Özlenen Rehber Dergisi

145.Sayı

Editörden;kutlu Doğum Programları

Özlenen Rehber Özlenen Rehber Dergisi 145. Sayı
Nisan ayı, Peygamberimiz (s.a.v.)’in miladi olarak Mevlid-i Şerif’ini barındırması hasebiyle ’Kutlu Doğum Haftası Etkinlikleri’ adı altında birçok program ve faaliyetin tertip edildiği bir ay.
İnsanların ’okun yaydan fırlaması gibi’ dinden hızla uzaklaştığı bir dönemde Ahir Zaman Nebisi’ni yâd etmek büyük önem arz etse gerek. Ne var ki İslâm’a dair en küçük bir işarete özlem duyulan böyle bir dönemde, Müslümanları tekfir eden, kendilerini ’Selefî’ diye adlandırıp ’Selef-i Sâlihîn’e izafe ederek ’Vahhâbî’ kimliklerini gizlemeye çalışanlar Mevlid’i kutlamaya şiddetle karşı çıkıyorlar.
Ehl-i Sünnet ulemasının bu husustaki görüşü açıktır. İmam Nevevî’nin hocası Ebû Şâme, İbn-i Hacer el-Askalânî, İmam Suyûtî (r.aleyhim) vd. selef uleması, bu işin bidat-ı hasene olduğunu ifade etmiş, Peygamberimiz (s.a.v.)’den sonra ortaya çıkarılan işlerin en güzellerinden birinin bu olduğunu söylemişler. Ancak bu zevat, Mevlid-i Şerif kutlamalarının meşruiyeti için bir şart koşmuşlar ki bunu genel bir tabirle; ’Şer-i şerife, yani Kur’an ve Sünnet’e uygunluk’ şeklinde ifade edebiliriz.
Bugün mevlit kutlamaları adı altında yapılan işleri şeriat ölçüsüne vurduğumuzda; ’Ulema, bu şartı sanki asırlar öncesinden bugünü görmüş de söylemişler.’ diyoruz.
Evet! Bizce, Müslümanlar arasında birliğin kalmadığı, hatta gelecekte bu birliğin tesis edilmesi adına yığınla ümitsizliğin beslendiği, fitne ve ihtilafların kol gezdiği şu günümüzde tartışılması gereken, toplanmaya bir vesile olan Mevlid-i Şerif’i kutlamanın meşru olup olmadığı değil, bu kutlamaların şeklinin, içeriğinin meşru olup olmadığıdır. İtiraz edilecek bir husus varsa o, Peygamberimizin doğumuna sevinip hayır hasenatta bulunmak değil;
- mahremiyet göz ardı edilerek kadın-erkek karışık programlar düzenlenmesi,
- bu programlarda farz olan vakit namazların ihlal edilmesi,
- büyük israfların yaşanması,
- fakir fukaranın karnı ya da cebinin değil, binlerce lira harcayarak ihlâstan uzak bir takım medyatik şahsiyetlerin cebinin, karnının doyurulup egosunun tatmin edilmesi,
- enva-i çeşit çalgılar eşliğinde, ışık gösterileri altında ilahi söyleyen sanatçıların salonları curcunaya boğmaları, türbanlı, çarşaflı hanımların da onlara ses ve hareketle eşlik etmeleri,
- bayanların sunuculuk yapmaları, hatta daha vahimi ilahi söylemeleri

vb. şeraite, akıl ve izana muhalif hususlardır.
Aslında bu yanlışlıklar, Cenâb-ı Hakk’ın bizleri niçin bir araya getirmeyişinin esas sebebini ortaya koyuyor. Nitekim ferdî planda işlenen haramlar kalplerin bozulmasına, bu ise Müslümanlar arasındaki bağın zayıflayıp kopmasına sebep oluyor. Rabbimiz: ’Mü’minler ancak kardeştirler.’ (el-Hucurât, 49/10) buyururken kardeşliğin mayası olan ’iman bağı’na vurgu yapıyor.
Bir mü’min, şahsî yaşantısında Allah ve Rasûlü’nün emirlerini zayi etmekle aslında İslâm birliğini baltalıyor ve işin en acı tarafı bunun farkında değil. Cenâb-ı Hak, yaşantısında emir ve yasaklarına dikkat etmeyen, her açıdan Rasûlü’nden uzaklaşmış, Müslümanlığı; kimliğindeki ’Müslüman’ ibaresinden ya da görüntüden öte geçmeyen kimselere yeryüzünde niçin kuvvet, devlet ve imkân tanısın ki? Hal-i hazırda yaşanması mümkün hükümlerinden hangisini yaşıyoruz ki ancak bir İslâm devleti sayesinde tatbik edilecek şeriat ahkâmını icra edeceğimiz iddiasında bulunuyoruz? Beş vakit namaz kılanlar parmakla gösterilir hale gelmişken, mescitlerde yan yana gelip saf tutamayacak derecede kardeşlikten uzaklaşmışken hangi yüzle cemaat ve beraberlikten bahsediyoruz?
Bu Nisan’da olsun, esas dertlerimizin konuşulduğu, şeriatın en küçük bir hükmünün dahi ihlal edilmediği programlar düzenlenmesi ümidiyle sizleri dergimizin yeni sayısıyla baş başa bırakıyoruz.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.