Sahabe (r.anhüm) efendilerimizin hepsi adaletlidirler.1 Onların adaletli oldukları Kur’ân ve Sünnet’le sabittir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ’İşte böylece sizi vasat bir ümmet kıldık.’2
Vasat; hayırlı ve adaletli (demek)tir.
(Ve yine diğer bir ayette) Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
’(Ey ümmeti Muhammed! Siz,) insanlar(ın iyiliği) için (ortaya) çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz.’3
(Bu ayetteki) hitaba, öncelikle Sahabe girmektedir.
(Yine diğer bir ayette) Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
’(İslâm’ı) ilk önce (kabul eden) Muhacirler ve Ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır.’4
Rasûlullah (s.a.v.) ise şöyle buyurmuştur:
’İnsanların en hayırlısı, benim asrımdır. Sonra onların peşinden gelen (tabiîn)ler, sonra onların peşinden gelen (tebeu’t-tâbiîn)lerdir. Sonra bir takım topluluklar gelir ki, onlardan herhangi birinin şehâdeti yemininin önüne, yemini de şehâdetinin önüne geçer.’5
Ve (yine) Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
’Ashabıma sövmeyin. Ashabıma sövmeyin. Canım yed(-i kudret)inde olan (Allah’a) yemin olsun ki, muhakkak ki sizden biri, şayet Uhud (Dağı) kadar altın infak etse onlardan (yani ashabımdan) birinin ne bir müddüne (yani iki avuç sadakasına) ne de bunun yarısına ulaşamaz.’6
Ve (yine Rasûlullah) (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
’Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Benden sonra onları hedef edinmeyin. Her kim onları severse, bana olan sevgisi (veya benim onlara olan sevgim) sebebiyle onları sevmiştir. Her kim de onlara buğz ederse, bana olan buğzu sebebiyle onlara buğzetmiştir. Her kim onlara eza verirse muhakkak bana eza vermiş olur. Her kim bana eza verirse muhakkak Allah’a eza vermiş olur. Her kim de Allah’a eza verirse, (Allah’ın dünya ve âhirette azabıyla) onu yakalaması yakındır.’7
Kur’an ve Sünnet’ten olan bu deliller, Sahabe (r.anhüm)’ün adaletli olduklarını ispat etmekte, Sahabe’nin birçoğunu kusurlu gören, (ayıplayan) inatçıları susturmaktadır. (Bu inatçılar,) Ebû Zur’a er-Râzî’nin dedi (şu söz)ü işitsinler:
’Bir kimseyi, Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabını kusurlu görüp (ayıplarken) gördüğün zaman bil ki, şüphesiz o zındıktır. Bu böyledir, zira Rasûlullah haktır ve getirdiği şeyler de haktır. Tüm bunları bize taşıyan ise Sahabed’dir. Bunlar ise –yani zındıklar ve benzerleri-, Kur’an ve Sünnet’i batıl kılmak (iptal etmek) için (bunların hak olduğuna dair) şahitlerimizi cerh etmek/yaralamak8 istiyorlar. Hâlbuki kendilerini cerh etmek daha evla (ve layıktır), zira onlar zındıklardır.’
Şu halde Sahabe, ümmete dini getiren, Kur’an ve Sünnet’i tebliğ ed(ip ulaştır)an kimselerdir.
Yüce Sünnet-i Nebeviyye’nin resmî bir şekilde tedvini9 her ne kadar, hicrî birinci asrın başında, âdil halife Ömer b. Abdilazîz (r.a.)’ın döneminde olsa da şüphesiz Sahabe (r.anhüm), Sünnet’i gerek kavlî (sözler) ve gerek fiilî (fiiller) olarak korumuş, onları ezberlemiş, anlamış, uygulamış ve kendilerinden sonrakilere tebliğ ed(ip ulaştır)mışlardır.
