Özlenen Rehber Dergisi

156.Sayı

Hakk'a Dönmek İçin Daima Açık Lütuf Kapısı 'Tevbe'

Furkan Karakurt Özlenen Rehber Dergisi 156. Sayı
Tevbe’nin manası:
Tevbe; insanın işlediği bir günah veya hatadan pişman olarak tekrar yapmamaya gayret etmesidir.
Diğer bir deyişle de tevbe; Allah ve Rasûlü’nün yapılmasını yasakladığı, dinimizce uygunsuz olan iş ve davranışları yapan kişinin aynı günahı bir daha yapmamaya karar verip bu hususta Cenâb-ı Hak’tan mağfiret istemesidir.
Bu konuyu Rabbimiz bizlere şöyle haber veriyor:
’Ey iman edenler! Hepiniz Allah’a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz.’1

Tevbe’nin şartları:
Tevbenin sahih olması için bazı şartlar vardır ki bunlardan biri eksik olsa hakiki manada tevbe edilmiş olmaz. Bu şartları şöyle sıralayabiliriz:
1- Yapılan kötü ameli terk etmek.
2- Onu yaptığına pişman olmak.
3- O günahı bir daha yapmamaya samimi olarak (kesin) karar vermek.
İşlenen günah, kul hakkını ilgilendiriyorsa ve bu hak mal ve benzeri bir şey ise onu sahibine iade eder. Mal cinsinden bir şey değilse helallik ister.

Allah (c.c.) Ğafûr’dur:
Tevbe, bizleri yeniden hayata bağlayan, karanlıktan çıkmamıza vesile olan, bizlere ümit ve yaşama isteği veren, Allah’a yöneltip imanımızı kuvvetlendiren, doğru ve dürüst davranmamızı sağlayan, hakkıyla yapıldığı halde imanî ve İslamî güzellikleri içinde barından bir yöneliştir.
Nitekim Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
’Ayetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman (onlara) de ki: ’Selam olsun size! Rabbiniz kendi üzerine rahmeti (merhameti) yazdı. Şöyle ki: Sizden kim cahillikle bir kötülük işler de sonra peşinden tevbe eder, kendini düzeltirse (bilmiş olun ki) O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’2

Her kul günah işler:
Peygamberler dışında hiç kimse masum yani günahtan korunmuş değildir. Herkes günah işleyerek hata edebilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu konuda:
’(Peygamberler dışında) Âdemoğlunun hepsi çok günah işleyicidir. Çok günah işleyenlerin en hayırlısı ise çokça tevbe edenlerdir.’3 buyurmak suretiyle tevbenin gerekliliğini bizlere açıklamıştır.
Tevbenin kaçınılmazlığı hususunda İmam-ı Gazzâlî de Hz. Âdem’i örnek vererek şöyle açıklamaktadır:
’İnsanoğlunun babası bile tevbeden müstağni kalamamıştır. Babanın güç yetiremeyeceği şeye çocukları hiç güç yetiremez.’4

Ümitsizlik:
Tevbe için en büyük engellerden biri ümitsizliktir. Günah işlemekte olan bir kişinin kendisini çepeçevre saran günahlarının kendi fikrince dönülmez bir hal alıp günahların çokluğundan dolayı ’artık af edilmem’ düşüncesine kapılması, kişinin kendini, nefis ve şeytanın esaretine teslim etmesidir. Zaten günah işlemekle şeytanın istediği oldu, bir de insan ümitsizliğe düşerse şeytanı ikinci kez galip etmiş olur.
Ümitsizlik insanın, işlediği günahların çokluğundan dolayı tevbe ile arasına set olur. Böylece tevbeyi erteler ve hatta bazen utanır ve korkar...
İşte yüce Rabbimiz bundan haberdar olup Kerim Kitabı’nda bizleri şöyle buyurarak uyarmaktadır:
’De ki: ’Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü o, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’5
Kişi tevbe etmek için uygun bir zaman ve mekân gözetmeksizin her zaman, her yerde ve her durumda günahkârlığının ve acziyetinin farkında olup Allah Teâlâ’yı murakabe hali üzere olmalıdır. Kul, nefsinin arzu ve isteklerinden sıyrılıp bu hasleti kendine şiar edinmeyi becerebilse gerek kalben, gerek aklen ve gerek ruhen rahata erer.

