Özlenen Rehber Dergisi

156.Sayı

Kulluk Kervanına Katılmak

Mehmet Bayav Özlenen Rehber Dergisi 156. Sayı
Allah Teâlâ, kâinattaki her şeyi ilahî bir gaye ve ölçüye göre yaratmıştır. Bütün varlıklar rabbani bir program içinde hareket etmektedir. Yaratılan her şey, coşkun bir kalp atışıyla Allah’ı tespih ve yalnız O’na kulluk ediyor. Büyük ve küçük her şey, konuşan ve konuşmayan her şey, bilinen ve bilinmeyen her şey tespih halindedir. Kumlar ve taşlar, tohumlar ve bitkiler, çiçekler ve yapraklar, melekler ve insanlar, hayvanlar ve cinler; yerde yürüyen, havada uçan, suda yüzen bütün varlıklar; güneş, ay, yıldızlar, denizler ve dağlar... Hepsi rabbani bir program, ilahi bir gaye ve ölçü içinde Allah’ı zikrediyor.
Hz. Allah (c.c.) bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: ’Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ı tespih etmektedir (yüceltmektedir.) O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.’1
Başka bir âyet-i kerimede de şöyle buyurmaktadır: ’Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, onu hamd ederek tespih etmesin. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.’2
Görülüyor ki, baştan başa bütün kâinat Allah’ı zikrediyor ve O’na kulluk ediyor. Buna göre, Allah’a kulluk eden bu kâinat kervanı içinde insanın durumu nedir, ne olmalıdır?
Belalar, sıkıntılar ve dertler kapısını çaldığı zaman Allah’a sığınan, kurtulunca Allah’ı unutuveren insanın; bir zelzele ve kasırga çevreyi sallamaya başlayınca Allah’ı arayan, geçince dönüveren insanın; suda boğulma tehlikesi ile karşı karşıya gelince Allah’ı hatırlayan, karaya çıkınca unutma hastalığına yakalanan insanın; hastalandığında Allah’tan şifa dileyen, iyileşince azgınlaşan insanın; fakir iken Allah’a koşan, zenginleşince O’ndan uzaklaşan insanın durumu ne olmalıdır? Kâinat baştanbaşa Allah’a kulluk ederken insan nasıl olmalıdır?
Allah’a iman eden, İslam’ı din olarak seçen, Kur’an-ı Kerim’i bir hayat nizamı olarak kabul eden ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’i tek rehber olarak tanıyan bir Müslüman, kâinattaki tesbih ve kulluk kervanına katılması gerektiği şuuruna ermelidir. Bunun için hayatının; günlük, haftalık ve aylık her anını, inandığı yüce İslam dininin emir ve yasaklarına göre programlayacaktır. Bu programı yapmayan, yapamayan Müslüman’ın çilesi ve ezilmesi bitmeyecektir. Yeryüzündeki bir milyarı aşkın Müslüman’ın ezilişinin altında yatan acı gerçek budur.
Müslümanların çoğunluğu teşkil ettiği bir ülkede, ekran ve mikrofon, perde ve basın İslâm dışı bir kültür ve yaşayışı pazarlıyor, oldukça da taraftar bulabiliyorsa, o ülkede ilâhî program yok demektir.
Müslümanların çoğunlukta olduğu bir memlekette, dindar olmak, başörtüsü takmak, bazı okullara ve üniversitelere alınmamak için yeter sebep teşkil ediyorsa; içki kumar ve sigara salgın bir hastalık haline gelmiş, faiz iliklerimize kadar işlemişse, faizsiz bir ekonomi düşünülemez olmuşsa, şehvet anarşisi her tarafı sarmışsa, o memlekette Allah’a kulluk programı işlemiyor demektir.
Allah’a kulluk programının işlemediği bir cemiyet, İslam cemiyeti olamaz. Bu cemiyette yaşayan insanlar Müslüman olduklarını söyleseler dahi, cemiyet İslam cemiyeti değildir. Zira orada, İslâm’ın ilahî programı değil, nefsanî, şeytanî ve tağûtî programlar uygulanıyor demektir. Bu programların kölesi olan insanlar için hayat, sebepsiz ve gayesizdir. Onların bütün hayatı oyundan, eğlenceden, yemeden, içmeden, zevk ve çılgınlıklardan ibarettir. Yüce dinimiz İslâm’ın böyle bir hayat anlayışını kabul etmesi ise mümkün değildir. Çünkü İslam’a göre hayatın özü Allah’a kulluktur.
Yüce Rabbimiz bu gerçeği Kur’ân-ı Kerim’de şöyle beyan buyurmuştur: ’Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.’3
Yerde ve göklerde bulunan her şeyin secde ve kulluk ettiği bir kâinatta, saadet isteyen insanın, bu kulluk kervanına katılmayışının İslamî ve mantıkî izahı yapılamaz. Bu itibarla, imanlı ve akıllı her Müslüman, kâinattaki kulluk kervanına katılmaya mecbur olduğunu bilmelidir. Sadece, namaz, oruç, hac gibi ibadetleri ile değil, bütün yaşayışıyla kulluk kervanına katılmaya mecbur olduğunu bilmelidir. Evet Müslüman, bütün hayatını ilahi bir plân ve programa göre ayarlamak zorundadır.
Müslüman’ın, düşünmesi, konuşması, giyinmesi, yemesi, içmesi, eğitimi, iş ve aile hayatı ilahi ölçülere uygun olacaktır. Zamanın ölçü dahilinde, mekanın ölçü dahilinde, sayıların ve şekillerin ölçü dahilinde, kâinattaki her şeyin ilahi bir ölçü dahilinde hareket ettiği bir âlemde, Müslüman’ın ölçüsüzlük içinde olmasını düşünmek bile bir faciadır.
Müslüman’ın, İslamî ölçülere göre hayatını programlayamadığı bir cemiyette yaşaması mümkün değildir. Bunun için Müslüman, ya bulunduğu cemiyette, hayatını İslam’a göre programlama gayreti ve samimiyeti içinde olacak veya bütünüyle İslâm’ı yaşayabileceği bir cemiyet bulacaktır. Müslüman, Mekke’de yaşatılmıyorsa Medine’ye koşacaktır. Fakat fetih için Mekke’yi de asla unutmayacaktır.
Farzların terk edildiği, sünnetlerin unutulduğu şu ahir zamanda, bütün insanların iman ederek kâinattaki kulluk kervanına katılmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyor, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in şu mübarek duası ile bitirmek istiyorum: ’Allah’ım, (ey) kalpleri çeviren! Kalplerimizi itaatine çevir!’4

(Endnotes)
1 el-Haşr, 59/1.
2 el-İsrâ, 17/44.
3 ez-Zâriyât, 51/56.
4 Müslim, Kader, 3.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.