Onlar öyle kimselerdir ki;
- Rasûlullah (s.a.v.)’in tüm sözlerini, fiillerini, takrirlerini10 ve vasıflarını ezberlemiş
- bunların tümünü sadırlarında, hafızalarında korumuş
- Rasûl (s.a.v.)’in, Kur’ân’ın Hadis’le karışma endişesinden dolayı (hadisleri) tedvin etmeyi ve yazmayı yasakladığı bir vakitte kendilerine özel bir izinle müsaade ettiği diğer bazıları da (bunları) yazıyla muhafaza etmiştir.
Muhakkak ki (bu hassas) durumun kendilerine kapalı olmadığı ve güzel yazı yazan bazı (Sahâbe’ye) yazmaya izin vermiştir. Artık (onlardan); Abdullâh b. Amr, Enes, Câbir vd. gibi bazısı hadisleri hususi sahîfelere11 yazmıştır.
Hatta (Sahâbe’den) bazılarının, hadis öğrenmek için diğer bazılarının yanına ’rıhle/yolculuk’12 yaptığı bilinmektedir.
Câbir b. Abdillâh el-Ensârî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bana, Rasûlullah (s.a.v.)’in Ashabı’ndan birinden, Rasûlullah (s.a.v.)’den işitmiş olduğu (fakat) benim O’ndan (yani Rasûlullah’dan) işitmediğim (bir hadis) ulaştı. Bunun üzerine bir deve satın aldım, semerimi(, yükümü vb.) üzerine bağladım ve bir ay boyunca on(un bulunduğu memleket)e doğru gittim. Nihayet Şam’a vardım. Bir de baktım ki o (kişi), Abdullâh b. Uneys el-Ensârî imiş. Kendisine: ’Muhakkak ki Câbir kapıda, (seninle görüşmek istiyor)!’ diye (haber) yolladım. Bunun üzerine elçi ona gitti, nihayet yanıma çıkageldi, boynuma sarıldı, ben de onun boynuna sarıldım. Ardından (ona): ’Haklar hakkında bir hadis var ki bana, senin onu Rasûlullah (s.a.v.)’den işittiğin ulaştı. (Hâlbuki) ben onu O’ndan işitmedim. Bu nedenle onu işitmeden ölmemden korktum.’ dedim. Bunun üzerine (Abdullâh) şöyle dedi: ’Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle buyururken işittim: ’Allah kulları –veya ’insanları’ buyurdu-’ ve eliyle Şam’a işaret ederek ’çıplak, yalınayak ve buhm oldukları halde haşreder.’ (Ben): ’Buhm oldukları halde ne (demek)?’ dedim. ’Yanlarında hiçbir şey olmadığı halde.’ dedi. (Rasûlullah devamla şöyle) buyurdu: ’Yakında olanın işittiği gibi uzakta olanın da işiteceği bir sesle onlara nida eder: Ben Melik (hükümdar, mülkünde istediği gibi tasarruf eden, her şeye hükmeden)im. Ben Deyyân (mükâfatı ve cezayı hakkıyla veren)im. Cehennem ehlinden hiçbir kimseye, cennet ehlinden bir kimse kendisinden hak talep ettiği halde cehenneme girmesi yaraşmaz. Cennet ehlinden hiçbir kimseye de, cehennem ehlinden bir kimse kendisinden hak talep ettiği halde cennete girmesi yaraşmaz. Hatta (bu hak, zulmen atılan bir) tokat(la) dahi olsa.’ (Bunun üzerine biz): ’(Bu) nasıl (olur), hâlbuki onlar çıplak, yalınayak ve yanlarında hiçbir şey olmadığı halde gelecekler?’ dedik. (Rasûlullah): ’(Hakların karşılıklı ödenmesi;) iyiliklerle (sevaplarla) ve kötülüklerle (günahlarla olacak.)’ buyurdu.’13
Hatta (Ashab-ı Kirâm’dan) bazılarının, hadis yanlarında mevcut olup (bilinse) dahi (onu) tekit etmek ve kuvvetlendirmek/destek almak için ’rıhle/yolculuk’ yaptıkları bilinmektedir.
