Özlenen Rehber Dergisi

156.Sayı

Editörden - 156.sayı

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 156. Sayı
Bismillâh…
Ve’l-hamdu lillâh…
Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ Rasûlillâh…
Emmâ ba’d…
Kıymetli okurlarımız!
Müslüman coğrafyada ve hususiyle ülkemizde her geçen gün artan terör, kimlik problemi, bozuk din algısı ve ahlakî yozlaşmanın en temel sebebi; bu topraklarda Batı modelinde bir hayat tarzı ve devlet nizamı kurmayı hedefleyen, kültür ve kimliğimizin aslî kaynağı olan İslam’ı bu hedefe ulaşmanın önünde tek engel gören zihniyetin sinsice yapmış olduğu planlardır.
İslam coğrafyası bu hale elbette ki bir günde gelmedi. Bu tarihî macera, yaklaşık iki asır önce, yeryüzünde İslam’ın bayraktarlığını yapan Osmanlı’nın zayıflaması neticesinde ilan edilen Tanzimat Fermanıyla (1839) başlamış ve zaman zaman dozunu artırarak günümüze kadar devam etmiştir. Nitekim bu hakikati, İstanbul’da Fransız sefarethanesinde orta elçi olarak bulunmuş olan Edouard Engelhardt 1880’lerde kaleme alıp neşrettiği ’Türkiye ve Tanzimat’ isimli kitabında şöyle ifade etmektedir: ’Tanzimat’ın en mühim maksat ve gayesi, Müslüman milletleri asırlardır manevi ve siyasi bakımdan uzak yaşamış oldukları Hıristiyan âlemine yaklaştırmaktı… Türkiye’nin artık vakit kaybetmeden uzak duramayacağı (Avrupa Hıristiyan devletlerine karşı) yakınlaşmayı temin etmek için ortadaki engeli (yani devletin dini olan İslam’ı) ya tamamen kaldırması ya da hafifletmesi, yani devleti, Hıristiyan dünyasında olduğu gibi dinî kanunların tesirinden birazcık kurtararak ruhanîlikten dünyevîliğe dönüştürmesi veya akaid-i esasiyeyi serbestçe tefsir etmek suretiyle dinin tesirinden kurtarması icap ediyordu.’
’Serbestçe tefsir etmek.’ ifadesi çok önemli, her şeyin özeti gibi. Tıpkı günümüzde hiçbir ilmî-dinî disipline, usul kaidesine itibar etmeden, Selef-i Salihîn’i yok sayıp ’benim yorumuma göre şöyle…’ diyen bir takım modernist-reformist ilahiyatçının yaptıkları gibi.
Bugün İslam coğrafyası ve İslam dini üzerinde oynanan oyun bu esas üzere cereyan etmektedir. Evet, İslam dini tamamen değiştirilmeli, bu mümkün olmazsa Müslümanların din anlayışları tahrif edilmeliydi. Kur’an tahrif edilerek İncil’e, İslam içi boşaltılarak Hıristiyanlığa, ulema sınıfı bozularak rahiplere dönüştürülmeliydi.
Evet, son iki asırdır Tanzimat zihniyetini canlı tutan gerek siyasî gerek dinî alandaki piyonlar hep bunun için çalışmışlardır. Bugün sıkça dile getirilen ’Kur’an Müslümanlığı’ tabirinin temelinde dahi bu düşünce yatmaktadır. Bir zaman devlet eliyle yürürlüğe konulan ’Tarihi Proje: İslam Gerçeği’ projesi kapsamında, içerisinde Yaşar Nuri’nin de bulunduğu heyet, yalnızca Kur’an’ı esas alan ’İslam Gerçeği’ adlı bir kitap hazırladı. Bu kitapla, Rasûl-i Ekrem’in Kur’ân’ı tefsiri niteliğinde olan ve dinin Kur’an’dan sonraki ana temeli olan ’Hadis ve Sünnet’ saf dışı ediliyor, dinî meselelere çağdaş yorumlar getiriliyordu.
