Özlenen Rehber Dergisi

163.Sayı

MÜMİN AKLIN ve KALBİN SEMERESİ HİKMET

M.İzzettin ULUDAĞ Özlenen Rehber Dergisi 163. Sayı
Hikmet, kelime olarak ilim, sır, gaye ve fayda gibi anlamlara gelir. Bunun yanında Kur’ân-ı Kerim, nübüvvet, din ve dünyanın salahı, fıkıh, ilahi emirleri idrak, güzel amel işleme ve ilahi ahlakla ahlaklanma gibi anlamlara da gelmektedir.
Bazı alimlerimiz de; sözde ve amelde doğruyu bulmak ve tam isabet etmek, hakikati hakikat olarak ifade etmek, genel geçer söz, doğruluğunda şüphe olmayan söz ve kalbe gelen ince ilhamlar demişlerdir.
Her türlü aşırılıktan uzak durarak istikamet üzere olmaya ve her şeyi Allah (c.c.)’dan bilmeye de hikmet denmiştir.
Ayet-i Kerimelerde Hikmet
Kur’ân-ı Kerîm’de hikmet, on yerde kitap kelimesiyle beraber olmak üzere yirmi defa geçmektedir; ayrıca üç defa ’mülk’, birer defa da mev’iza, hayır, âyet kelimeleriyle birlikte kullanılmıştır; ’hikmetün bâliğa’ terkibi ise bizzat Kur’ân-ı Kerîm’i ifade eder. Bu kelimelerin hikmetle birlikte kullanılması, hikmetin hangi anlama delâlet ettiği hususunda çeşitli yorumlara yol açmıştır.
Kur’an terim bilgisine dair günümüze ulaşmış en eski metinlerden biri olan Mukâtil b. Süleyman’ın el-Vücûh ve’n-Nezâir adlı eserinde hikmetin beş ’vech’i olduğu belirtilmektedir:
1. Kur’an’da emir ve nehiy kipleriyle geçen öğütler
2. Anlayış (fehm) ve ilim anlamında hüküm
3. Nübüvvet
4. Kur’ân’ın tefsiri
5. Bizzat Kur’an
Râgıb el-İsfahânî ise hikmet terimini ’ilim ve akılla gerçeği bulma’ şeklinde tanımlamaktadır. Hikmet Allah için kullanıldığında ’eşyayı bilmek ve onu en sağlam ve kusursuz biçimde yaratmak’, insan için kullanıldığında ’mevcûdatı bilip hayırlar işlemek’ anlamına gelmektedir.1
Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî (k.s.) hikmete verilen çeşitli anlamların Kur’an veya Sünnet’e delâlet ettiğini belirtmektedir. ’Onlara kitabı ve hikmeti öğretir’2 meâlindeki âyetin tefsirinde hikmetin ’kitabın doğru yorumu ve uygulanması’ anlamıyla Sünnet kavramına yaklaştığını söyleyen Kurtubî, Bakara sûresinin 231. âyetindeki hikmeti, ’kitapta nas olarak bulunmayan şeyler hakkında Rasûlullah’ın dilinden Allah’ın muradını açıklayan sünnet’ şeklinde tefsir etmektedir.3
Bazı müfessirler de Kur’ân-ı Kerim’in bazı ayetlerinde geçen hikmet kelimesini Sünnet olarak tefsir etmişler. Nitekim ’Kitap ve hikmeti onlara öğretir.’4 ayetinde zikredilen kitaptan maksat Kur’an, hikmetten maksat ise Sünnet’tir. Zira, Peygamberimiz (s.a.v.) hikmet sahibiydi. Onun her sözünde ve fiilinde bir incelik ve mana vardı. O az sözle çok derin ve engin manaları ifade ederdi. Ondan, hakka uymayan söz ve fiil sudur etmezdi. Efendimiz: ’(Ey Muhammed) Sen (insanları) rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütlerle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.’5 âyet-i kerimesine kemal derecede mazhar olmuş ve İslam’ın neşir ve ilan edilmesinde en büyük esas olan tebliği, hikmetle yerine getirmiştir. Onun varisi olan ümmetinin de bu mazhariyete nail olması iktiza eder. Böylece diğer ümmetlerin haiz olmadığı yüksek bir dereceye ulaşılmış olur.6
Hadis- Şeriflerde Hikmet
Hikmet kelimesinin hadis-i şeriflerde de Kur’ân’daki anlamları gibi çeşitlilik arz ettiği görülmektedir. ’Hikmetli söz, müminin yitiği (gibi)dir. Onu nerede bulursa onu almaya en çok hak sahibidir.’7 manasındaki hadis-i şerif Müslümanların, işlerine yarayan bilgiyi ve doğru sözü kimden ve nereden geldiğine bakmaksızın alabileceklerine işaret etmiş, bu durum dış kültürlerden uygun biçimde faydalanmaya meşruiyet kazandırmıştır.
