Bazıları kabir azabı hakkındaki sahih hadisleri yeterli görmeyerek bu konuda ayet aramış, her nasılsa bulamamış, bulamayınca da bu konuyu bir iman meselesi olmaktan çıkarmak istemiş, Cenâb-ı Hakk’ın her şeyi Kur’ân’da bildirmediğini, bazı konuları açıklama yetkisinin sevgili Peygamberimize bıraktığını ne yazık ki görmezden gelmiş.
Duyular ve akıl yürütme vasıtasıyla bilinemeyip vahiy yoluyla sabit olan gaybî konulardan biri de kabir hayatıdır. Bu hususta bazı ayetlerin işareti ve çeşitli hadislerin açık beyanları mevcuttur.
Bazıları kabir suali ve kabir azabı ile ilgili Kur’ân-ı Kerim’de hiçbir beyanın olmadığını savunarak inkâr etmişlerdir.
Biz, bu yazımızda bazı terimleri açıkladıktan sonra kabir hayatını delilleriyle ispat etmeye çalışacağız.
Ahiret:
Ahiret; ’ölümden sonra ebedi hayat için diriliş, mahşerdeki diriliş ile başlayarak sonsuz devam edecek olan hayat’ diye tarif edilir. Bu tarife göre ölümle mahşerdeki diriliş arasında insanın kalacağı yer olan kabir ve berzah âlemi, ahiretten ve dünyadan ayrı bir âlem olarak düşünülmektedir.
Berzah:
’İki şey arasındaki engel ve ayırıcı hudut’ gibi manalara gelen ’Berzah’ kelimesinin lügat manasına bu tarif uygun düşmektedir. Buna göre dünya hayatı ile ahiretteki ebedi hayat arasını ayırma özelliğinden dolayı kabir hayatına ’Berzah hayatı’ ismi verilmiş ve bu âlem, yani berzah âlemi, dünya ile ahiretten ayrı olarak düşünülmüştür.1
Allah Teâlâ, insanları günahlarından temizlemek için birtakım imtihanlar hazırlamıştır. Dünyada iken günahlarından tamamen temizlenmemiş olanlar berzah âleminde; orada da temizlenemezlerse yani, orada çektikleri azap da onları bütün günahlarından temizlemeye yetmezse, mahşerde; orada da temizlenemezlerse Cehennemde temizlenirler. Böylece tamamen temizlendikten sonra tertemiz olarak Cennet’e girerler. Çünkü orası temizlerin yeridir. Dünyada iken hiç iman ve itaat etmemiş olanlara ise, berzahtaki ve mahşerdeki temizlik (azap) kâfi gelmez ve bunlar cehennemde ebedi kalmak suretiyle cezalandırılırlar.
Kur’ân’ın kendine has bir üslubu, bir anlatım tarzı vardır. Açık ifadeleri yanında işaret ve delalet yoluyla yaptığı ifadeleri de vardır. Buna göre ayetlerde kabir hayatına, kabir hayatındaki azap ve mükâfata işaret edilmiştir. Bu işaretlerden bazıları şu şekildedir:
A- Kabir Hayatının Kur’ân’dan Delilleri:
- İki Defa Ölüm:
Bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: ’Onlar da (yani kâfirler) şöyle derler: ’Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. Günahlarımızı kabulleniyoruz. Şimdi (bu ateşten) bir çıkış yolu var mı?’2 Âlimlerin çoğu, kabir azabının varlığı hususunda bu ayeti delil getirmiştir. Bunun izahı şöyledir: O kâfirler, ’Ey Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün.’ diyerek, iki defa öldürüldüklerini kabul etmişlerdir. Binaenaleyh bu iki ölümden birisi, dünyada görülen ölümdür. Bu sebeple, dünya ölümünün peşinden olacak ölümün ikincisinin olabilmesi için, mutlaka kabirde yeni bir hayatın olduğunu kabul etmek gerekir.3
- Mutmain Nefis/Ruh:
Cenâb-ı Hak, Fecr suresinde: ’Ey mutmain olmuş nefis (ruh)! Sen O’ndan, O da senden razı olduğun halde dön Rabbine. Haydi, gir kullarımın içine ve gir cennetime.’4 buyurmaktadır.
