Cum’a (cumua-cumaa) ’toplamak, bir araya getirmek’ anlamındaki cem’ kökünden isimdir.
Çeşitli hadislerden anlaşıldığına göre cuma, haftalık ibadet günü olarak daha önce Yahudi ve Hıristiyanlar için tayin ve takdir edilmiş, fakat onlar bu konuda ihtilafa düşerek Yahudiler cumartesiyi, Hıristiyanlar pazarı haftalık toplantı ve ibadet günü olarak benimsemişler, Allah da cuma gününü Müslümanlara nasip etmiş, onları bu konuda hakka ulaşmaya muvaffak kılmıştır. (Bkz., Müslim, Cumua, 7) Böylece İslam’da haftalık toplu ibadet günü olarak cuma seçilmiş, bu günün bir bayram olduğu birçok rivayette açıkça belirtilmiştir.
Cuma namazının hangi tarihte farz kılındığı konusunda iki rivayet vardır.
Birinci rivayete göre; Mekke’de farz kılınmış, ancak müşriklerin engellemesi yüzünden fiilen edası hicrete kadar ertelenmiştir.
İkinci rivayete göre ise; Cuma namazı hicret sı¬rasında farz kılınmıştır. Şöyle ki: Rasûlullah (s.a.v.) Medine’ye bir saat mesafede bulunan Küba’ya ulaşınca orada konaklamış, pazartesiden perşembeye kadar ashabı ile beraber çalışarak İslam’ın ilk mescidini inşa etmiştir. Cuma günü Küba’dan hareket edip Ranuna Vadisine gitmiş ve Salim b. Avf kabilesine misafir olmuştur. Bu sırada cuma vakti girdiğinden vadideki namazgâhta ilk cuma namazını kıldırmıştır.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in daha önce Müslümanların serbest oldukları bölgelerde cuma namazı kılmalarını emretmesi, fiilen edasının farz kılınmasının hicret yı¬lında vuku bulduğunu teyit etmektedir. Efendimiz (s.a.v.)’in Hicret’ten evvel de Medine’de bulunan Müslümanlara hitaben, Cuma günleri öğle namazının yerine bir hutbe ve ardından iki rekât namaz kılmalarını emreden mektubunun bulunması yine bunu teyit etmektedir.
Bu namaz Kur’ân-ı Kerim’de özellikle zikredildiği ve teşvike mazhar olduğu gibi hadis ve fıkıh kitaplarında da ayrı bölümlerde ele alınmıştır. İslam’dan önceki dönemde haftanın altıncı gününe ’arûbe’ denirdi. Sözlükler bu kelimenin Arapça olmadığını belirtmiş, araştırmacılar da Ârâmî kökenli olduğunu tespit etmişlerdir Ârâmî dilinde ’Arefe günü’ anlamına gelen arûbe, Yahudilerin cumartesine hazırlık yaptıkları ve bunun için Medine’de sabahtan öğleye kadar pazar kurdukları bir gündü. Bu güne cuma adının verilmesini, Kureyş’in atalarından olup bu günde kavmini toplayan, kendilerine öğüt veren ve Harem’e saygı göstermelerini emreden Ka’b b. Lüeyy’e kadar götürenler olduğu gibi, hicretten önce Medine’de Ensar tarafından toplantı ve ibadet günü olarak seçilmesine bağlayanlar ve ismi bu tarihten itibaren başlatanlar da vardır. Peygamberimiz (s.a.v.), henüz Medine’ye hicret etmeden önce oradaki Müslümanlar, sayıları artmaya başlayınca Ehl-i Kitab’ın haftalık toplantı ve ibadet günlerinin bulunduğunu göz önüne alıp yaptıkları müzakereler sonunda kendileri için de böyle bir toplanma günü olarak arûbe gününü seçmişlerdir. Bundan sonra Es’ad b. Zürâre kendilerine Cuma namazını kıldırmaya baş¬lamıştır. Kaynaklar bu kararın içtihada dayandığını ve kılınan namazın da nafile ibadet türünden olduğunu kaydetmektedir. (İbn-i Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî Bi-Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Cumua, Bâbu Fardi’l-Cumuati, c.2, s.355, h.no:876, Mektebetu’s-Selefiyye)
Hicret’ten evvel Medine’de İslam’ın ilk öğretmeni olan ve Medine’de bulunan Evs ve Hazrec Kabileleri’ne İslam’ı anlatarak birçok Ensar’ın hidayetine vesile olan Mus’ab b. Umeyr (r.a.) Efendimizin Küba’da Cuma namazını kıldırdığı rivayetleri vardır. Gerek Medine’nin ulusu olan, Akabe Biatleri’nden önce Efendimiz (s.a.v.) ile görüşüp Müslümanlık şerefine eren ve I. ve II. Akabe Biatleri’nin adeta mümessili sıfatını taşıyan Es’ad b. Zürâre (r.a.)’ın kıldırması, gerekse onun (r.a.) Medine’de Cuma günleri Müslümanları toplayarak Mus’ab b. Umeyr (r.a.) efendimizin kıldırması Cuma namazının Efendimiz (s.a.v.)’in hicretinden evvel kılındığına bir delildir.