Efendimiz zaman zaman büyük Sahâbîlerin faziletlerinden söz ederken onların şahsiyetlerini hikmetle irtibatlandırmıştır. ’Ben hikmet eviyim. Ali de onun kapısıdır.’8 anlamındaki hadis-i şerif, hikmetin ilim, nübüvvet ve sünnet kavramlarıyla bağlantısını vurgulaması yanında nebevî hikmeti kavrama hususunda Hz. Ali’nin şahsiyetini örnek olarak gösterir.
Rivayetlere göre Rasûl-i Ekrem, Abdullah b. Abbâs hakkında da, ’Allahım! Ona hikmeti öğret.’ buyurdu.9
İbn-i Abbâs’ın Sahâbîler arasında Kur’an tefsirinde otorite sayılması ile yukarıdaki rivayet arasında ilişki kurulduğunda bu hadis-i şerifte hikmetin ’Kur’an’ın doğru anlaşılıp yorumlanması’ anlamında kullanıldığı ortaya çıkar.
Hadis-i şeriflerde hikmet belli bir kişiye nispet edildiği gibi bir ülkeye de nispet edilmiştir. Nitekim Efendimiz Yemen’den gelen bir heyeti karşılarken onlara: ’İman Yemen’lidir, hikmet de Yemen’lidir.’10 şeklinde iltifat etmiştir . Bu hadis-i şerifin, Lokmân (a.s.)’ın Yemen’deki Âd kavmine mensubiyetine atıfta bulunduğu da öne sürülmüştür.11
Mutasavvıflara Göre Hikmet
İmam Gazzâlî’nin (rh.a.) hikmet kavramına bakışı kendine has bir durum arz etmektedir. Onun en önemli eseri olan İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn’de hikmete daha ziyade ilim kelimesinin kapsamı içinde anlam verilmektedir. Hatta yöneticilerle ilgili ’ashâbü’l-hikme’ şeklinde adlandırdığı kesimi ’Allah’ı ve onun dinini bilen, nebîlerin vârisi âlimler’ olarak tanımlamakta, peygamberlerden sonraki en şerefli kesimin âlimler olduğunu söylerken buna hikmetin akılla idrak edildiği ve üstünlüğünün buradan kaynaklandığı hususunu da ilâve etmektedir. Gazzâlî’nin hikmete verdiği gerçek anlama göre insan ya beşerî yahut rabbânî öğrenimle ilimleri tahsil edebilir. Hükemânın tefekkür yoluyla ortaya koyduğu nazarî ve amelî ilimler bir kişiden öğrenilerek ve yeni birikimler ilâve edilerek nesilden nesile intikal eder. Rabbânî öğrenim ise ya vahiy yahut ilham yoluyla gerçekleşir. İlkine nebevî, ikincisine ledünnî ilim denir. Hikmetin ne olduğu ledünnî ilimle kavranabilir. Şu halde Gazzâlî için hikmetin gerçek anlamı ’ledünnî ilim’dir.12
İbnü’l-Arabî’nin (rh.a.) de hikmet ehli dediği kimseler öncelikle peygamberler ve velîlerdir. İbnü’l-Arabî’ye göre hikmet her şeye hakkını vermeyi, her şeyi yerli yerine koymayı sağlar. Mutlak anlamda hakîm, her şeye yaratılışını veren Allah’tır. O (c.c.) yarattığı şeyi en iyi bilen olduğuna göre her şeyi gerektiği gibi düzene de koymuştur. Kul ise eşyadaki ilâhî hikmetin farkına vardıkça bu ilmin hükmü altına girerek marifet yolunda ilerler. İbnü’l-Arabî’ye göre hikmet ehli, eşyanın düzen ve işleyişinin hikmete uygun düştüğünü yani her şeyin bulunması gereken çizgiyi takip ettiğini bilir; bunun sonucu olarak da rızâ ahlâkını ve bu ahlâktan kaynaklanan faziletleri edinir.13
Erzurumlu İbrâhim Hakkı hazretleri ise tasavvufî çizgiyi takip ederek hikmeti velîlere has, kaynağı ilâhî ilham olan, öğretimle kazanılmayıp riyâzetle elde edilen bir bilgi sayar. ’İlm-i hâl, ilm-i irfân, ilm-i aşk, ilm-i bâtın, ilm-i ledün, ilm-i sudûr, ilm-i kulûb’ adlarıyla da anılan ve esasen Allah’ı bilmekten ibaret bulunan hikmet gerçek bilgidir. Bu hikmete sahip olan kimse ’hakîm-i ilâhî’ adıyla anılır. Velîlere has bir lütuf olan ilâhî hikmet, kalplere tesiri bakımından ilimden üstün olduğu için hakîm-i ilâhî ulemâdan daha şereflidir.14