Bu ayette geçen, Cenâb-ı Hakk’ın ’Dön Rabbine’ emrinden maksadın ölüm olduğunda şüphe yoktur. Sonra Cenâb-ı Hak, ’Haydi gir kullarımın içine’ buyurmuştur ki, bu kelimenin başındaki ’fâ’ harfi, ’fa-i ta’kîbiyyedir.’ Bu ise böyle bir hayatın, ölümün akabinde olacağına delâlet etmektedir ki bu da kabir hayatıdır.5
- Allah’a Döndürülen Ruh:
Ayet-i kerimede: ’Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler.’6 buyrulmuştur ki, bu bedenin ölümüdür. Bu ifadenin peşinden Cenâb-ı Hak: ’Sonra hepsi, gerçek sahipleri Allah’a döndürülürler. İyi bilin ki hüküm yalnız O’nundur. O, hesap görenlerin en süratlisidir.’7 buyurmuştur. Binaenaleyh ’ruddû/döndürülürler’ buyruğundaki ’cem-i vâv’ının mercii, ruhlardır. Bu ise, ancak kendine ve zatına mahsus bir hayat ile olabilir. Böylece bu, ruhun bedenin ölümünden sonra devam ettiğine delâlet etmektedir.8 Bu ise berzah hayatının varlığına delildir.
- Mukarreb Kulların Durumu:
Kabir hayatının varlığına bir diğer delil de Hak Teâlâ’nın, ’Fakat (ölen kişi) mukarreblerden (Allah’a yakın kılınmışlardan) ise, artık ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır.’9 âyetidir. Nitekim bu ayette geçen: ’feravhun/Artık ona rahatlık vardır’ kelimesinin başındaki ’ta’kîbiyye fâsı’, rahatlığın vd. nimetlerin ölümün hemen peşinden tahakkuk edeceğine delâlet eder. Bu ise kabir hayatına delildir.10
B- Kabir Azabının Kur’ân’dan Delilleri:
- Firavun Hanedanı:
Firavun ailesinin ahiret azabından önce sabah-akşam ateşe atılacağını ifade eden Mümin suresinin: ’Onlar, sabah akşam ateşe arz olunurlar. Kıyametin koptuğu gün ise: ’Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!’ (denilecektir).’ mealindeki 46. ayeti delalet yoluyla kabir azabına işaret etmektedir.
Ehlisünnet âlimlerimiz, kabir azabının olduğuna bu ayeti delil getirerek şöyle demişlerdir: ’Bu ayet, sabah-akşam onların ateşe arz olunduklarını (sunulduklarını) gösterir. Bu arz olma ile ahiret azabının kast edilmediği açıktır. Zira Allah Teâlâ, bu ifadenin peşi sıra: ’Kıyametin koptuğu gün ise, ’Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!’ (denilecektir).’ buyurmuştur. Bu ayetle, dünyadaki azap da kastedilmiş olamaz. Çünkü sabah-akşam onları ateşe arz etmek dünyada meydana gelmemiştir. Dolayısıyla, bu arz işinin, ölümden sonra ve kıyamet yani ahiret gününden önce olduğu sabit olur. Bu, bu kimseler için kabir azabının olacağına delâlet eder. Bu azap, onlar hakkında sabit olunca başkaları hakkında da söz konusu olur. Zira başkalarıyla bunlar arasında bir fark olduğunu söyleyen yoktur.11
- Nuh (a.s.)’ın Kavmi:
Kur’ân’da, Nuh kavminin suda boğulmasının hemen ardından ateşe atıldığı bildirilmektedir. Nitekim âyet-i kerimede:
’Hataları (küfür ve isyanları) yüzünden suda boğuldular ve ateşe sokuldular da kendileri için Allah’tan başka yardımcılar bulamadılar.’12 buyrulmaktadır.
İşte bu ayet, Ehlisünnet âlimlerine göre kabir azabına ilişkin delillerdendir. Bu ayet-i kerimede kabir azabının varlığına iki delil bulunmaktadır:
1- Ayette geçen ’feudhilû/sokuldular’ kelimesindeki ’fâ’ harfi, Arapçada ’fâ-i ta’kîbiyyedir.’ Yani olayın hemen olduğunu ve hiç ara verilmediğini ifade eder. Demek Hazreti Nuh’un kavmi boğulduktan hemen sonra ateşe sokulmuştur. Bu da ancak kabir hayatı dediğimiz Berzah âlemindeki azap olabilir. Zira şu anda cehennem mevcut olmakla birlikte kıyamet henüz kopmadığından azap başlamamıştır.13 Cehennem, kıyametin kopması ve hesabın tamamlanmasıyla sakinlerine kavuşacaktır. O halde Hz. Nuh’un kavminin sokulduğu ateş, cehennem ateşi olamaz. Eğer ’bu ateş cehennem ateşidir’ dersek ’fâ-i ta’kîbiyye’nin delaleti yok olmuş olur. O halde bu azap, kabir hayatı denilen Berzah âlemindeki azaptır.