Atâ b. Ebî Rebâh’tan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ebû Eyyûb (el-Ensârî), Rasûlullah (s.a.v.)’den işittiği bir hadis hakkında sormak için Mısır’da bulunan Ukbe b. Âmir’in (yanın)a (varmak üzere yola) çıktı. (Zira) Rasûlullah (s.a.v.)’den o (hadis)i, kendisiyle Ukbe’den başka işiten hiçbir kimse kalmamıştı. (Mısır’a) varınca Mısır Valisi olan Mesleme b. Mahled el-Ensârî’nin evine geldi. Ona (Ebû Eyyûb’un geldiği) haber verildi. (Mesleme) çabuk davrandı ve onun yanına çıktı, boynuna sarıldı, sonra: ’Seni getiren (şey) nedir yâ Ebâ Eyyûb?’ dedi. (Ebû Eyyûb): ’Rasûlullah (s.a.v.)’den işittiğim (ve) onu, Rasûlullah (s.a.v.)’den benimle Ukbe’den başka işiten hiçbir kimsenin kalmadığı bir hadis! Onun evini bana gösterecek birini yolla!’ dedi. (Ravi devamla şöyle) dedi: Bunun üzerine (Mesleme), ona Ukbe’nin evini gösterecek birini yolladı. (Nihayet evine varınca) Ukbe’ye (Ebû Eyyûb’un geldiği) haber verildi. (Ukbe) çabuk davrandı, onun yanına çıktı, boynuna sarıldı ve: ’Seni getiren (şey) nedir yâ Ebâ Eyyûb?’ dedi. Bunun üzerine (Ebû Eyyûb): ’Rasûlullah (s.a.v.)’den işittiğim (ve) onu, benimle senden başka işiten hiçbir kimsenin kalmadığı ’mümini setretmek (örtmek)’ hususunda bir hadis!’ dedi. Ukbe: ’Evet! Rasûlullah (s.a.v.)’i: ’Her kim dünyada bir mümini, bir ayb(ın)dan dolayı setrederse Allah da kıyamet günü onu setreder.’ buyururken işittim.’ Bunun üzerine Ebû Eyyûb ona: ’Doğru söyledin!’ dedi. Sonra Ebû Eyyûb bineğine yöneldi ve Medine’ye dönmek üzere ona bindi. (Öyle ki) Mesleme b. Hâlid’in hediyesi ona ancak Mısır’ın Ariş (denilen bölges)inde ulaşabildi.14
Ashab (r.anhüm), hadis(ler)i cemetmek için insanın imkânı dâhilindeki şeyin en nihayetinde (bir) çaba harcıyorlardı.
Nihayet Ashab’ın devri bitti. Hâlbuki sünnet, resmî bir şekilde henüz tedvin edilmemişti. Ancak kendilerine yazma hususunda izin verilen bazılarından sadır (olan sahîfeler) müstesna.
Andolsun ki Faruk (lakaplı) Ömer b. el-Hattâb (r.a.) Sünneti tedvin etmeyi düşünmüştü; fakat o, insanların (hadisle meşgul olma sebebiyle) Kur’ân-ı Kerim’(le meşgul olmak)tan uzak kalmaları korkusuyla bundan vazgeçti.
Urve’den rivayet edildiğine göre; muhakkak ki Ömer b. el-Hattâb, sünnetleri yazmak istedi ve bu hususta Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabıyla istişare etti. Onlar da kendisine, onları yazması yönünde görüş bildirdiler. Ardından bu hususta bir ay boyunca Allah’a istihare etmeye başladı. Sonra bir gün Allah’ın kendisini (hakka) azmettirmiş olduğu halde sabahladı ve: ’Muhakkak ki ben, sünnetleri yazmak istiyordum. Ve şüphesiz ben, sizden önce bazı kitaplar yazıp da onlar üzerine eğil(ip ihtimam göster)en ve (bu suretle) Allah’ın kitabını terk eden bir kavmi hatırladım. Muhakkak ki ben, Allah’a yemin olsun ki Allah’ın kitabıyla hiçbir şeyi ebediyen karıştırmayacağım.’ dedi.15
Her ne kadar Sünnet, resmî olarak Sahâbe devrinde tedvin edilmediyse de o, onların güvenilir sadırlarında, akıcı hafızalarında ve Peygamber (s.a.v.) devrinden itibaren yazılmış olan bazılarına ait sahîfelerde korunmuş idi.
