Televizyon, çıktığı dönemde tek bir kanal ile yayına başlayan, sonrasında binlerce kanalın eklendiği, renkli, çoğu zaman lüzumsuz ve zararlı içerikli kara kutu, diye tabir edilebilir. Kutu görünümünden çıkmış olup zarif, çekici bir görünüm kazanması, inceliği ve daha birçok donanımsal özelliği televizyonu daha albenili hale getirmiş durumda. Bir prize takılan ve sadece bir kablo içeren bu alet küçük büyük herkesin en vazgeçilmezi olmuş. Hatta düşünmek lazım, televizyon seyretmediğimiz akşamımız var mı diye?
Televizyon, zihni, bedeni, dili tamamen fes ediyor. Ailece olsun, eşle dostla olsun bir arada oturulan akşamların ’en çok sesi çıkanı’ ne yazık ki televizyon olmuş. Konuşma da sadece kısa aralara sığdırılmış. Televizyonda faydalı faydasız birçok yayın yapılmakta, hem de her saat aralıksız. Haber seyretmek istediğin zaman bile bir bakıyorsun taraflı-tarafsız diye birçok medya yayın grupları türemiş. Herkes kendi çıkarı doğrultusundaki görüntüleri yayına alıyor. Bu yayınların taraftarı da çok, karşıtı da. Söz konusu olan doğruluksa orada işler biraz karışıyor. Çünkü herkesin doğrusu, çıkarının karşılığı olmuş durumda.
Televizyon, özellikle aile bireyleri arasındaki ilişkiyi tehdit ediyor. Öyle bir duruma geldik ki hoş sohbetler, karşılıklı ilişkiler yerini samimiyetsiz yayınlara bıraktı. Kardeşimizle sohbet edeceğimiz yerde kim olduğunu bilmediğimiz türlü insanların sohbetlerine odaklanıyoruz, zihnimizi onların gereksiz sohbetleri ile dolduruyoruz. Adına dizi dedikleri birçok zarar yükü görüntüler en ufağımızın bile ilgi odağı. Eskiden çocuklar çizgi filme heveslenirdi, şimdilerde içerisinde ’çocuk’ oyunculara da yer verdikleri için ahlaksızlığı içinde barındıran, çıkarlı, manasız dizilere hevesleniyorlar. Gerçi çizgi filmlerin de normal dizilerden bir eksiği kalmamış ya! Hepsinde kız-erkek Batı’ya uyarlanmış, giyim-kuşam zaten onların birer yansıması, edepten eser bulmak söz konusu bile değil.
Evin en güzel köşesinde yer verdiğimiz, hatta odamızı onun etrafında şekillendirdiğimiz çok kıymetli televizyonumuzun daha anlatmakla bitiremeyeceğimiz diğer ayrıntılarını irdeleyelim.
Çocuklara yemek yedirmek için büyük bir yardımcı olarak görülen televizyon aslında zarar kaynağı. Böyle yaparak hem çocukları kolaya alıştırıyoruz, hem de zararlı yayınları izlemeye teşvik ediyoruz. Biz küçükken yesin diye izletirsek, yarın büyüdüğü zaman kendisi zaman geçirmek için izlemek ister. Çocuklar için düzenlenen çizgi filmlerin de çoğu zararlı içeriklere sahip. Genelinin Batı kaynaklı olması bizimle uyumsuzluğun bir göstergesi. Çizgi filmlerdeki kızların saç renklerinden tutun da giyimleri, küçüklükten itibaren zararlı kimyasal içeriklere sahip olan makyaj malzemeleri ile renklendirilen ciltleri tamamen çocukları zarara teşvik ediyor. Zaten çocuklar için çıkarılan zararsız makyaj malzemesi diye satılan çoğu ürün de kimyasal içerikli. Televizyonlarda çocukları o renkli boyalara heveslendiriyorlar, sonrada zararsız diye birçok kimyasal ürünü üretiyorlar. Unutmayalım ki cildimizin üzerinde herhangi bir değişikliğe sebebiyet veren her ürün kimyasal içeriklidir, kimyasal içerikli her ürün de cilde zararlıdır. Organik diye satılan ürünlerin de öyle olmadığı kanaatindeyim. Doğallığı bozan her ürünün yapay olduğunu, bizi yapaylaştıran her ürünün de kimyasal olduğunu savunuyorum.