Eğer kabir hayatı inkâr edilirse, Hazreti Nuh’un kavminin boğulduktan hemen sonra sokuldukları ateş ne ile izah edilebilir? Cehennem diyemeyiz, çünkü cehenneme giriş hesaplar görüldükten sonra olacaktır. Acaba kabir azabından başka hangi azap vardır ki, Hz. Nuh’un kavmi denizde boğulduktan hemen sonra o ateşe girmiş olsunlar?
2- Allah Teâlâ, geçmişi ifade eden bir siga (mazî ile) ’ateşe sokuldular’ buyurmuştur ki bu, sokulma işinin bilfiil gerçekleşmiş olduğunu göstermektedir.14
- Münafıkların İki Azabı:
Tevbe suresinde: ’Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir.’ 15 buyrulmaktadır. Büyük azabın ahiretteki cehennem azabı olduğunda şüphe yoktur. Münafıkların göreceği diğer iki azap hakkındaki görüşlerden biri de; ilkinin dünyadaki azap, ikincisinin ise kabirdeki azap olduğu yönündedir.16
Bunlardan başka kâfir ve münafık olanlara cehennemdeki büyük azaptan önce yakın bir azabın tattırılacağını17 belirten ayetler de kabir azabına işaret eden deliller arasında zikredilir.
Kabir Azabına İnanmayan Ehlisünnet’ten Çıkar:
İstisnasız bütün Akait kitaplarında ’Kabir azabı haktır’ hükmü yer almıştır. Tarih boyunca bütün İslam âlimlerinin ’dalâlette ittifak ettiklerini’ söylemek mümkün müdür?
Bu ayetlere rağmen kabir azabını inkâr etmek Allah’ın ayetlerini anlamamaktan başka nedir? Artık ’Kabir azabına inanmıyorum’ diyen kimsenin, helake uğrayan Cehmiyye fırkasından olduğunda şüphe yoktur.
C- Kabir Nimetlerinin Kur’ân’dan Delilleri:
Yukarıda zikredilen deliller ışığında kabir hayatı ve azabının varlığı sabit olunca kabirde mükâfatın olacağına da hükmetmek de gerekir. Çünkü azap, Allah’ın kulu üzerindeki hakkıdır; sevap ise, kulun Allah üzerinde olan hakkıdır. Buna göre azabı düşürmek, mükâfatı düşürmekten daha güzeldir. Cenâb-ı Hak azabı kabirde gerçekleştiriyorsa, sevap ve mükâfatı da orada vermesi daha uygun olur.18
Şu halde kabir hayatında kişinin iman ve amellerine göre azap var olduğu gibi nimet de bulunmaktadır. Bununla ilgili Kur’ân’da muhtelif ayetler bulunmaktadır.
- Şehitler:
Bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: ’Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilakis onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar.’19
Bu ayet-i kerimede, Allah yolunda ölenlerin ölü olmadığı ve Allah’ın katında rızıklandırıldığı haberi verilmektedir. İmam Mâlik ve Şâfiî hazretleri bu ayeti delil getirerek şehidin yıkanmayacağı ve üzerine cenaze namazı kılınmayacağı hükmünü vermiş ve: ’Şehide cenaze namazı kılınmaz. Zira cenaze namazı ölünün üzerine kılınır. Hâlbuki mezkûr ayetin ifadesiyle şehit ölü değildir ve Rabbi katında rızıklanmaktadır.’ demişlerdir.20
Demek şehit ölü değildir ve Allah Teâlâ onlara ’ölü’ dememizi yasaklamıştır. Ayrıca şehit Allah’ın katında rızıklanmaktadır. İşte şehidin ölü olmaması ve hal-i hazırda rızıklanması ispat eder ki, kabir hayatı ve berzah âlemi haktır.