Şu halde Sahâbe; Sünnet’in tedvininde, kendilerinden sonrakilere vahyin ve din ilimlerinin intikalinde esastır. Onlar, vahiy dönemiyle ondan sonra gelen dönemler arasında vasıta/bağ’dır.
Allah onların hepsinden razı olsun!
* Bu çalışma; Ahmed Ömer Hâşim’in, Mecelletu’l-Ezher’in h. Cemâdilâhir 1433-m. Mayıs 2012 sayısı s.1243’de yayınlanan ’Mekânetu’s-Sahâbe (r.anhüm)’ başlıklı makalesinin tercümesidir.
(Endnotes)
1 Bu ifadeden maksat; Peygamberimiz (s.a.v.) ile Mümin olarak görüşme şerefine nail olan, ebedî hayata Mümin olarak göçen Sahabe (r.anhüm)’ün, gerek hadis rivayetinde, gerekse öteki hususlarda tam manasıyla adaletli ve güvenilir kimseler olmaları, demektir. Ehlisünnet alimlerine göre, Peygamberimizin vefatından kısa bir süre sonra çıkan olaylara karışmış olsun veya olmasın, Sahabîlerin hepsi adaletlidir. Sahabilerin adalet sahibi olduklarına Kur’ân-ı Kerim ve hadislerde hayli deliller vardır.
Sahabenin adaletine aklî delil şudur:
Bu nesil, Peygamberimizin sohbetinde bulunmak, onun terbiyesi altında yetişmek gibi sair Müslümanların erişemeyecekleri ulvî bir şerefe kavuşmuşlardır. Bunun yanı sıra İslâmiyet ve Peygamberimiz uğruna insan gücünün gösterebileceği fedakârlığı en üst seviyede göstermişlerdir. Hepsi de iman sahibi, Peygamberimizi seven, yoluna hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan, gerektiğinde canlarını feda etmekte tereddüt göstermemiş kimselerdir. Dinleri uğruna mallarından, mülklerinden, işlerinden güçlerinden, yurtlarından ayrılmaktan; gerektiği zaman en yakın akrabalarına bile karşı koymaktan çekinmemişlerdir. Bunca fedakârlık ancak onların imanlarının ve Peygamberimize bağlılıklarının, bir de ihlas ve samimiyetlerinin açık belgesini teşkil eder. İçlerinde daha sağ iken cennetle müjdelenenler olmuştur.
Peygamberimizin vefatından sonra Sahabe arasında çıkan bazı anlaşmazlıklar hiçbir şekilde mevki, şan-şeref, dünya menfaati gibi sebeplere bağlanamaz; zira onlar, eğer bunları isteselerdi, dinleri uğruna bunca sıkıntıya göğüs germelerine lüzum kalmadan kolayca elde edebilirlerdi.
Bu ve daha birçok naklî ve aklî delilleri göz önünde tutan Ehlisünnet âlimleri, Sahabe’nin tümünün adaletli olduklarına hükmederek onları cerh dışında tutarak adaletlerini araştırma yönüne gitmemişlerdir. (Doç. Dr. Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, ’Adâletu’s-Sahâbe’ maddesi, s.12-13, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1992)
2 el-Bakara, 2/143
3 Âl-i İmrân, 3/110.
4 et-Tevbe, 9/100.
5 Buhârî, Şehâdât, 9.
6 Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 54; Buhârî, Fedâilu’s-Sahâbe, 5.
