır. Tekkelerin bünyesinde açılan vakıflar maddi yönü büyük oranda rahatlatmıştır.
Yeni gelişmekte ve daha tam olarak teşkilatlanamayan tekke ve zaviyeler Moğolların Bağdat’ı işgal etmesiyle büyük yara almıştır. Bu tahrif ve tahrip, hizmetleri duraklatsa da tayin edilen vali ve vezirler zamanla şehri imar etmişlerdir. Bu imarla birlikte İslam medeniyetini de tüm yönleriyle ihya ve inşa etmeye başlamışlardır.
Tekke ve zaviyeler insanların Müslüman olmasıyla paralellik göstermektedir. Müslümanların yabancı diyarlara akın etmesiyle yâd ellerdeki insanların Müslüman olması, beraberinde tekkelerin de o bölgelerde açılmasını sağlamıştır. Bundan dolayıdır ki tasavvufi ve ahlaki bir müessese olan tekkeler kıtalara yayılmaya başlamıştır: Asya’ya, Afrika’ya, Anadolu’ya, Horasan illerine, Mâverâünnehr’e…
Özellikle Asya kıtasında İslam, ilim ve tasavvufla yayılmış ve kabul edilmiştir. Bu bölgede açılan tekke ve zaviyeler yöre halkının fıtrî özelliklerini de göz önünde bulundurarak irşat ve tebliğle gönülleri kazanmıştır. Bunda tasavvuf büyüklerinin çok büyük etkisi vardır. İlk Müslüman Türk Devletleri de bu şekilde kurulmaya başlamıştır.
Türk İslam Medeniyet anlayışımızda ilme ve hikmete çok büyük önem ve saygı vardır. Bu yüzdendir
ki medrese, camii ve tekke yan yana imar edilmiştir. Böyle bir ilim, irfan ve hikmet ocağında asırlarca dünyaya ışık saçan ilim ve gönül ehli insanlar yetişmiştir. Dünyaya adalet ve merhamet ışığı yaymışlardır. Dünya medeniyetine nice icat ve güzellikler kazandırıp bu hal ile insanlığa hizmet etmişlerdir. Bu ilim, irfan ve hikmet ocakları, zamanın devlet başkanları tarafından da büyük oranda saygı, hürmet ve maddi yardım görmüştür.
Büyük Selçuklu Cihan Devletinde kurulan Nizamiye Medreseleri ve Devlet-i Aliye’de de Fatih Medreseleri zamanının ilim merkezleri, üniversiteleridir. Bu ilim merkezlerine dergâhlar da dâhildir. Haliyle böyle bir ilim ve irfan merkezlerine sahip olan milletimiz irşat ve tebliğ hizmetlerinde azami derecede faydalı olmuşlardır.
XIII. yüzyıl başlarında başlayan Moğol tehdidi beraberinde birçok olumsuzluğa da sebep olmuştur. Kavimler göçüne sebep olması gibi birçok ilmi çalışmaya da engel olmuştur. Özellikle Asya’nın bozkırlarından göç edenler Anadolu’ya akın etmişler ve gelenleri zamanın devleti Selçuk-i Aliye, Anadolu’nun önemli serhat şehirlerine yerleştirmiştir. Mesela göçlerle birlikte gelen tarikat ehli insanları özellikle meşayıhtan olanları Konya, Sivas, Kayseri, Malatya, Erzurum, Tokat gibi şehirlere irşat ve tebliğ için yerleştirmiştir. Yerleştirmekle de kalmayıp bu tarikat ehli insanların hizmetlerini daha iyi yapabilmeleri için dergâh ve tekkeler kurmuşlardır. Vakıflar kurdurup maddi imkânlar sağlamıştır. Böyle bir hizmetle hem insanların ihtiyaçlarını gidermiş hem de dini açıdan insanlara eğitim verdirmiştir.
Türk Milleti, itikatta Maturidî ve amelde Hanefi olduğu gibi tarikatta da Yeseviyye yolunu sistemleştirmiştir. Ehl-i Sünnet vel-Cemaat itikadını bu üç esas üzerine sistemli hale getiren milletimiz, böyle bir nizam ve düşünceyle gerek kurduğu devletlerde gerekse ulaştığı her bir ecnebi memleketlerde bir eğitim alanı oluşturmuştur. O eğitim alanı içerisine hamam, şifahane, medrese, camii ve tekke inşa etmişlerdir. Her bir grup kendi alanına göre hizmet etmiş, eserler meydana getirmiş, hak için halka hizmet etmişlerdir.