Ayrıca Allah Teâlâ’nın şehitlerle ilgili olarak: ’ Arkalarından henüz onlara katılamayan (şehit dindaş)lar(ı) hakkında da: ’Onlara hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.’ diye müjde vermek isterler.’21 ayeti, öldükten sonra dirilme vaki olmadan yani kıyamet günüden önce, Berzah âleminde bir hayatın bulunduğuna bir delildir.
’Ölülere duyuramazsın’ ayetinin manası:
Ayet-i kerimede, ’ölülere bir şey işittiremezsin’22 buyruluyor. Buna göre duyamayan ölülere sorgu-sual nasıl olacaktır?
’Sen ölülere işittiremezsin’ demek, ’Ey Muhammed, senin davetini dinlemeyen kâfirlerin kalpleri mühürlenmiştir. Onlar, âdeta ölülerdir. Kulakları tıkanmıştır. Onlar, sana arkalarını dönmüş sağırlar gibidirler. İşte sen, bu gibi ölülere ve sağırlara davetini duyuramazsın.’23 demektir. Bu bir mecaz ifadedir. Kâfirler idrak noktasında akıllarını kullanmadıkları için ölülere benzetilmiştir.
Örneğin ayette ’Onlar/kâfirler sağırdırlar, kördürler, dilsizdirler’24 denilmiştir. Bu ifadeden bütün kâfirlerin sağır, kör, dilsiz olduğunu söyleyebilir miyiz? Demek ki bu bir mecaz ifadedir.
Ehlisünnet âlimlerinin açıklamasına göre, kabirdeki sual ceset ve ruha birlikte olacaktır. Kabirde görülen nimet ya da çekilen azaptan da ceset ve ruh birlikte etkileneceklerdir.
Kabir suali, umumidir, mükellef olan herkese olacaktır. Ancak Allah Teâlâ’nın, kendilerine bir ikram olmak üzere bazı iyi kullarını bu sorgulamadan muaf tutacağı da bildirilmiştir.25
D- Kabir Azabıyla İlgili Hadisler:
Kabir hayatını inkâr edenler zaten sahih hadisleri de kabul etmiyor.
Hadislerde belirtildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz kabirde azap gören bazı kimselerin sesini işitmiş26, kabir azabından Allah’a sığınmış ve ashaba da Allah’a sığınmalarını söylemiş27, cenaze namazını kıldırdığı ölüyü kabir azabından koruması için Allah’a dua etmiş28, ayrıca azap görenlerin sesini hayvanların işittiğini haber vermiştir.29
Gıybet ve kovuculuk yapmak30, ölüye ağıtlar yakarak ağlamak31, borçlu olarak ölmek32, yalan söylemek, zina etmek, faiz yemek, içki içmek33 gibi fiillerin kabir azabına sebep teşkil ettiği yine hadislerde bildirilmektedir.
Hadislerde kabrin sıkması34, kişiye sabah akşam cehennemdeki yerinin gösterilmesi35 gibi azap şekillerinin bulunduğu da haber verilmiştir.
Kabir azabının kâfirler ve günahı çok olan müminler için kıyamete kadar devam edeceği, günahı az olan müminler içinse geçici olacağı kabul edilir.36
Diğer bir hadisinde Peygamberimiz (s.a.v.) kabir sualini anlattıktan sonra, kâfir ve münafıklar cevap veremeyince onlara yapılan azabı şöyle anlatır: ’...Sonra demirden bir tokmakla ensesine öyle bir vurulur ve kâfir yahut münafık öyle bir bağırır ki, insan ve cinden başka, ona yakın olan her şey onun feryadını işitir.’37 Diğer bir hadiste ise bu vuruşla o kişinin toprak olacağı ve ruhu tekrar kendisine iade edilerek azaba devam edileceği bildirilmiştir.38
Efendimiz (s.a.v.) her namazın son oturuşunda şöyle dua etmiştir: ’Allah’ım! Cehennem azabından, kabir azabından, hayat ve ölüm fitnesinden, kör deccâlin fitnesinin şerrinden sana sığınırım.’39
Rasûlullah Efendimiz’in sevdiği ve iyi bir âlim olması için dua ettiği Abdullah b. Abbas’ın söylediğine göre, Allah’ın elçisinin bu duayı ashâb-ı kirâma, tıpkı Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi öğretmesi40 ne kadar düşündürücüdür.