7 Tirmizî, Menâkıb, 58.
8 Cerh: Sözlükte ’yaralamak, dürtmek, tesir etmek, bir yarayı deşmek’ manalarına gelir. Asıl olan yaralamak manası yanında bir kimseye sövmek, hakimin, yalan veya fısk gibi sebeplerle şahidi adaletten düşürerek şahitliğini reddetmesi gibi manaları vardır.
Bu, bir bakıma bir kimsenin sözünü ya da şahitliğini taşıdığı bir illet/kusur yüzünden reddetmekten ibarettir. (Bkz., Doç. Dr. Mücteba Uğur, age., ’Cerh’ maddesi)
9 Sözlük yönünden tedvin, defter gibi yazılı sahîfelerden ibaret metinleri birleştirerek divan haline getirmek demektir. Bu manada hadisleri yazarak bir araya toplamaya denilmiştir.
Hadis tarihinde hadisleri yazarak toplama faaliyetini başlatan başlıca amiller arasında Hz. Peygamber’in fani hayattan ayrılmasından sonra geçen zaman içinde İslam fetihlerinin gelişmesi üzerine hadisleri bilen sahabîlerden bir kısmının fethedilen yeni ülkelere dağılması, arkasından teker teker bu dünyadan çekilmeleri; Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra meydana gelen siyasî karışıklığın İslam birliğini parçalamasıyla ortaya çıkan grupların hadis uydurmaya başlamaları ve hadislerin kaybolmasından endişe duyulması başta gelir.
Emevî Halifesi Ömer b. Abdilaziz, Medine Valisi Ebubekr b. Muhammed b. Amr’a hadislerin kaybolması endişesini dile getiren bir mektup göndererek Hz. Peygamber’den arta kalan eserlerin toplanmasını emretmiştir. Halife bu mektubunda şöyle diyordu: ’Hz. Peygamber (s.a.s)’in hadislerini ve sünnetlerini, Amra binti Abdirrahman’ın rivayet ettiği hadisleri araştır ve yaz; zira ben alimlerin ölüp gitmeleriyle ilmin kaybolmasından korkuyorum.
Araştırmaların, o zamanki İslâm âleminin her yanına yazıldığını açığa çıkardığı bu Halife emri üzerine yoğun bir hadis toplama faaliyeti başlamıştır. Meşhur Tâbiî İbn-i Şihâb ez-Zuhrî’nin bu işle resmen görevlendirildiği anlaşılmaktadır. İbn-i Abdilberr’in bir rivayetinde bu husus açıkça belirtilmiştir: ’Ömer b. Abdilaziz bize sünnetlerin toplanmasını emretti. Ona defter defter yazdık. O da idaresi altındaki yerlere bu defterlerden birer tanesini gönderdi.’
İbn-i Şihâb bu görevi layıkıyla yerine getirerek ilme büyük hizmette bulunmuştur. Onun hadisleri ilk tedvin eden kişi olarak tanınması tedvin görevini hakkıyla yerine getirmesi sonucudur. Onunla birlikte başka hadis tedvin edenler de olmuştur. Ancak İbn-i Şihâb tedvin işini resmî olarak yürütmüştür. Sahabe devrinin sonlarına doğru hadis tedvini yaygın hale gelmiştir.
Tedvin devrini takip eden tasnif devrinde, toplanan hadisler çeşitli metotlarla tertiplenerek kitaplar yazılmaya başlamıştır. (Bkz., Doç. Dr. Mücteba Uğur, age., ’Tedvin’ maddesi)
10 Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Müslümanlar tarafından yapıldığını gördükleri veya gıyabında yapılıp da haber verilmesiyle işittikleri herhangi bir işi men etmeyip dolayısıyla kabul ve tasvip etmelerine denir.
