Öğretmen sınıfa girip karşısında duran okulun seçilmiş öğrencilerine bir süre baktıktan sonra kürsüye yürüdü. Dolaptan kocaman bir kavanoz çıkarttı. Kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde taş aldı. Ve taşları büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha başka taş alamayacağından emin olduktan sonra öğrencilerine döndü ve:
- “Kavanoz doldu mu?” diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan:
- “Doldu” diye cevapladılar. Öğretmen:
- “Öyle mi?” dedi. Ve kürsünün altına eğilerek bir kova çakıl taşı çıkarttı. Çakılları kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak mucurun taşların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilerine dönerek bir kez daha:
- “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Bir öğrenci
- “Dolmadı herhalde” diye cevap verdi.
- “Doğru!” dedi hoca ve gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş tüm kum taneleri taşlarla mucurların arasına nüfuz edene kadar döktü. Yine öğrencilerine döndü ve:
- “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Tüm sınıf bir ağızdan:
- “Hayır!” diye bağırdılar.
- “Güzel!” dedi hoca ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına kadar doluncaya dek suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek:
- “Bu deneyin amacı neydi?” diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen:
- “Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır.” diye atladı.
- “Hayır!” dedi öğretmen. “Bu deneyin esas anlatmak istediği; eğer büyük taşları baştan yerleştirmezsen küçükler girdikten sonra büyükleri hiç bir zaman koyamazsın” gerçeğidir.
Büyük taşlar ya da bizim vazgeçilmezlerimiz, insan olarak, kul olarak, bir ümmet, bir mü’min olarak veya evlat, anne-baba, eş olarak... Veya dost, arkadaş, komşu, kardeş, hısım-akraba olarak... Veya patron, işçi, amir, memur olarak...
Acaba bizim hayatta vazgeçilmezlerimiz-büyük taşlarımız neler? Hedeflerimiz, gaye ve amaçlarımız neler? Neler bu hedeflerimizin şekillenmesinde etkili oluyor? Ya da hedef ve gayelerimiz nelere hizmet etmekte?
Bilinçli bireylerin yetişmesinde gerekli olan ve önem arz eden unsurların başında, kişilik eğitimi ve şahsiyet kazanımı gelmektedir. Bembeyaz bir sayfa ya da boş bir kaset olarak gördüğümüz, duyduğu, gördüğü bütün her şeyi kaydedebilme yetisine sahip kabul ettiğimiz çocuk ve gençlerimizin yetiştirilmelerinde temel aldığımız esaslar, onların kişilik ve şahsiyetleri üzerinde birincil etki yapmaktadır. Kafalarının neler ve hangi düşüncelerle doldurulup, fikir ve zihinlerinin hangi idealler doğrultusunda şekillendirilmeleri, sadece onların değil bütün insanlığın geleceğine yönelik yatırımdır.
Yüce Rabbimiz, dünya hayatın merkezine insanı koymuştur. Bu, insana verilmiş olan en büyük ve en şerefli vasıfların muhatabı olmasını sağlamıştır. Akıl nimetiyle donatılan insanın emrine diğer mahlûkatın sunulması, hayvanların ve eşyanın fayda mekanizmalarının insanın hizmetine lütfedilmesi bu gayeye matuftur ve insanın şeref ve onurunu daha da ziyadeleştirmektedir; ama burada unutulmaması gereken husus, insanın en güzel şekilde yaratıldığının farkına varması ve bunun gerektiği donanımlara haiz bir duruma gelmesidir. Bu da, insanın Yaratan’ının rızası istikametinde hayatını şekillendirmesi ile olur. Cenâb-ı Hakk’ın rızası ise kuşkusuz, yüce kitabımız Kur’ân ve onu kemâliyke yaşayan Sevgili Peygamber Efendimiz’in ahlâkıyla şekillenmekle kazanılır.
Bireyin kendisi için vazgeçilmezler olarak fani olanları seçmesi, dünyanın kazanımlarını ön planda tutup ebedî âhiret yurdu için gayret ve çaba sarf etmeyişi, kendisi adına büyük bir kayıptır. Hâlbuki Müslüman’ın gayret ve çabalarının büyük çoğunluğunu, âhiretini kazanma adına sarf etmesi lazım gelir. Çünkü akıllı olmak bunu gerektirir. Bu ifade, dünyadan uzaklaşılması gerektiği mânâsına gelmez.
Aksine iman ehli olan kimse dünyasını da kazanıp mamur eder, ukbâsını da. Sadece dünyalıklara kapılmamak, gönlünü vermemek için hırslı ve tamahkâr olmaktan sakınır. Hakk’ın razı olacağı şekilde kazanıp yine Hakk’ın razı olacağı şekilde sarf eder. İşinde, ticaretinde haktan ve hakikatten ayrılmaz. Hakk’a karşı olan sorumluluklarını yerine getirmede noksanlık ve gevşeklik göstermez. Helal daire içerisinde, görevinin bilincinde hareket edip yükümlülüklerini yerine getirir.