Hz. Ebû Bekir’in kızı ve Efendimiz’in baldızı olan Esma (r.anhâ) anlatıyor: Bir gün Allah’ın Rasûlü kabirde insanın başına gelecek hallerden söz ediyordu. Onun anlattıklarını duyan Müslümanlar öyle bir çığlık kopardılar ki, Allah’ın elçisinin ne buyurduğunu anlayamadım. Herkes susunca, bana en yakın olan adama Hz. Peygamber’in sözünü nasıl tamamladığını sordum. O da Rasûl-i Ekrem’in: ’Allah bana şunu vahyetti: Siz kabirlerinizde Deccâl fitnesine yakın bir imtihandan geçeceksiniz’ buyurduğunu söyledi.41
Bir rivayette Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Kabir ancak, cennet bahçelerinden bir bahçedir ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.’42
Bunu destekleyen diğer hadis-i şerifler ise şöyledir:
Enes (r.a.)’ın Nebi (s.a.v.)’den rivayet ettiğine göre şöyle buyurmuştur: ’Kul kabrine konulduğu, (kendisinden) yüz çevrilip sahipleri gittiği zaman –öyle ki şüphesiz o (yani ölü, aile ve arkadaşlarının) ayakkabılarının sesini mutlaka işitir- on(un yanın)a iki melek gelir, onu (ölüyü) oturturlar ve ona: ’Şu Muhammed (s.a.v.) (denilen) kimse hakkında ne dersin?’ derler. (Ölü): ’Ben şehadet ederim, muhakkak ki O Allah’ın kulu ve Rasûlüdür.’ der. Bunun üzerine: ’Cehennemdeki yerine bak. Allah onu, senin için cennetten bir yerle değiştirdi.’ denilir.’ Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’(O mümin kul), ikisini de (cennetteki ve cehennemdeki makamını) birlikte görür. Kâfir ya da münafığa gelince (onlar, meleklerin sorusuna): ’Bilmiyorum! İnsanların söylediğini söylüyordum!’ der. Bunun üzerine (bu iki melek tarafından ona): ’Bilmez ve uymaz olaydın!’ denilir. Sonra onun iki kulağı arasına demirden bir topuzla öyle bir vurulur da (o kâfir veya münafık) öyle bir (feryat ile) bağırır ki, bu (feryad)ı insanlar ve cinlerden başka ona yakın olan her kes işitir.’43
Diğer bir rivayet ise Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyledir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Ölü (defnedilip de) –(ravi şek ederek: ’veya ’biriniz’ buyurdu.’ (dedi).- kabre konulduğu zaman siyah (tenli) mavi (gözlü) iki melek on(un yanın)a gelir. Onlardan birine ’münker’ diğerine ise ’nekîr’ denilir. O iki (melek): ’(Muhammed denilen) bu kimse hakkında ne dersin?’ derler. (O kimse, ölmeden önce) söylediğini söyler (ve): ’O Allah’ın kulu ve Rasûlü’dür. Şehadet ederim ki şüphesiz Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Ve şüphesiz Muhammed, O’nun kulu ve rasulüdür.’ (der.) (O iki melek): ’Muhakkak ki biz senin bunu söyleyeceğini biliyorduk.’ derler. Sonra kabri onun için (uzunluğu) yetmiş arşın (v)e (genişliği) yetmiş (arşın olmak üzere) genişletilir, sonra orası onun için aydınlatılır. Sonra ona: ’(Rahatça) uyu!’ denilir. (Ölü yaşadığı sevinçten dolayı): ’(Müsaade eder misiniz) aileme döneyim de onlara (durumumu) haber vereyim (benim için üzülmesinler)?’ der. (Melekler buna izin vermez ve): ’Kendisini ancak ailesinden en çok sevdiği kimsenin uyandıracağı (gelin ya da) güvey gibi (rahatça) uyu!’ derler. Allah onu bu yerinden diriltinceye kadar (orada rahat eder.) Şayet (ölüp de kabre konan kimse) münafık (veya kâfir ise ona da: ’Muhammed hakkında ne dersin?’ derler. O kimse:) ’İnsanları (onun hakkında bir şeyler) söylerken duydum, ben de aynısını söyledim, (fakat hakikat nedir) bilmiyorum?’ der. Bunun üzerine (Münker ve Nekîr): ’Şüphesiz senin bunu söyleyeceğini biliyorduk!’ derler. Yeryüzüne: ’Onun üzerine kapan (onu sık)!’ denir. O da onun üzerine kapanır ve orada kaburga kemikleri yerlerinden oyna(yarak birbirine geçe)r. Allah onu bu yerinden diriltinceye kadar orada azap görmeye devam eder.’44
İşte bu hadisler; berzah hayatının varlığına, kabir azabına ve kabirde görülecek mükafata açık delillerdir.