Böyle bir sistemin işleyişi ve orada bir günün nasıl geçtiğini anlamamız adına İbn-i Battuta’nın Alanya’da kaldığı bir zaviye hakkında Seyahatnamesinde zikrettiği şu ifadeler önemlidir:
’İkindi namazını kıldıktan sonra şeyh gelerek bizi zaviyesine götürdü. Burası çok güzel bir bina idi. İçerisi güzel Anadolu yastıklarıyla döşeli idi. Irak camlarından yapılmış kandiller vardı. Büyük odaya beysun denilen ve bakırdan yapılmış büyük fitilli lâmbalardan beş adet yerleştirilmişti. Bunlarda erimiş iç yağı yakılıyordu. Onlar için Türkçe’de çerâğçı denilen vazifeliler görevliydi. Zaviyeye bir yolcu geldiği zaman, kapıcı tarafından karşılanıp, kim olduğu, nereden gelip nereye gittiği hakkında bilgi alındıktan sonra içeri buyur ediliyordu. Eşya ve hayvanları yerleştirildikten sonra hamama sokuluyor ve güzelce yıkanıyor, sonra bir odaya alınıp, yiyecek ve içecek ikram ediliyordu. Akşam namazından sonra zaviyede Kur’ân-ı Kerîm okunuyor ve sohbet ediliyordu. Gece yarısı zikir ve diğer nafile ibadetlere (teheccüde) kalkılıyor ve bu her gün aynı şekilde sürüp gidiyordu.’
Bu sistem ilk Türk Müslüman devletleriyle başlayıp Devlet-i Aliye’nin son dönemlerine kadar devam etmiştir. Ta ki müessese aslını kaybedip bozulmalar başlayıncaya kadar.
Tekke ve zaviyelerin büyük kısmı, son devirlerde özellikle Devlet-i Aliye’nin çöküş yaşadığı zamanlarda sahte şeyhlerin ve ehliyetsiz kimselerin eline geçerek asli vazifesini yapamaz hâle geldi. Amacının dışında seyreden meselelere karışarak belli başlı suçlara alet oldu. Asker kaçaklarının veya bazı suçluların türlü bahaneler ve sinsi kılıflar altında buralara sığınmaları bu güzelim müesseseyi amacından saptırmış ve ithamlara maruz bırakmıştır. Haliyle de bu durum kapatılmalarına kadar götürmüştür.
Tekke ve Zaviyelerin Kapatılma Nedenleri
Hicri II. yüzyıldan miladi XIX. yüzyıla kadar asli göreviyle hizmet eden bu müessese bu asırdan sonra devletin de zayıflayıp çöküşe geçmesiyle birlikte asli görevi dışındaki bazı işlere alet edilmiştir.
İlimsiz kişilerin söz hakkı elde etmesi, teknik ve gelişmelere karşı çıkan yobazların türemesi ve İslamiyet’i anlayamayıp sığ düşünceleriyle yorumlamaya çalışan şarlatanların etkisi,
Zaten dağılmakta olan bir devleti toparlamaya çalışan milli kuvvetlere karşı yabancıların derviş, şeyh, mürit kılıfı altında ajanlık yaparak halkı galeyana getirmeleri ve bu şekilde yanlış tanıtıyor olmaları,
Yalan yanlış haberler yayarak toplumun gündemini bulandıran ve kafa karışıklığına yol açan bilgi kirliliğine yol açmaları,
Tekkelerde bazı önemli şahsiyetlerin kabirleri olduğu için bunların muhafazası için türbedarlar vardı. Bunların bu işi menfaate dökmeleri,
Sahte şeyhlerin türemesi ve dergâhlarda idarenin ehliyetsiz kişilerin eline geçmesi,
Dergâhların başında olanların veya müritlerin suç ve isyan olabilecek durumlara gerek düşmeleri gerekse alet edilmeleri,
Dini sömürü haline getirip bidat ve hurafelerin yayılmasına kolaylık sağlayarak İslamiyet’i kullanan çıkarcıların türemesi…
Bunlara benzer daha birçok olumsuzluğa ve asli görevleri dışında işlere bulaşması yüzünden ve zamanın şartlarına göre de duruş sergileyemeyen bu müessese devletin bağrında kanayan bir yara halini aldı. Daha birçok arızalı durumlara ev sahipliği yaptığı nedeniyle 30 Kasım 1925 tarih ve 877 sayılı kanunla kapatılma kararı alınmıştır.
Elbette ki bütün tarikat erbabı ve bütün tekkeler bu şekildedir diyemeyiz. İçlerinde istisna olup da bu tür olumsuz durumlarla mücadele eden ve gerçek manada hizmet eden tekkeler ve şeyh efendiler vardı. Olumsuzluklar kadar bu müessesenin asli vazifesine dönmesi için çalışmalarda bulunanlar da az değildi elbette. Fakat genel manada müessese bozulduğu için alınan meclis kararıyla kapatıldı.