Kazanma ya da kaybetme hesaplarını Allah’ın Kitabı’na ve Rasûlü’nün Sünneti’ne göre yapar. Aydınlanacağı güneş olarak da yine bu iki hak unsuru seçer.
İnsan kendisine esas olarak Kur’an ve Sünnet’i seçmelidir. Bu esas üzerinde bir Mevlevî gibi bir ayağı sabit, diğer ayağı ve uzuvları yere sağlam basan ayağının etrafında belirli bir açıda hareket etmelidir. Pergel de aynı hareket ile düzgün ve istenilen boyutlarda geometrik şekiller ortaya koyar. Onun da bir ucu yere çakılmışçasına sabit dururken, diğer uç onun etrafında döner. Uçlar arasında belirli bir kanun ve anlaşma vardır. Pergelin iki ucu birbirine kızıp; “artık ben seninle beraber olmak istemiyorum!” diyemez. Ya da sabit ucun etrafını dönmesi gereken uç; “bundan böyle ben kalem olmaya karar verdim, sadece dairesel şekiller çizmek değil özgürce hareket etmek ve rahatça istediğim şekilleri çizmek istiyorum!” diyemez. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü pergelin kalemden çok farklı görevleri vardır. Onun kendisine özgü sorumlulukları ve yapması gereken işler vardır. Bütün bunlara rağmen eğer pergel, hâlâ kalem olma inadına devam eder ve bu amacına vasıl olmak için diğer uçtan ayrılırsa, bu kendisi adına zulüm olur. Bir pergel asla kalem olmaz, tekrar pergel olması da oldukça zorlaşır.
İşte insan da zihnini ve gönlünü fani olan düşüncelerle doldurup her şeyi dünya ve dünyalıklardan ibaret saydığında, nefsinin istekleri karşısında varlık gösteremeyip boyun büktüğünde, kulluk anlayışından uzak, Kur’an ve Sünnet’ten kopuk bir yaşamı benimsediğinde, Allah Teâlâ’nın halifesi olma şerefinden mahrum kalır.
Bunun neticesinde îmanî kuvvet ve hassasiyet gönlünde azalmaya başlar. Cereyan eden hadiselere sadece zahir yönüyle bakar.
Şu bir hakikattir ki; depremler en çok hasarı çürük zemin üzerine inşa edilen mekânlara verir. Zeminin çürüklüğüne, bir de inşaatta kullanılan çürük ve bozuk malzemeler de eklenince, olası bir depremin ortaya çıkaracağı zarar bir kaç kat artar. Yine heyelanlar da böyledir. Toprağın ağaç ve kaya gibi sağlam unsurlarla yere çakılı olmaması göçüklere ve yapısal değişikliklere neden olur.
Bunun içindir ki insanın manevî hayatındaki bozukluk, noksanlık ve başıboşluk, insan ha-yatının zelzelelere ve göçüklere maruz kalmasına neden olur.
Maneviyattan uzak bir hayat tarzı, hem bugün hem de gelecek için insanlık adına hüsrandır. Dinî hassasiyetlerden yoksun bir şekilde ortaya konmak istenen gaye ve hedefler, başlangıçta olmasa bile sonradan nefsânî şekillere bürünüp hem birey hem de toplum için sıkıntı ve dert halini alır. Yaratılanların ortaya koydukları ve hedef olarak belirledikleri idealler Yüce Yaratıcımız’ın kurallarıyla çeliştiği an, insan için asıl büyük sorun baş gösterir.
Sonuç olarak; insan, dünyaya gönderiliş gayesinin şuurunda, Kur’an ve Sünnet’in şekillendirdiği tarzda hayat sürmeye gayret etmeli, vazgeçilmez ve hayatî önem taşıyan büyük taşlar olarak Allah’ın ve Rasûlü’nün razı olacağı işler ile iştigal etmelidir. Müslüman akıllı ve basiretli insandır. Akıllı olmanın gereği ise, baki ile faniyi birbirinden ayırıp her birine layık olduğu vech ile bağlanmalı, gönül vermelidir.
Rabb’im, bizi ve bütün ümmet-i Muhammed’i razı olacağı işlerle iştigal ettirip, rıza ummanından nasiplenmeyi lütfetsin!
Hayatımıza Yön Veren Değerler
Özlenen Rehber Dergisi 53. Sayı
Allah sizlerden razı olsun rehber dergisi hayatımızayön veren muhteşem bir konu yazarak bizleri allah yolunda bilgilendirmiş ve bu gibi bilgileri bizlere daha fazla yapmasını isteyerek Allaha emanet olun diyorum bütün müslüman aleminin mübarek ramazan ayınıda buradan tebrik ederim.