Televizyonun bir başka zararı da aile içerisinde sebep olduğu olumsuzluklardır. Gerek eşler arasında, gerekse ebeveyn-çocuk arasında ve kardeşler arasında bile akla gelmeyecek çatışmalara yol açtığı bir gerçek. Birçok kıyafet dizilerde moda oluyor, bir çok telefon dizilerle trend oluyor. Özetle hayatımızdaki bir takım gelişmelerin, değişimlerin birçoğu izlediğimiz yayınlardan esinlenerek yaptığımız değişimlerdir. Bunlar direkt söylendiği zaman komik ve saçma gelebiliyor ama aslında bir gerçek. Mesela eşler arasındaki birçok istek film sanatçılarının istekleri doğrultusunda gerçekleşiyor. Eşler birbirlerini onlara benzemeye teşvik ediyorlar. ’Sen falanca gibi olsan, onlar gibi fedakâr vs.’ diyerek sorun oluşturuyorlar da farkında değiller. Birbirinden beklediklerini göremeyince de bu defa yetersiz hanım, yetersiz erkek portresi ortaya çıkıyor. Sonra ardı arkası kesilmeyen tartışmalar, huzursuzluklar beraberinde yıkıp geçiyor çoğu emekleri.
Bizler millet olarak etrafımızdakileri örnek almaktan zevk duyuyoruz. Etrafımızdaki faydalı örnekleri dikkate almak çok güzel. Oturduğumuz zaman dedikodudan, yalan yanlıştan ve gereksiz çoğu konuşmalardan uzak durabildiğimiz, İslamî yaşantısını, tavırlarını kendimize örnek edindiğimiz arkadaşlarımız, dostlarımız ayrı tabi. Öylesi topluluğa dört elle sarılmak lazım. Lakin biz etrafımıza baktığımızda biraz yanlış bakıyoruz ya da farklı beklentilerle bakıyoruz. Çevremiz çok kalabalık olabilir, ama herkes bize doğruyu yansıtmaz. Ya da herkesin doğrusu bize uymaz. Biz hak olan doğruyu ararsak hakikate ulaşabiliriz. Ancak bizler sadece böyle bir arayışa girmiyoruz bazen. Hatta çoğu zaman. Televizyonlardaki yaşantıları bir gün izliyoruz eleştiri ile, ikinci gün merak ile. Üçüncü gün bakıyoruz ki yaşantımıza oradan bir şeyler katmayı ihmal etmemişiz. Ya da çocuklarımıza -ki en büyük yanlışlardan bir tanesi- örnek olarak onların kişilikleri ile alakasız çok farklı karakterleri göstererek tenkit etmek. Bu çocuğu daha agresif olmaya iter. Doğruyu öğretmek istiyorsak bunu yanlış yolla yaparsak ipin ucunu tamamen kaybederiz. Doğruları en sakin, en olağan şekilde anlatmanın yolu: Bir örnek gördüysek bunu biz bilelim. Çocuğa ’falancanın çocuğu ya da falanca dizideki çocuk böyle yapıyor’ diye değil de ’doğru olanın bu şekilde olduğunu düşünüyorum, sence de öyle değil mi?’ vs. yapıcı olarak öğretme yoluna gidelim. Unutmayalım ki sağlıklı bir öğrenim doğru öğretimden geçer.