Kabir Azabı ile Alakalı Hadisler Manevi Mütevatir Derecesindedir:
Hadis âlimler arasında, kabir azabının mevcut olmadığını söyleyen bir kimse yoktur. Âlimlerin pek çoğu, kabir azabı hakkındaki hadislerin ’tevatür’ derecesinde olduğunu açıkça ifade etmiştir. Buradaki tevatür, ’manevî tevatür’dür.
Efendimiz (s.a.v.)’in, bir seferinde kabir azabından Allah’a sığınması, bir başka seferinde yanına uğradığı bir kabrin içinde yatanın azap görmekte olduğunu söylemesi, bir başka seferinde ölünün hangi sebepler dolayısıyla kabirde azap göreceğini belirtmesi ve bütün bunların bize çok sayıda sahabî kanalıyla nakledilmesi, ’kabir azabının’ tevatüren sabit olduğuna delalet eder.
E- Netice:
Kabir azabı hakkında zikrettiğimiz ayetlerle yetinmeyenlere, Allah’ın Rasûlü’nün bu konuda vermiş olduğu doyurucu bilgilere inanmayanlara ne yapılabilir ki…
Kabir azabı, Kur’an ayetlerinde açıkça ’kâfirler ve günahkârlar için kabir azabı vardır’ veya ’müminler için kabirde nimetler var’ şeklinde geçmediğinden dolayı buna dayanarak kabir hayatı, azabı ve nimeti inkâr edilebilir mi?
Kur’ân’da her şey vardır. Fakat her şey çok açık değildir. Eğer öyle olsaydı, namazın kaç rekât olduğu, tavafın kaç şavt olduğu, zekâtın malın kaçta kaçı olduğunu da Kur’ân’da bulmamız gerekecekti. Kur’ân’da açık olarak ifade edilmeyip, Peygamberimizin hadis-i şerifleriyle açıklığa kavuşan bunlar gibi yüzlerce İslamî mesele vardır. Efendimiz (s.a.v.)’e tebliğ etme görevinin yanında beyan etme, açıklama görevinin de verildiğini unutmamak gerekir. Bu ayetlerde ’kabir hayatından, nekir-münker suallerinden bahsedilmemiş’ diye bunları inkâr etmek Kur’ân’ı bilmemek manasına gelir. Bu mantıkla hareket edenler, dinin üçte birini (ki bunlar ancak hadislerden öğrenilmiştir) inkâr etmeleri gerekir.
Avam halk olarak bizler Kur’ân’ın ayetlerine bakarak ayetlerden hüküm çıkaramayız. Ancak müçtehit imamlarımızın yapmış oldukları içtihatlarıyla çıkarmış oldukları hükme tabi olabiliriz. Çünkü tefsir ilminde; nasih-mensuhu (yani hüküm kaldıran ve hükmü kaldırılan ayetleri), siyak- sibakı (yani ayetlerin bir önceki ve bir sonraki ayetlerle olan uyumunu), sebeb-i nüzulü (yani ayetin hangi olay sebebiyle indirildiğini) ve buna benzer birçok ilme muttali olunmadan değil ayetlerden hüküm çıkarmak, ayete doğru mana vermek dahi mümkün değildir.
Aynen anayasanın tamamına muttali olamayıp da avukatlara başvurduğumuz gibi. Anayasa insanların kendilerinin yazmış olduğu, zamana ve maslahata göre değiştirilmesi gereken basit bir kanunnamedir ki bizler bunu dahi anlayamayıp da hakkımızı savunamadığımız için avukatlık kurumu kurmuşuz. Kur’an ise fesahatte ve belagatte devrin zirve yaptığı cahiliye şiirlerini çok geride bırakmış olan ve kıyamete kadar ümmetin başına gelecek her türlü probleme çözüm olmaya devam edecek olan, hiçbir kimse tarafından bir ayetinin dahi bir benzerini getiremeyeceği mucizevî bir kitaptır. Beşerin yazdığı kanunu anlayamayan bir kişi, Allah (c.c.)’nun kanunu olan Kur’ân’dan ne kadar anlayabilir ki?
