A) ZİKİR:
Bu Hususta Varit Olan Hadisler:
Muhyiddîn İbnu’l-Arabî hazretlerinin de ’Tuhfetu’s-Sefera İlâ Hadrati’l-Berara’ isimli kitabında tahriç ettiği bir hadis-i şerifte ise; ’(Müferridler;) sallananlardır -veya Allah’ın zikrinde sallananlardır-. Zikir, onlardan (günah) ağırlıklarını indirir de kıyamet günü hafif (yani günahtan azade kimse)ler olarak gelirler.’ buyrulmuştur. (Ebû Umeyye et-Tarsûsî, Müsned/Müsned-i Ebî Hureyre, s.200, (Mahtut); Nevevî, Sahîhu Müslim Bi-Şerhi’n-Nevevî, c.17, s.6, Müessesetu Kurtuba, 1994.)
Ashab’dan, oturarak zikir yapanlar da olmuştur.
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Muaviye (r.a.) mescitte bir halkanın yanına çıktı ve: ’Sizi (buraya) ne oturttu (yani oturmanıza ne sebep oldu)?’ dedi. (Halkadakiler): ’Allah’ı zikretmek için oturduk.’ dediler. (Muaviye): ’Allah aşkına, sizi ancak bu mu oturttu?’ dedi. (Onlar da): ’Allah’a yemin olsun ki, bizi ancak bu oturttu.’ dediler. (Muaviye şöyle) dedi: ’Dikkat edin, ben sizden (sizi yalanla) itham etmek için yemin istemedim. Rasûlullah (s.a.v.)’e (yakınlıkta) benim mertebemde olup da (buna rağmen) O’ndan, benden daha az hadis rivayet eden hiç bir kimse yoktur. Muhakkak ki Rasûlullah (s.a.v.), ashabından (oluşan) bir halkanın yanına çık¬tı ve: ’Sizi (buraya) ne oturttu?’ buyurdu. (Ashâb): ’Allah’ı zikretmek, bizi İslâm’a hidayet etmesi (iletmesi) ve onunla bi¬zi nimetlendirdiği için O’na hamdetmek için oturduk.’ dediler. (Rasûlullah): ’Allah aşkına, sizi ancak bu mu oturttu?’ buyurdu. (Ashâb): ’Allah’a yemin olsun ki, bizi ancak bu oturttu.’ dediler. (Rasûlullah): ’Dikkat edin, ben sizden (sizi yalanla) itham etmek için yemin istemedim. Fakat Cibril bana geldi ve Allah Azze ve Celle’nin sizinle meleklere iftihar ettiğini bana haber verdi.’ buyurdu.’ (Müslim, Zikr-Dua-Tevbe, 11, Dâru Taybe, Riyad, 2006)
Diğer bir delil ise, İmam Nevevî (rh.a.)’in de ’el-Ezkâr’da naklettiği şu sözdür: Hz. Âişe validemiz: ’Muhakkak ki ben, hizbimi (evradımın veya tesbihatımın tümünü) veya hizbimin çoğunluğunu yatağımda yanım üzere uzandığım halde okuyorum.’ (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, Salât, 825, c.3, s.574, h.no:8650, Mektebetu’r-Ruşd, Riyad, 2004) demiştir.
Bütün bu açıklayıcı mahiyetteki âyet, hadis ve Ashab’ın uygulamalarında Cenâb-ı Hakk’ın çeşitli şekillerde zikredildiği açık olarak görülmektedir.
Diğer taraftan hac menasikinde yapılan ibadet ve zikirleri gözden geçirelim:
Beytullah’ın etrafını bir defa dönmeye ’şavt’ denir. Bu, yedi defa tekrarlanır ve ’tavaf’ ismini alır. Hacılar bu şavtlarda cehrî olarak ve ayakta çeşitli esma ve dualarla Beyt’i tavaf ederler. Bu tavaf esnasında da seslerini yükseltirler. Bu yedi şavtın üçünde ise ’remel’ yaparlar. Remel; tavaf esnasında vücudu hareket ettirerek koşmaya benzer bir tarzda hızlı yürümektir.
Bu remelleri zıplaya zıplaya ve vücutları celalli, yani ’semâ’ya benzer bir tarzda yaparlar. Bu ise sünnettir.
Ayrıca Safa ve Merve arasında yapılan say’ da, ’hervele’ yapmak suretiyle çeşitli dua ve zikirlerle eda edilir. Yine Arafat’a yürüyerek giderken yüksek sesle yapılan telbiyeler ve zikirler, vardıkları zaman hacıların vakfede yaptıkları dualar ve zikirler, Arafat’tan Müzdelife’ye inerken yapılan zikirle getirilen telbiyeler, indikleri zaman ise;
فَاِذَآ اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِۖ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدٰيكُمْ
’Arafat’tan ayrılıp (sel gibi Müzdelife’ye doğru) akın ettiğinizde Meş’ar-i Harâm’da Allah’ı zikredin . O’nu, size gösterdiği gibi zikredin.’ (el-Bakara, 2/198) emr-i ilahisi gereğince Müzdelife’de, şeytan taşlarken Minâ’da yapılan yüksek sesle zikirler de bu cümledendir.