Şu halde Efendimiz (s.a.v.)’in Ranuna Vadisi’nde kıldırdığı Cuma namazı Müslümanların ilk Cuma namazı değil, Efendimiz (s.a.v.)’in Müslümanlara kıldırdığı ilk Cuma namazıdır. Efendimiz (s.a.v.)’in Ranuna Vadisi’nde kıldırdığı ilk Cuma namazında O’nu (s.a.v.) karşılamaya gelen Muhacir ve Ensar da hazır bulunmuştur. Medine’de bulunan Sahâbe-i Kiram Efendilerimiz iki bayramı birden yaşamıştır. Çileli hicret yolculuğu nihayetinde Efendimiz (s.a.v.), Küba’da mescit inşası, Ranuna’da Cuma namazı ve hutbe iradı, Medine’de kardeşlik muahedesi yaparak on üç yıllık hasret kalınan içtimai hayatı tesis etmiş ve hepsi Allah (c.c.) tarafından âyetle tasdik edilmiştir. Efendimiz (s.a.v.)’in o ilk hutbesinde ağzından inci gibi dökülen sözler her sözü gibi zamanları ve mekânları kuşatmış, irat buyurduğu hutbesi mü’minlerin kalplerine halen şifa olacak ve iki cihanda saadete erdirecek şekilde terü taze halini korumuştur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) evvela Allah Teâlâ’ya hamdü senadan sonra şöyle buyurmuşlardır:
’Bundan sonra; ey insanlar! Kendiniz için (kabir ve âhiret hayatına hazırlık olmak üzere salih ameller) sunun. Muhakkak bilmiş olun ki; mutlaka biriniz öldürülecek, sonra mutlaka koyunlarını çobansız bir halde bırakacak. Sonra mutlaka Rabbi kendisine, ne tercümanı, ne de zatıyla kendisi arasında perdeleyen bir perde olmadığı halde: ’Sana benim Peygamberim gelip de tebliğ etmedi mi? Sana mal verip de sana fazl-ı ihsanda bulunmadım mı? Şu halde kendin için (kabir ve âhiret hayatına hazırlık olmak üzere) ne sundun?’ diyecek. Bunun üzerine şüphesiz sağ ve sol (tarafın)a bakacak, (salih amel namına) hiçbir şey görmeyecek. Sonra mutlaka ön (tarafın)a bakacak, cehennemden başka (bir şey) görmeyecek. Şu halde her kim, yarım hurmayla dahi olsa (sadaka vb. hayır hasenatla) yüzünü (yani kendini) cehennemden koruyabilirse (bunu) hemen yapsın! Her kim de (böyle bir hayır yapmaya imkân) bulamazsa kelime-i tayyibe (yani güzel söz) ile (kendini korusun). Zira bir haseneye (iyiliğe), on mislinden yedi yüz misline kadar (sevapla) karşılık verilir. Selam, Allah’ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!’
Birinci hutbeyi böylece tamamladıktan sonra ikinci hutbeye şöyle devam etti:
’Muhakkak ki hamd, Allah’a mahsustur. O’na hamd eder ve O’ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülerinden Allah’a sığınırız. Allah’ın hidayet ettiği kimseyi dalalete düşürecek hiç kimse yoktur. Allah’ın dalalete düşürdüğüne de hidayet edecek hiç kimse yoktur. Şehadet ederim, muhakkak ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O tektir, O’nun hiçbir ortağı yoktur. Şüphesiz söz(ler)in en güzeli Allah Tebârake ve Teâlâ’nın kitabı (Kur’ân’)dır. Allah her kimin kalbinde onu (yani Kur’an’ı) süslerse, küfürden sonra onu İslâm’a girdirirse, (her kim) onu (yani Kur’an’ı) insanların sözlerinden onun dışındaki şeylere tercih ederse mutlaka felaha ermiştir, (umduğuna nail, korktuğundan emin olmuştur). Doğrusu o (yani Kur’an), söz(ler)in en güzeli ve en beliğidir. Allah’ın sevdiğini sevin. Allah’ı tüm kalbinizle (canı gönülden) sevin. Allah’ın kelamından ve zikrinden usanmayın. Ona karşı kalbiniz katılaşmasın. Zira o, Allah’ın yarattığı her şeyden (en iyi ve yararlı olanı) seçer ve ayırır. Muhakkak ki Allah onda; amellerden tercih ettiği (en hayırlı) işleri, kullardan seçkinlerini, söz(ler)den en iyi (ve yararlı) olanı, helal ve haram insanlara verilen her şeyi (yani hükümleri) beyan etmiştir. Şu halde Allah’a kulluk yapın ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. O’ndan hakkıyla korkun. Ağızlarınızla söylediğinizin en iyi (ve yararlısı) olan (sözler)le Allah’a karşı sadık olun (sözünüzü tutun). Aranızdaki Allah’ın ruhu (yani Kur’ân’ı) ile birbirinizi sevin. Muhakkak ki Allah, ahdinden dönülmesine (kendisine verilen sözün yerine getirilmemesine) gazap eder. Selam üzerinize olsun.’ (İbn-i Hişâm, Sîratu’n-Nebiyyi, c.2, s.125, Dâru’s-Sahâbe Li’t-Turâs, Tanta, 1995)