Kabir azabı hem ayet ve hem de sahih hadis-i şeriflerle sabittir. Kabir azabını yok saymak körün; ’Güneş yok’ demesi gibi bariz bir körlüktür. Neymiş? Bunu iddia eden kimse profesörmüş. Adamın unvanı ne olursa olsun bunun hiç bir önemi yoktur. Prof. unvanı kurtuluş ve doğruyu bilmek için yeterli olsaydı, dünyada bu kadar ateist profesör olur muydu?
Sahih hadislere uydurma hadis diyen ve Hz. Osman’ın katilleri olan Harici sapıkları; ’Bize Kur’an yeter, bizi hadisler bağlamaz.’ dediklerinde Hz. Ali; ’Bunlar hadisleri inkâr etmekle kâfir oldular.’ diye fetva vermiştir. Bunun üzerine bu Harici sapıkları, Hz. Ali’yi de şehit etmişlerdir. Günümüzdeki hadis inkârcıları, o Harici Sapıklarının aynen devamıdır. Kaynak bilgi diye verdikleri bilgiler de, o sapıkların saplantılarından başka bir şey değildir.
(Endnotes)
1 Açıklamalı Nesefî Akaidi Tercümesi, Bekir Sırmabıyıkoğlu, Yasin Yay., s.179-180.
2 el-Mu’min, 40/11.
3 Fahruddin er-Râzi, Tefsîr-i Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yay., c.19, s.259, Ankara, 1995.
4 el-Fecr, 89/27-30.
5 Fahruddin er-Râzi, age., c.7, s.201.
6 el-En’âm, 6/61.
7 el-En’âm, 6/62.
8 Fahruddin er-Râzi, age., c.7, s.201.
9 el-Vâkıa, 56/88-89.
10 Fahruddin er-Râzi, age., c.7, s.201.
11 Fahruddin er-Râzi, age., c.19, s.308.
12 Nûh, 71/25.
13 Bkz., el-Bakara, 2/24.
14 Fahruddin er-Râzi, age., c.22, s.161.
15 et-Tevbe, 9/101.
16 Fahruddin er-Râzi, age., c.12, s.152-153.
17 es-Secde, 32/21; et-Tûr, 52/47.
18 Fahruddin er-Râzi, age., c.4, s.77.
19 Âl-i İmrân, 3/169.
20 Bkz., İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, c.1, s.68, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2002.
21 Âl-i İmrân, 3/170.
22 en-Neml, 27/80, Rum, 30/52.
23 et-Taberî, Taberî Tefsiri, Hisar Yay., c.6, s.292.
24 el-Bakara, 2/171.
25 Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat, s.313-375, Konya, 2005.
26 Müsned, III, 103, 104; Müslim, Cennet, 67-69.
27 Müsned, III, 296; Müslim, Cennet, 67.
28 Müslim, Cenâiz, 86.
29 Nesâî, Cenâiz, 115.
30 Müsned, I, 225; Buhârî, Cenâiz, 88, Vudû, 57.
31 Buhârî, Cenâiz, 33; Müslim, Cenâiz, 16-28.
32 İbn-i Mâce, Sadakât, 12.
33 Buhârî, Cenâiz, 92; Tabîrü’r-Rü’yâ, 48.
34 Tirmizî, Cenâiz, 70.
35 Buhârî, Cenâiz, 88; Müslim, Cennet, 65-66.
36 Kabir azabının ispatı için bkz. Nevevî, Müslim Şerhi, (Müslim, Cennet, 17) 11:7088-7091, 1996 Beyrut, Dâru’l-Fikr.
37 Buhârî, Cenaiz 66, 85.
38 Ebû Dâvûd, Sünnet, 27.
39 Müslim, Mesâcid, 128, 130-134; Ebû Dâvûd, Salât 149, 179; Nesâî, Sehv, 64.
40 Müslim, Mesâcid 134; Nesâî, Cenâiz, 115.
41 Buhârî, Cenâiz 86; Nesâî, Cenâiz, 115.
42 Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme Ve’r-Rekâik Ve’l-Vera’, 26.
43 Buhârî, Cenâiz, 67.
44 Tirmizî, Cenâiz, 71.
Kabir Hayatı ve Delilleri
Özlenen Rehber Dergisi 156. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.