Mesela bu kitapta, tartışılmaz bir farz olan tesettüre/örtünmeye: ’Yüce Allah ’takva’ yani kötülüklerden arınma elbisesinin en hayırlı elbise olduğunu’ vurgulamıştır. İçimiz temiz olduktan sonra salt dış örtünmenin bir anlam taşımayacağı açıktır.’ şeklinde sapıkça bir yorum getiriliyordu. Bu kitaba göre: ’Dinin içeriğini, çerçevesini Kur’an çizer. Bunun dışında hüküm kaynağı aramak aldanış, kabullenmekse şirktir.’ Bu ifadeyle Sünnet reddediliyor, dahası onun hüküm kaynağı olarak kabul edilmesinin ’şirk’ olduğu iddia ediliyordu.
Bunları söyleyen ve yazanlar, medya vasıtasıyla sürekli halkın karşısına çıkarılan ’Prof.’ unvanını elde etmiş ilahiyatçılardı. ’Din ve Laiklik’ isimli eserinde Ali Fuad Başgil diyor ki: ’İlahiyatçı, din felsefesi, dinler tarihi ve din sosyolojisi öğrenmiş bir mütehassıs veya filozoftur; fakat din adamı değildir. (Yüksek diyanet mütehassısı) ise her şeyden evvel, zühd ve takva sahibi bir dindardır; saniyen muayyen bir dinde yüksek ilim ve kemal sahibi olmuş bir din adamıdır. Bunlardan biri hakkıyla inanmış, öbürü ise sadece iman üzerinde zekâ oyunu oynamayı öğrenmiştir.’ (Bkz., Ehl-i Sünnet’i Müdafaa ve Bidatleri Tenkid (Makaleler-İncelemeler) 1.nci Kitap, Ahmed Ali AKSOY’un: ’İslam Gerçeği ve Y.N. Öztürk’ başlıklı makale, s.3-18, Bedir Yay., İstanbul, 2005)
Evet, gerçekten inanmamış ama inanmış görünen, bilmediği halde biliyor gözüken, iman üzerinde zekâ oyunu oynamaya çalışan cambazların, bugün: ’Kur’an bize yeter, Sünnet’e gerek yoktur.’, ’Şefaat ve vesile şirktir.’, ’Kadere inanmak, iman esaslarından değildir.’, ’Kabir azabı yoktur.’, ’Cennet ve cehennem ebedi değildir.’ vb. yalan ve safsatalarının, bozulan tesettürün ve mahremiyet anlayışının, yozlaşan ahlakın temelinde işte yukarıda kısaca ifade etmeye çalıştığımız ’İslam’ı tamamen değiştirme, bu mümkün olmazsa Müslümanların din anlayışlarını tahrif etme’ düşüncesi, projesi yatmaktadır. Bu büyük plan, ne yazık ki büyük ölçüde başarılı olmuş, fakat henüz tamamlanmamıştır. ’Şeytanî üst akıl’ bu plan çerçevesinde devamlı yeni ve farklı projeler üretmekte, Müslümanların önüne ’din’ olarak sunmaktadır.
Hakikat bu iken bize düşen görev acaba nedir? Bizlere düşen görev:
- Hadis öğretimine, ezberine önem vermek, Rasûl-i Ekrem’e sımsıkı sarılmak ve Kur’ân’ı, O’nun Sünnet’i çerçevesinde anlamaya çalışmak.
- Sahâbe, Tâbiîn ve onları takip edenlerle yani Selef-i Sâlihin’le zayıflayan zihinsel ve amelî bağlarımızı kuvvetlendirmek.
- Ehlisünnet itikadı üzere hakiki âlimleri bulup onları takip etmek, bidat ehlinden, ulema görünüşlü eşkıyalardan şiddetle uzak durmak.
- Çocuklarımızın hakiki İslam’ı öğrenecekleri mekânları hazırlamak, âlimleri yetiştirmek, madden ve manen bunları desteklemek.
- İlahiyat müfredatında, hakiki İslam âlimi yetiştirme amacına hizmet eden köklü değişiklikler yapmak.
- İlahiyat fakültelerine ancak, İslamî ilimlerde, özellikle Ehlisünnet itikadında yeterli temel eğitimi almışların gitmesi.
Kurtuluşumuzun bunda olduğu açıktır. Bizim ve bizden sonraki nesillerin imanını korumak için Sahâbe fedakârlığında çalışmalıyız ki yarın huzur-u ilâhîde söz söyleyecek yüzümüz olsun.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.