Bir hikâye…
Bu konu hakkında şöyle bir hikâye anlatılır
Bir veli otuz senelik bir terziye sormuş:
’Neden hala tevbe etmiyorsun da bu günahlı hayata devam ediyorsun?’ Terzi:
’Nasıl olsa can boğaza gelinceye kadar tevbenin vakti var, o zaman tevbe eder kurtulurum.’ demiş. Allah dostu sormuş:
’Sen kaç senedir terzilik yapıyorsun?’
’Otuz senedir.’
’Elin en çok neye alıştı?’
’Makasla kumaş kesmeye.’ Allah dostu sormuş:
’O halde canın boğaza geldiğinde eline bir makas verseler yine kolayca kumaş kesebilir misin?’ Omuzlarını silkmiş otuz senelik terzi:
’Öylesine korkulu bir anda kumaşı doğru kesemem ki!’ demiş. Allah dostu bu cevap karşısında tebessüm ederek:
’Otuz senedir yaptığın işi o anda doğru yapamıyorsun da ömründe hiç yapmadığın tevbeyi nasıl yapacaksın o anda?’ demiş.
Tevbe günah işlemeyi kolaylaştırmak veya günaha giden kapıları aralamak için değil, tam aksine işlenmekte olan günahın terk edilmesi ve yapılan kötü amellere tabiri caiz ise ’DUR!’ deme imkânının sağlanmasıdır. Tevbe, kulun günah batağından kurtulması için Rabbin uzattığı rahmet ipidir. İşlediği ve işlemekte olduğu günah (büyük veya küçük) ne olursa olsun insan Rabbinin bu merhametini gözetmek suretiyle Allah’ın uzattığı bu rahmet ipine tutunmalıdır. Eğer tevbe imkânı olmasaydı, her türlü kötülük insan üzerinde bir hâkimiyet kurardı. Tevbe, bu hâkimiyete ya en baştan müsaade etmez ya da hâkimiyet oluşmuş ise onu yok eden bir ’panzehir’ olur. Yeter ki kul yalnız olmadığının, sahibinin ancak Allah olduğunun bilinci üzere olsun.

Hatada ısrar etmek:
İnsan günah işlediği zaman hemen ardından Allah’ı gözeterek tevbe ve istiğfar etmelidir. Aksi takdirde insanın yaptığı hatadan, işlediği günahtan dolayı pişmanlık duymayıp günahı üzere ısrarcı oluyorsa büyük bir sıkıntı var demektir. Çünkü pişmanlık tevbeye ileten en büyük etkendir. İnsanın, dünyada bulunma amacını bilerek buna göre Rabbine karşı görevini yerine getirmesi gerekir ki, bu da ancak kendinin günah bataklığının içinde olduğunu hissedip bu durumdan sıyrılıp Rabbinin merhametine mazhar olmak için kendini sonsuz rahmet denizi olan tevbeye bırakması ile olur. Pişman olmayan, hatada ısrar eden kişi bir bakıma daima açık olan tevbe kapısını kendine kapatmış olur.

Tevbe kapısı:
Rabbimizin bize verdiği büyük nimetlerden olan tevbe kapısı belli bir vakte kadar kapanmayacaktır. Konuyla ilgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
’Her kim güneş battığı yerden doğmadan (yani hakikat ortaya çıkıp kıyamet kopmadan) önce tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder.’6 buyurarak günahkar ümmetine müjdeyi böylece iletiyor.
İnsan her türlü hayrı ve şerri işlemeye yatkındır. Bizler kul olarak ne kadar nankörsek Yüce Rabbimiz Azze ve Celle o kadar engin merhamet sahibidir ki, günahkâr olup da hatalarının farkına varan ve O’na samimiyet ve pişmanlıkla dönen kişinin kendisine yönelip af ve mağfiret istemesinden büyük memnuniyet duyar. Çünkü Allah hiçbir kuluna azap etmek istemez, kul ancak kendi iktisabıyla ahiret yurdunda kalacağı yeri dünyada yaptığı amellerle hazırlar. Yaratanımızın kulunun tevbe ettiği zamanki memnuniyetini sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde çarpıcı bir örnek ile şöyle buyurarak açıklamıştır:
’Muhakkak ki Allah, kendisine tevbe ettiği zaman kulunun tevbesine, sizden birinden daha çok ferah duyar ki, o (kimse) çorak bir yerde devesi üzerindeydi. Derken (devesi), üzerinde yiyeceği ve içeceği olduğu halde kendisinden (kurtulup) kaçtı. Artık ondan ümidini kesti de bir ağac(ın yanın)a geldi ve onun gölgesinde uzan(ıp yat)tı. Devesinden ümidini kesmişti. O bu halde iken aniden o (deve) yanında dikiliverdi. Hemen burunduruğundan tuttu. Sonra sevincin(in) şiddetinden: ’Allah’ım! Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim’ dedi. Sevincin(in) şiddetinden hata etti.’7
Tevbe kapısının açık olması, insan için bir fırsattır. Kişi, Allah’ın bahşettiği aklı iyi kullanırsa, bütün bunları düşünerek günahtan çıkıp rahmete, tevbe vesilesi ile erişebilir.
Ne kadar günah sahibi olursa olsun, gerçekten iman sahibi bir mümin, işlediği günahtan sonra hemen pişmanlıkla Allah’a sığınır ve O’ndan af dileyerek tevbe eder. Hatasında bile bile ısrar etmez. Tevbeleri kabul makamının sadece Allah olduğunu bilir ve O’na yönelir. Nitekim bir âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak, takva sahiplerinin vasıflarını sayarken şöyle buyurmuştur:
’Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim bağışlar- ve bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir.’8
Rabbimiz kendi katına pişmanlık ve samimiyet ile kaldırılan elleri asla boş çevirmez.

(Endnotes)
1 en-Nûr, 24/31.
2 el-En’âm, 6/54.
3 Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme Ve’r-Rekâik Ve’l-Vera’, 49.
4 Bkz., İmâm Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn Mea Tahric Hâfız el-Irâkî, c.3, cüz:11, s.2070, Dâru’ş-Şa’b, Kahire.
5 ez-Zümer, 39/53.
6 Müslim, Zikr-Dua-Tevbe-İstiğfâr, 12.
7 Müslim, Tevbe, 1.
8 Âl-i İmrân, 3/135.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

2 kişi yorum yazdı.