Görüldüğü gibi farz olan hac menasikinde de bütün fiiller, çeşitli hareketlerle ayakta ve sesli olarak yapılan ibadetlerdendir.
Yine yüksek sesle okunmakta olan ezan ve müezzinlerin minarelerde ezan okurlarken sağa ve sola dönmeleri, bütün Müslümanların (gerek cemaatle, gerekse ferdi) namazlarında bazı kıraatleri cehrî, bazılarını ise hafî olarak yapmaları da Efendimiz (s.a.v.) ve O’nun Ashab’ından günümüze kadar gelen çeşitli zikir ve ibadetlerdir.
Mü’minler, Cenâb-ı Allah’ın emirlerini yerine getirerek O’na yaklaşmaya çalışırlar. Allah Teâlâ’nın:
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا
’Nefsini temizleyen şüphe yok ki felâha ermiş (umduğuna nail, korktuğundan emin olmuş)tur.’ (eş-Şems, 91/9) emr-i ilahisi gereğince çeşitli ibadetler yaparlar.
Peygamber Efendimizin özellikle belirttiği: ’Allah’ın zikrini (öyle) artırın (çokça yapın) ki (sizi gören münafıklar, gaflet ve dünya ehli olanlar size, ’bu) delidir’ desinler.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.18, s.212, h.no:11674, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997) hadisini biraz mütalaa edelim:
Bir insan Allah’ı hafî (gizli) olarak bir köşede zikretse, onu gören hiç bir kimse ona ’deli olmuş’ demez. Bu zâkir, zikrini açıktan ve bazı vücut hareketleriyle ve coşkun bir halde yaparsa ancak o zaman ona ’deli’ veya ’mecnun’ denilebilir. Buradan da anlıyoruz ki, Efendimiz (s.a.v.)’in bu şekildeki bir zikre teşviki vardır.
Aşağıda zikredeceğimiz hadislerde belirtilen; Allah’ı çokça zikreden ve zikir meclislerinde bulunanlara verilecek nimetlerin büyüklüğü de bu konunun önemini açıkça ortaya koymaktadır.
عَنْ أَبِي الدَّرْدَاءِ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ-: "لَيَبْعَثَنَّ اللّٰهُ أَقْوَامًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ ف۪ي وُجُوهِهِمُ النُّورُ عَلٰى مَنَابِرِ اللُّؤْلُؤِ يَغْبِطُهُمُ النَّاسُ لَيْسُوا بِأَنْبِيَاءَ وَلَا شُهَدَاءَ" قَالَ: فَجَثَا أَعْرَابِيٌّ عَلٰى رُكْبَتَيْهِ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللّٰهِ! حُلَّهُمْ لَنَا نَعْرِفْهُمْ؟ قَالَ: "هُمُ الْمُتَحَابُّونَ فِي اللّٰهِ مِنْ قَبَائِلَ شَتّٰى وَبِلَادٍ شَتّٰى يَجْتَمِعُونَ عَلٰى ذِكْرِ اللّٰهِ يَذْكُرُونَهُ."
Ebu’d-Derdâ (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) (bir defasında): ’Mutlaka Allah, kıyamet günü yüzlerinde nur olan bir takım toplulukları inciden minberler üzerinde diriltecektir. İnsanlar onlara gıpta ederler. (Hâlbuki) onlar peygamberler ve şehitler değildirler.’ buyurdu. (Ravi devamla şöyle) dedi: Bunun üzerine bir bedevi dizleri üzerine çöktü ve: ’Yâ Rasûlallâh! Onları(n vasıflarını) bize açıkla ki onları tanıyalım.’ dedi. (Rasûlullah): ’Onlar, muhtelif kabilelerden ve farklı memleketlerden Allah için birbirlerini seven kimselerdir. Allah’ı zikretmek için toplanırlar, O’nu zikrederler.’ buyurdu. (Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid Ve Menba’u’l-Fevâid, Ezkâr, Bâb:2, c.10, s.57, h.no:16770, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyyeti, Beyrut, 2001. Taberânî’den nakletmiştir.)
Ayrıca, Buhârî ve Müslim’in ittifakla tahriç ettikleri, yukarıda zikrettiğimiz Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen hadis de bu konuyu açıklaması bakımından önemlidir.
Konumuzun başından beri sıraladığımız âyet ve hadisler, zikrin nasıl yapılacağı ve Allah’ı zikredenlere verilecek mükâfatlar hususunda bizlere gerekli bilgileri vermiştir.
Görülüyor ki bu yol, tevhit yolunun temelini teşkil etmektedir. İşte bu yolun esası, Peygamberimiz (s.a.v.) ve O’nun Sahâbe’sine ulaşan ’Ehl-i Sünnet’ yoludur.
İslâm'da Zikir ve Semâ'-ııı
Özlenen Rehber Dergisi 145. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.