Rahmetli Üstadımız Abdullah Faruki (k.s.)’ya göre; ’hikmet’ geniş anlamları olan bir kelimedir. Hikmet, ’Sünnet’ anlamına gelir. Hikmetin Kur’ân-ı Hakîm’de ’Sünnet’ anlamında kullanıldığı âyet-i kerimelerden biri İsrâ sûresinin 39. âyetidir. Bu âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: ’İşte bunlar, Rabb’inin sana vahyettiği hikmetlerdir.’ Bu âyetin öncesine baktığımızda Rasûlullah’in ahlâk-ı hamîdesinin unsurlarından bahsedildiğini görüyoruz. Ana-babaya iyi davranmak, akrabaya, yolcuya, yoksula yardım etmek, israftan kaçınmak, eli sıkı olmamak, geçim endişesiyle çocukların canına kıymamak, zinadan uzak durmak, haklı bir sebep olmadıkça cana kıymamak, yetimin malına göz dikmemek, verdiği sözü yerine getirmek, ölçü tartıda hile yapmamak gibi hususları Allah Teâlâ; ’İşte bunlar, Rabb’inin sana vahyettiği hikmetlerdir.’ şeklinde tavsif buyuruyor. Bunlara baktığımızda, hepsinin Rasûl-i Ekrem’in sünnetleri olduğunu görüyoruz. Bunlar aynı zamanda yapılması farz olan davranışlardır. Bu âyetlerdeki emirler her ne kadar Peygamber Efendimiz’e ise de, bu emirler asıl olarak Ashâb-ı Güzîn ve ümmetedir. Yani nüzulü Rasûlullah’e, şümulü ümmetedir. Bunlar hep Rasûl-i Kibriyâ’nın ahlâklarıdır. Bize de bu ahlâklarla ahlâklanmamız emrediliyor.15
Çağımız mutasavvıflarından Osman Nuri Topbaş hocaefendi de ’İnsanlığın ilim diye bugüne kadar övüp durduğu şey, ekseriyetle eşyanın bilgisini zihne toplamaktan ibâret kalmıştır. Zira ilmin safhaları vardır ve onun ilk safhasında kalarak o bilgileri nefsânî menfaatlere alet etmek veya onun zâhirine, yani kabuğuna takılıp kalmak, kişiyi gerçek huzur ve saadete ulaştıramaz. Dolayısıyla ilim, sadece akıl ve zihin biriktirdiği bilgiden ibaret olmayıp, ilmin hikmetle aydınlanmış bir gönül süzgecinden geçirilerek hazmedilmesi icap eder. Ancak bu takdirde ilim, bir üst safha olan ’irfân’ın filizleneceği bereketli bir meyve hâline gelir. Cenâb-ı Hakk’a vâsıl etmeyen, tefekkürde incelik ve derinlik kazandırmayan, Rabb’in aşk ve muhabbetini tattırmaya yaramayan mâlumatlar, insana yüktür. İnsanı ilmin nihâî noktası olan mârifete eriştirecek ’hikmet’ nedir diye sorulacak olursa; hikmet, Kur’ân ve Sünnet’in şaşmaz hakîkatleridir. İnsanın huzuru, ilim ve hikmetsiz gerçekleşemez. Rûhun sıkıntılarını bertaraf eden, onu dünyevî ihtirasların ve nefsânî arzuların kıskacından kurtarıp huzur ve sükûna kavuşturan hakîkat incileri, hep hikmet cümlesindendir. Tasavvuf da, bu gâye ile telâkkî edilen bir ilimdir. Tasavvuf, nefsânî arzuları tezkiye ederek rûhî gıdaya yol bulma ve hikmette derinleşme gayretidir.
Aklın idrak sınırları dışında bulunan nice sırlar, hikmetle çözülür. Bu yönüyle hikmet, akla aczini de kavratır. Çünkü görebilen kimse için hikmet, perde ardındaki hakîkatlerden haber verir. Hikmet olmadan, nice sırlar
gözlerden ve gönüllerden saklı kalır. Kâinat ancak hikmet nazarıyla müşahede edilebilirse, gerçek güzelliğini ve hakîkatini gözler önüne serer.