Aslında yeniden yapılandırılıp sağlam bir denetim altında tutulabilirdi. İçerisindeki çürükler ayırt edilip sağlam tarikat ehline devredilebilirdi.
Tekke ve Zaviyelerin Amaç ve Gayesi
Bu müessesenin gayesi insanlara hizmet etmektir. Bu hizmet birçok yönlü düşünülebilir. Maddelerle açıklamaya çalışalım:
İnsanların dini vecibelerini en güzel şekilde öğrenmelerini ve öğrendiklerini yapmalarını sağlayıp, onların Rabb-i Rahman’ın rızasına uygun bir kul olmalarına yardımcı olmak.
Muhtaç, mağdur ve mazlumlara her türlü sosyal yardımı sağlamak.
Kapısını çalan veya kendilerine ulaşan her türden insanı en güzel şekilde yetiştirip cemiyete faydalı hale getirmek ve topluma kazandırmak.
Yediden yetmişe her türlü insanı muhatap kabul edip şartlarına ve durumuna göre ona faydalı olabilmek için mesai harcamak.
Kişileri kabiliyetleri bağlamında eğitime alıp onların o alanda uzmanlaşmasını sağlayarak üretimde ve iş hayatında verimli hale getirmek.
Gönülleri İslam nuruyla fethetmeye çalışmak; Müslüman’a irşat, gayr-i müslime de tebliğ vazifelerini ifa etmek.
Tekke ve Zaviyelerin Görevleri
Bu müessesenin kuruluş amacı insanlara hizmet etmek, eğitmek, öğretmek ve her türlü sosyal dayanışma içerisinde bulunmaktır. Bundan dolayı bu müessesenin görevleri maddeler halinde şöyledir:
Kur’ân’ın tavsiye ettiği ölçüde insanlara müjdeleyerek ve sevdirerek İslamiyet’i anlatmak, ibadetlerin yapılmasını ve alışkanlık halini almasını sağlamak,
Her türlü yasak ve uzak durulması gereken hususlara ve zararlı alışkanlıklara karşı uyanık olunmasını sağlamak,
Özellikle ilk zamanlarında fethedilen yeni yerlerde insanlara İslamiyet’in emir ve yasaklarını öğretmek,
Selçuklu ve Osmanlı devletleri zamanında yol güzergâhları üzerine yapılan zaviyelerle yol emniyetini sağlamak, yolculara yardımcı olmak, bir askeri sevkıyat durumunda yol boyunca idareyi ve güvenliği sağlamak,
Yerleşim yerlerine kurulan dergâh, tekke ve zaviyelerle halk arasında kültür etkileşimini, birlik, beraberliği ve haberleşmeyi sağlamak,
Meydana gelebilecek acil durumlarda veya herhangi bir doğal afet karşısında gönüllü yardımseverlik yapıp imdada koşmak,
Toplumsal dayanışmayı sağlayıp muhtaç olanların her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmak,
Kişilerin becerilerine göre eğitilip zanaat öğretilmesi ve bu haliyle topluma kazandırılması için çalışmalarda bulunmak…
Tekke ve Zaviyelerin Özellikleri
Dergâhlar eğitim ve öğretim yerleridir. İnsanların öğretilen bilgiyle eğitilip, iyi bir insan olmaları için edep, erkân ve ahlakla yoğrulup donanımlı olması sağlanır.
Dergâhlar, meslek ve sanat çalışmaları yaptıran bir edebi müessesedir. Mesela tarih içerisinde ’ahilik teşkilatı’ usta-çırak ilişkisiyle meslek edindiren ve bu haliyle de topluma eleman kazandıran bir müessesedir. Bunun neticesiyle de üretime katkı sağlayan bereketli bir camiadır.
Dergâhlar sosyal dayanışmanın olduğu bir kardeşlik müessesesidir. Darda kalanın, borca düşenin, muhtaç olanın, yetim-öksüz kalanın elinden tutan, yettim diyen ve yardımına koşan, insanların eşiğini aşındırdığı bir hizmet müessesesidir. Evsizin yuvası, aç olanın karnını doyuracağı, yolcunun dinleneceği, dertlinin huzur bulacağı, günahkârın tövbe edeceği kuruluşlardır.
Dergâhlar şeyh efendinin yapacağı sohbet, zikir ve istiğfarlarla dini törenlerin yapıldığı yerlerdir. Bu sohbetlerden amaç; insanların bilgi ve ahlak yönünden gelişmeleri, ibadetlerde hassas olmaları ve kulluğun gerektirdiği gibi yaşamayı alışkanlık haline getirmeleridir.