Sahabiler hayatın akışı içinde bazen Hz. Peygamber’in gözleri önünde, bazen de onun olmadığı yerde bazı işler yapmışlardır. Hz. Peygamber gördüğü veya haber verilmesiyle öğrendiği bu işlerden dinî konularla ilgili olanlar hakkında red ya da inkara dair herhangi bir söz söylememiştir. Onun bu tutumu sahabî tarafından yapılan işi ikrar etmesi manasına alınmış ve takrir tabir edilmiştir. (Bkz., Doç. Dr. Mücteba Uğur, age., ’Takrîr’ maddesi)
11 Sözlük bakımından üzerine yazı yazılmış kâğıt veya yazılı kâğıtlardan meydana gelen küçük çapta kitap manalarını verir. Çoğulu suhuf gelir.
Hadis terimleri arasında sahîfe, Hz. Peygamber (s.a.v.) henüz hayatta iken ve ebedi âleme göç etmesinden sonra Sahabe devrinde yazılan küçük çapta hadis kitaplarına denir. Bunlar umumiyetle hadislerin tedvin ve tasnif devresinden önce yazılmışlardır.
Bazı Sahabîler Hz. Peygamber’in koyduğu hadis yazma yasağının kaldırılmasından sonra rivayet ettikleri hadisleri yazmışlardır. Bazı Sahabîler tarafından yazılarak meydana gelen ilk yazılı hadis metinleri sahifeleri oluşturmuştur. Bu sahifelerden birisi, Abdullah b. Amr İbni’l-Âs’ın ’es-Sahîfetu’s- Sâdıka’ veya kısaca ’Sâdıka’ denilen sahifesidir. Sahabeden Semure b. Cundeb ve Câbir b. Abdillah’ın; Tabiîlerden Hemmâm b. Muhebbih’in sahifeleri de konunun örnekleridir. (Bkz., Doç. Dr. Mücteba Uğur, age., ’Sahîfe’ maddesi)
12 Bir yerden bir yere sefer etmek, göç etmek manasına ’rahale’ kök fiilinin mastarıdır. Hadis ilminde muhaddislerin hadis rivayeti için uzak diyarlara gitmesi manasına kullanılır. Aynı tabir bilhassa rical kitaplarında hedefini de ifade edecek tarzda er-Rıhle fi talebi’l-hadîs şeklinde de geçer.
Hadis tarihinde rıhlelerin büyük önemi vardır. Hadis elde etmek uğruna yapılan yolculuklar Sahabîlerle başlamıştır. Hz. Peygamber henüz hayatta iken civar kabilelerde yaşayan Müslümanlardan bir konuda bilgi almak veya işittikleri bir peygamber sözünü bizzat söyleyenin ağzından duyarak öğrenmek üzere Medine’ye gelenler olmuştur. Bu yolculuklar rıhlelerin başlangıcı sayılır. Daha sonra, genişleyen İslâm ülkelerine giderek yerleşen Sahabîlerle görüşerek onlardan hadis rivayet etmek üzere uzun, yorucu ve çetin yolculuklar yapılmıştır. Bu arada kendi bildiği hadisi başka sahabîye sorarak emin olmak için yolculuk yapan sahabîler de olmuştur. (Bkz., Doç. Dr. Mücteba Uğur, age., ’Rıhle’ maddesi)
13 Harâitî, Mesâviu’l-Ahlâki Ve Mezmûmuhâ, s.281, h.no:643, Mektebetu’s-Sevâdî, Cidde, 1992. Ayrıca; Buhârî el-Edebu’l-Mufrad’de, Ahmed b. Hanbel ise Müsned’inde rivayet etmiştir.
14 el-Humeydî, Müsned, c.1, cüz:4, s.373, h.no:388, Dâru’s-Sekâ, Dımeşk, 1996.
15 Abdurrazzâk es-San’ânî, Musannef, c.11, s.257, h.no:20484, el-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut, 1983.
M.Eyüp Özberk/Cuma EROĞLU
İslam'da Sahabe (r.anhüm) Efendilerimizin Konumu*
Özlenen Rehber Dergisi 156. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.