İşte hikmete teşne olan gönüller, Cenâb-ı Hakk’ı kalpte tanıyabilme demek olan irfanda mesâfe katederler. Hikmetin tefekküründe yoğunlaşmadan, gerçek bilgiye, yâni mârifete ulaşmak mümkün değildir.İlmin asıl kıymeti, kişiye sağladığı kalbî olgunluk ve ahlâkî mükemmellikle ölçülür.16
Sonuç
İslam âlimleri, ’Hikmet; faydalı ilim ve salih ameldir.’ diye tarif etmişlerdir. İlimsiz amel, faydalı da olsa hikmete muvafık olmayacağı gibi, amelsiz ilim de ne kadar hoş ve faydalı olursa olsun hikmet ismini alamaz. Nitekim Peygamber Efendimiz: ’Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden sana sığınırım.’17 buyurmuştur. Nakli ilimler ve akli ilimlerin bir arada olmasına hikmet denilir. Bunlar birbirinden ayrıldıkları zaman letafetlerini kaybederler.
Hikmet bir nurdur ki, hak ile batılı ve hayır ile şerri birbirinden tefrik eder. O öyle faydalı bir ilimdir ki, insanı, salih amellerle Cenab-ı Hakk’a yaklaştırır. O’nun sevgisine ve rızasına mazhar eder. Allah’tan hakkıyla korkutup, yasaklarından sakındırır. Zira, ’hikmetin başı Allah korkusudur.’18 Allah’tan korkmak insanı her türlü kötülük, zarar ve günahtan muhafaza eder ve ebedi saadetin kazanılmasına vesile olur. Günahlardan kaçınıp, dinin emirlerini yerine getiren bir insan, imanını bu tehlikeden koruduğu gibi, Allah katında da insanların en çok ikram edileni ve en sevgilisi olur. Bir insanın Allah’tan korkması ve akıbetinden endişe etmesi yaratılışının ve aklının gereğidir. Cenâb-ı Hak kendisinden korkanı sever ve kendisinden hakkıyla korkanı korkutmaz. Allah korkusu insanları bütün dalaletlerden, tehlikelerden ve nice afetlerden kurtararak sırat-ı müstakime götürür ve insanın aklına nur ve rehber olur.
Hikmet eşyanın hakikat ve mahiyetini idrak etmektir. İlimlerin membaı ve bütün faziletlerin kaynağı hikmettir. Dünyevi ve uhrevi saadetlerin, maddi ve manevi nimetlerin vesilesidir. Cehaletle ölmüş kalpleri dirilten ve onları ihya eden hikmettir. Hikmet, dünyevi ve uhrevi maksatları anlayıp ikisini beraber yürütmek ve o nispette terakki ve tekamül etmektir. Diğer bir ifadeyle hikmet, ’eşyanın hakikatlerine olduğu gibi vakıf olmak ve onun muktezasıyla amel etmektir.’ Nitekim Bir eserde (seleften nakledilen bir sözde şöyle) gelmiştir: ’Allah’ım! Eşyayı bize olduğu gibi göster.’19


Son notlar
1 KUTLUER İlhan, ’Hikmet’, DİA, (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), TDV Yayınları, Ankara 1998, c. XVII, s. 503-511.
2 el-Bakara, 2/129.
3 KUTLUER İlhan, a.g.e..
4 el-Bakara, 2/129.
5 en-Nahl, 16/125.
6 KUTLUER İlhan, a.g.e..
7 Tirmizî, İlm, 19.
8 Tirmizî, Menâkıb, 21.
9 Buhârî, Fedâilu’s-Sahâbe, 24.
10 Buhârî, Meğâzî, 74.
11 KUTLUER İlhan, a.g.e..
12 KUTLUER İlhan, a.g.e..
13 KUTLUER İlhan, a.g.e..
14 KUTLUER İlhan, a.g.e..
15 Özlenen Rehber Dergisi, 2014 Şubat, Sayı:131.
16 Genç Dergisi, Şubat 2009, Sayı:29.
17 Nesâî, İstiâze, 18.
18 el-Hakîmu’t-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl Fî Ma’rifeti Ehâdîsi’r-Rasûl, Dâru’n-Nevâdir, Beyrut 2010, 228. Asıl, c. V, s. 187.
19 İbnu’l-Cevzî, Saydu’l-Hâtır, Dâru’l-Kalem, Dimeşk 2012, Fasl:316, h.no:1393, s. 429.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.