Ayrıca dergâhlar edebiyat, musiki ve tarih yönünden de hareketli ve bereketli yerlerdir. Sanatın icra edildiği, yese ve karamsarlığa fırsat verilmeyen bu mekânlar insanların huzur bularak ayrıldıkları nadide yerlerdir.
Özellikle psikoloji, pedagoji ve sosyoloji meselelerine varıncaya kadar hizmet veren çok amaçlı eğitim yerleridir.
Netice itibariyle dergâhlar: Hastanın şifa bulduğu, yeteneği olanın sanatını icra ettiği, becerisi varsa zanaat öğrendiği ve tövbekârın günahına ağladığı mekânlardır. Edebiyat ve fikir ocağıdır. Kişinin moralini düzelttiği yerlerdir. Ümidini ve heyecanını tazelediği kaynaklardır. Huzurunu ve neşesini katmerleştirdiği tefekkür ocaklarıdır. Zikrini ve fikrini sağlamlaştırdığı en kuvvetli ortamlardır.
Ve hâsılı dergâhlar insanoğlunun hayır ve faydasına olan en verimli ve en bereketli bir ilim, fikir, zikir ve şükür ocağıdır.
Netice
Tekke, zaviye ve dergâhlar kaynak bakımından Kur’an ve Sünnet’ten beslenmektedir. Bu iki ana temel üzerine sistemini kuran bir müessese olarak Hak için halka hizmet etmiştir. İnsanların dini, bedeni ve kültürel olarak yetişmelerini sağlamıştır. Devletine sadık, milletine bağlı, dinine düşkün ve mukaddesatına sevdalı bireyler yetiştirmeyi kendisine gaye edinmiştir.
Kurulduğu günden günümüze kadar çok güzel hizmetlere ev sahipliği yapmışlardır. İnsanların maneviyatını canlı tutmaya çalışıp Rabbi Rahmana hakiki kul, habibine layık ümmet olmayı gaye edinmişlerdir.
Özellikle asırlardır eserleriyle canlı olan nice dergâh bülbülleri sanatımızı, edebiyatımızı ve hikmet burçlarımızı aydınlatıp süslemektedir. Ahmet Yesevi, Hacı Bayram, Yunus Emre, Mevlana, Akşemseddin, Ahmet er-Rufai, Fuzuli, Bâki, Şeyh Galip daha birçok kıymetli insanımız dergâh çatısı altında yetişmiş olan nadide değerlerimizdir.
Müessese aslını kaybedip liyakatsiz insanların eline düştüğü zaman yanlış lanse edildiği için son demlerinde eleştiri ve itham almıştır. Fakat güneşin balçıkla sıvanmayacağı gibi birkaç olumsuzluk yüzünden müessesenin tamamen yanlış olduğu manası çıkarılamaz.
Tekkeler işsiz, güçsüz, pejmürde insanların, şarlatanların, yobazların; ilimsiz, şeriatsız, sevgisiz ve merhametsizlerin temsil edeceği bir kurum ve müessese değildir. Menfaatçilerin ve fırsatçıların aleti asla değildir.
Kuruluş amacı dışına çıkmış olabilir, ehliyetsiz insanların menfaatlerine maruz kalmış olabilir, sahte şeyhlerin rahatça at koşturabileceği duruma düşmüş olabilir ama bütün bunlar asıl kimliğine mal edilemez. Tarih boyunca bağrında nice güzel insanların yetişmesine vesile olma şerefi bu müesseseye aitken bu tür bozukluklar asla müessesenin değil onu bu hale getiren çıkarcı ve menfaatperest insanların suçudur.
Kapatılmalarıyla da bir nevi sahte şeyhlerin önü açılmış, merdiven altı oluşumlarına bilmeden fırsat verilmiştir. Bu yargım sahte şeyhler ve uydurma tarikatlar içindir.
Çıkarları için insanımızı ayet ve hadisle kandıran, dini diyaneti şarlatanlığına alet eden, ilim, irfan ve hikmet olan İslamiyet’i yobazlık kılıfına sokan, heva ve hevesine göre Kur’ân-ı Kerimi tahrif, hadis-i şerifleri de tahrip eden bütün şer odaklarını yok etmek için bu müessesenin ve medreselerin yeniden Ehl-i Sünnet akaidine ve dünya görüşüne göre ihya ve inşa edilmeleri gerekmektedir.
Dileğimiz, gerçek hüviyetlerine kavuşup, devlet nazarında resmiyet kazanıp, girip çıkanın sağlıklı bir şekilde kayıt altında tutulup, ilimsiz ve fikirsiz sahte şeyhlerin önü kesilecek şekilde yeniden ihya edilmeleridir.



Son notlar
1 İslam Tarihi Ansiklopedisi, ’Tekke ve Zaviye’ maddesi, Heyet, c. X, Kayıhan Yay., İstanbul 2000.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.