Gelelim saygı, edep, sadakat gibi sarsılmayacak en büyük taşlara. Ne yazık ki televizyonlar bu taşları da yerinden oynatmaya çalışıyor. Hangi kanala baksak, ihanet sonrasında intikam, gizli işler, yalan, sahtekârlık… Bunlar hep doğal, normal bir şeymiş gibi gösteriliyor. Hemen her ailede birbirinden saklanan olaylar, haram olan, dinimizin emri dışındaki hemen her şey… Bunlar artık olağan bir şekilde seyrediliyor. Ve biz hiç de garipsemiyoruz. Bir düşünün, izlediğimiz hayatlardan hangisi bizi yansıtıyor? Hangisinde saf, masum, dört dörtlük İslamî yaşantısı olan bir aileyi konu edinmiş? Gerçi son zamanlarda başörtüsünü iyi kullanıyorlar, hemen her dizide namaz kılan bir kişi, başına bir şal atmış hanım vs. mevcut. Ama asıl olan yaşantı bu mu? Peki ya bizler doğru olmadığını bildiğimiz, bizlerle uzaktan yakından alakasız olan bu görüntüleri izlemeye neden tüm benliğimizi hapsediyoruz? Bedenimize kastımız mı var?
Biraz farkında olalım. Niçin dünyaya geldik? İzlediklerimizden, bedenimize, beynimize, kulağımıza yaptığımız işkencelerden mesul olmayacak mıyız yarın huzuru mahşerde?
Bir de reklamlar var ki… Onlar zaten başlı başına vasat. Sözde bir ürünün tanıtımı yapılıyor, ama ürünün tanıtımından çok oynayan oyuncular -ki özellikle hanımlar kullanıyor, en dikkat çekici hale getirilerek-. Bir reklam çekilmiş ki ancak reklamın bitiminde ürünün ismi geçiyor da ’bu da reklammış!’ diyebiliyoruz. Tanıtımı yapılan şeyden çok, kullanılan insanlarla göz boyamaya, satış yapmaya, dikkat çekmeye çalışıyorlar. Bunların ardı arkası kesilmez. Bize düşen kendimizi, gözlerimizi bu lüzumsuz görüntülerden sakındırmak. Zaten yayınlanan birçok ürün yabancı üretim olduğu için, reklamları da onlardan Türkçeye çevrilmiş bir şekilde ekrana geliyor. Diniyle, diliyle, yaşantısıyla ve geliriyle bizden olmayan ürünlerin de ne reklamını izlemek gerekli, ne de onları soframıza koymak.
Sonuç
Televizyon, masum diye evlerimize aldığımız en kötü örnek. Hem bize, hem çocuklara, hem de gelenlere. Akşamları hoş sohbetle geçirmek, gözlerimizi yanlışları izlemeye maruz bırakmamak kendi elimizde. İrademiz doğrultusunda her yanlışı bertaraf edebilmemiz mümkün. Haber seyretmek istiyorsak, gazetelerden takip edelim. Ya da –meşru ölçüler içerisinde sunulan- haberin belli saatleri, tarafsız kanalları var. İzleyelim, gündemden haberdar olalım. Tabi haber kanalı seçerken de dikkat etmek lazım, çünkü çoğu haber kanalı da magazin kanalı gibi olmuş. Kim olduğu belli olmayan ün kazandırdıkları insanların hayatını sanki devlet meselesiymiş gibi dakikalarca vermekten zevk alan kanallar da var. Bundan dolayı doğruyu seçebilmek bizim elimizde. Eskiden tek kanal mahkûmu olunuyordu iyisiyle kötüsüyle. Şimdi milyonlarca kanal var, seçim hakkı bizim elimizde. Herkesin eleği kendi elinde, doğrular yanlışlar aslında tek. Mühim olan bunları göz ardı etmeyerek hakikaten doğru olanı seçebilmek. Bunun için de irademizi doğru kullanmak lazım.
Sessiz Akşamlarımızın En Kuvvetli Sesi: Televizyon
Özlenen Rehber Dergisi 145. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.