Yine Peygamberimiz (s.a.v.)’in bir hutbesinde de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
’Ey insanlar! Ölmeden önce Allah’a tevbe edin. Meşgul kılınmadan önce sâlih amelleri işlemeye acele edin (koşuşun)! Kendisini çok zikretmenizle, gizli ve açıkta bol sadaka (vermek sureti) ile Rabbinizle aranızdaki (vacip/gerekli olan) hakkı yerine ulaştırın ki; rızıklandırılasınız, yardım olunasınız ve (hali)niz ıslah edile. Ve bilin ki; muhakkak ki Allah, şu makamımda, şu günümde, şu ayımda ve bu yılımdan kıyamet gününe kadar Cuma (namazın)ı şüphesiz sizler üzerine farz kılmıştır. Artık her kim onu, ben hayatta iken veya benden sonra, (başında) âdil ya da zalim bir idareci varken, onu hafife alarak veya onu(n farziyetini) inkâr ederek terk ederse, Allah onun işini derli toplu kılmasın ve işinde ona bereket vermesin. Dikkat edin! Tevbe edinceye kadar onun ne namazı, ne zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de hiç bir iyiliği yoktur (kabul edilmez). Her kim de tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder (veya etsin)…’ (İbn-i Mâce, İkâmetu’s-Salevâti Ve’s-Sünnetu Fîhâ, 78)
Bu hutbelerde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in nelere dikkat çektiğini şöyle maddelersek:
- Tevbe
- Sadaka
- Zikir
- Cuma namazının farziyeti ve önemi
- Cuma namazını terk edenin hali
- Âhiret için hazırlık
- Ölüm gerçeği
- Âhirette kişinin görecekleri
- İyilik yapmanın gereği
- Allah’a hamd ve dua
- Kur’ân’a bağlılık
- Hidayetin Allah’a ait oluşu
- Allah’ın birliği ve tevhit
- Allah’ın Kelamı’nın üstünlüğü
- Allah’ı sevmek
- Tevhide sarılmak
- Allah’ın sevdiklerini sevmek
- Allah’ın Kelamı’nda birleşmek ve birbirini sevmek
Hakikat Pınarı’ndan dökülen bu damlalar, içerdiği konular itibariyle ferdî ve içtimaî çok büyük bir öneme sahiptir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), her şeyi ile hicret eden Mekkeli Müslümanlara ve yine her şeyi ile muhaciri bağrına basan Ensar’a çok özel nasihatte bulunmuş, ceddi İbrahim (a.s.)’ın Makam-ı İbrahim’de bütün kulları Allah’ın Beyti’ne daveti gibi, bu ilk hutbesinde Ashab-ı Kiram’ın şahsında cihandaki bütün Müslümanlara seslenmiş, onları Allah’ın Tevhid Dini’ne ve Kelamı’na çağırmıştır.
Şu an yeryüzünde İslam ve Müslümanlar dışında hiçbir dine ve topluma nasip olmayan haftalık bayram, dini toplantı ve nasihat gününü bizlere nasip eden Allah’a hamd, İslam’ı ve Cuma Bayramı’nı getiren, kurtuluş yollarımızı gösteren, yeryüzünde eşi ve benzeri bulunmayan tek hatip Efendimiz (s.a.v.)’e, Âl’ine ve Ashabı’na salât ve selam eder, Kâbe’de ve onun şubelerinde sadece fiziki olarak değil Allah’ın emrettiği üzere ’Allah’ın ipine topluca sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin…’ (Âl-i İmrân, 3/103) emir ve hitabına ittiba ile hasbi birliktelik içinde kardeşliğimizi ifa ederek yekvücut olup İslam ve Müslüman düşmanlarına fırsat vermeyecek liyakat ve metaneti Cenâb-ı Hakk’ın biz ümmetine lütfetmesini niyaz ederiz.
Faydalanılan Kaynaklar:
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, ’Cuma’ Maddesi, c.8, s.85-89, Hayreddin KARAMAN, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları., İstanbul, 1993.
Muhammed HAMİDULLAH, İslam Peygamberi, Beyan Yayınları.
Osman KESKİOĞLU, Hatemü’l Enbiya, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
İ.Lütfi ÇAKAN, Peygamberler ve Tevhit Mücadelesi, Ensar Yayınları.
Medine'de Bayramdan Önce 'Cuma Bayramı'
Özlenen Rehber Dergisi 145. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.